Özgür Müyüz, Cahil Mi?
İstisna kaldıracak gücü-vizyonu olmayan bir şehirde, ülkede yaşıyoruz. Dijitalleşme ve büyük veri bu alanlardaki açığımızı kapatabilir.
Bu yılın başlarında Yeşilçam’ın dört büyüğünden olan bir sinema sanatçımızın “Herkes fazla özgür” yorumu ağır eleştiriler almıştı. Siyasi açıdan irdelendiğinde, eleştiri alması doğal gelebilir. Ancak aynı yorumu bir de sosyo-kültürel açıdan değerlendirmek gerekir.
İstanbul’u ele alalım. İstanbul öyle narin, kırılgan bir şehir ki en ufak bir istisnai durum olduğunda şehirde hayat felce uğruyor. Örneğin iki parmak tutacak kadar kar yağıyor; hayat felç. İki saat sağanak yağmur yağıyor; hayat felç. Kartal’da ana artel üzerinde bir trafik kazası oluyor; İkitelli’ye kadar trafik felç. Şehrin yöneticileri orta ve uzun vadede altyapısal yatırımlar yapıyor ancak kısa vadede üretilebilecek çözümleri ıskalıyor. O çözümler ki hem hayata geçirilmesi daha kolay hem de daha ucuz.
Bazı örnekler: Neredeyse tüm caddelerde bir kaç dakikalığına aracını park edip (çoğunlukla iki şerit olan) yolun bir şeridini tıkayan araçlar var. Kimisi mal indiriyor, kimisi yolcu alıyor, kimisi acil bir alışveriş yapıyor. Şehir bu istisnaları kaldıracak yol-şerit kaynağına sahip değilken hem de. Bu “fazla özgür”lüğe bir örnek değil mi?
Yaz aylarında şehrin iki yakası; Bakırköy’den Sirkeci’ye, Caddebostan’dan Tuzla’ya dek; sahil şeridi her hafta sonu binlerce kişinin mangal partisi istilasına uğruyor. Bunun yarattığı çirkin görüntü bir yana, akşam giderken çöpleri gün boyunca yiyip içtiklere yere bırakmaları, “fazla özgür”lüğe bir örnek değil mi?
Boşanmak isteyen karısını rahat bırakmamak, hatta öldürmek, eşine çocuğuna şiddet uygulamak, sosyal medyada kendisi gibi düşünmeyi dijital linç etmek “fazla özgür”lüğe birer örnek değil mi? İki metre ötesinde yaya geçidi varken dilediği noktadan karşıdan karşıya geçmek, yol üstünde müşteri almak üzere dilediği noktada taksisini durdurup beklemek, elindeki çöpü sokağa-caddeye atmak, sokakta-otobüste-metroda bağıra bağıra konuşmak fazla özgürlüğe birer örnek değil mi?
Kantarın topuzu nerede mi kaçıyor? Bellidir ki yukarıdaki örneklerin her biri tek tek incelendiğinde belki de incir çekirdeğini doldurmayan(!) şeyler olarak kategorize ediliyor. Adamın biri izmaritini çöp tenekesi yerine sokağa atmış; aman bununla kim uğraşacak? İşte bu uğraşılmayan tikeller toplandığında hayat yaşanılmaz bir hale geliyor. Bu noktada kamu yönetiminin mikro yönetim becerilerini güçlendirmesi gerekiyor.
Tamam belediyeler gerekiyorsa en fazla yatırımı metroya yapsın ama her metro durağına görevli koyup istasyonda nerede beklenir-sıra olunur, trene nasıl binilir-nasıl inilir, yürüyen merdivende nerede durulur bunları, yani metro kültürünü, vatandaşa öğretsin de. Samimi olalım; böyle kurallar olduğunu bilmeyen binlerce kişi var! Yeni turist profili de bunu destekler nitelikte. İşin ilginci bu “nefs-i emmare” örnekleri bunları şiddetle reddeden dinin mensuplarının çoğunlukta olduğu bir ülkede yaşanıyor.
Kamu yönetimi bu konularla ilgileniyor olsaydı belki de sanatçının yukarıda anılan yorumuna kimse bir eleştiri getirmeyecekti. Belli ki istisna kaldıracak gücü, vizyonu olmayan bir şehirde-ülkede yaşıyoruz. Dijitalleşme ve büyük veri bu alanlardaki açığımızı kapatabilir. Biraz da bu sorunları gerçekten çözme arzusu!