Omerta
1900’lü yılların başlarında, İtalya’da başta adalar olmak üzere, köklü, zengin ve güçlü aileler, ellerinde bulundurdukları geniş topraklarda, kendi kurallarını koyuyorlar ve uyguluyorlardı. Ekonomi ve hatta Adalet bile, merkezi otoritenin değil özellikle Sicilya’lı ailelerin tanımıyla oluşuyordu.
Mussollini başa geçtiğinde, bu feodal yapıyı ve derebeylikleri bitirmeyi planlıyor.
Kendine göre çeşitli ince oyunlarla bu ailelerin işini bitirmeye çalışıyor ama ne mümkün…
Bu planların işlemediğini görünce de geriye kalan tek çareye başvuruyor. “Vurdurmak… Yok etmek…”
Çok sayıda asker ve polisten oluşan yüzlerce kişiyi adaya göndererek, kurunun yanında yaşta yanar hesabı ile, ada halkının bir bölümünü katlettiriyor.
Kalanlara da, “İsyan etme, kayıtsız şartsız biat et !” deniyor.
Sonunda ilk bakışta bu işlerin kökü kazınmış gibi görünmesine rağmen, hayatta kalan adalıların bilinç altında devlet ve yönetime karşı çok büyük bir nefret oluşuyor.
Halk faşist ve zalim devlet yönetimine karşı güvenini yitiriyor.
Bu yüzden, kendisine yapılan bir haksızlığın, evine giren hırsızın, kızına zorla sahip olan adamın, oğlunu öldüren bir köylünün cezasının verilmesini devletten isteyemiyor.
Ve bunu sessizce, dallandırmadan, kendi içlerinde, yine kendi kurallarıyla hallediyorlar.
İşte, devleti ve faşist yönetimi reddederek, sessiz kalma ve kendi işini sessizce bitirmenin adı; OMERTA…
…diye anlatır bunu, “Baba” romanlarının yazarı Mario Puzo, kitaplarında.