Palamar
Ayrı bir dünyadır deniz…
Kendisini göreni taş eden Medusa misali…
Ne olduğunu anlamasına fırsat bile vermeden, meftun eder kendisini
seyredeni…
Hele hele denize dokunmaya, denizi hissetmeye…
Denizde, denizle yaşamaya alışmışsanız bir kere…
Bir sevda olmanın da ötesine geçer…
Bir yaşam biçimi, hatta yaşamın ta kendisi olur sizin için deniz…
***
Kendi halinde, mütevazı balıkçı teknemle kıyılarında dolaştım ben bu
duygunun yıllarca…
Eğer, günlerce içinde yaşayıp, denizleri aşabileceğim bir teknem olsaydı…
Eminim, mecbur kalmadıkça karaya döndüremezdi beni hiç kimse…
Rüzgârın tatlı tatlı, beşik gibi salladığı bir teknede, dalgaların
sesini dinleyerek…
Mehtaplı gecelerde, yıldızlarla örtünerek uyumaya alışmış birisi, asla
iflah olmaz artık…
Deniz çağırır sürekli…
Ebediyen denizin olmuştur zaten artık o…
Nitekim kendimi bildim bileli, tüm anahtarlıklarımın ucunda sallanan
minik çıpa, alyans gibi, aidiyetimin nişanı gibidir benim için…
***
Bir okuldur deniz aslında…
Denizciyi kendi doğrularına göre yoğurur…
Kendi dili, sembolleri vardır denizin…
Ve denizle haşır neşir olan, o sembollerle algılamaya başlar artık hayatı…
Tonoz dendiğinde herkesin aklına bir tür tavan örtüsü gelir, ama denizci
için anlamı farklıdır tonozun…
Irgat mesela, sözlüklerde nasıl karşılık bulursa bulsun, denizciye başka
bir şey anlatır…
Siz “Baba”nın anlamını farklı bilirsiniz oysa denizci için babanın
farklı karşılığı vardır misal…
***
Denizcilik jargonunda beni en çok etkileyen terim “Palamar”dır…
Yunanca “Palamárion” (παλαμάριον) kelimesinden Türkçeye geçmiş bir
sözcüktür “Palamar.”
Kısaca, gemileri iskeleye, rıhtıma ya da şamandıraya bağlamaya yarayan
kalın halata verilen isimdir.
Her ne kadar denizcilik terminolojisinde yer alan bir sözcük olsa da
palamar…
Bence, yaşam karşısındaki duruşumuzu remzeden derin bir metafordur aynı
zamanda…
Hayatı nasıl algıladığımızı anlatan…
Dönüm noktalarımızda alacağımız inisiyatifleri belirleyen…
Edimlerimizin ilham kaynağı olan…
***
Bazen sevginin emperyalist gücünü sembolize eder palamar…
Enginlere açılmak, dalgalarla cilveleşmek ister ruhumuz…
Ufkun sonrasında bizi neyin beklediğini merak ederiz…
Can atarız karadan ayrılıp, dalgalara bırakmak için kendimizi…
Pusulamızı kırıp, nereye gittiğimizi, gideceğimizi bilmeden hatta…
Ama palamar bağlar bizi rıhtıma, ayrılamayız…
Birilerini üzmekten korkarız…
Sevdiklerimizin bizden beklentileri önüne geçer yaşamdan beklediklerimizin…
Sırf mutlu etmek için birilerini, kendi mutsuzluğumuzu kabullenmemizdir…
Kendimizden vazgeçişimizdir o zaman palamar…
***
Palamar olgunlaştırır bizi bazen…
Yoldan yeni gelmişizdir…
Ve yıpranmıştır yelkenlerimiz, kalafat ister teknemiz…
Belki bir savaştan çıkmışızdır örneğin…
Belki de vedalaşmışızdır “Onsuz asla yaşayamam.” dediğimiz kişiyle…
Ya da öyle bir dost kazığı yemişizdir ki, öfkeden köpürür içimiz…
İnadına inadına; üzerine üzerine gitmek isteriz her şeyin…
Yeniden o vahşi dalgaların arasına dönme arzusuyla içimiz içimizi yer…
“Dur” der bize palamar…
“Biraz dinlen”…
“Bir yolculuğu sindirmeden çıkma yeni bir yolculuğa…”
“Önce yaşanmışlıkları hazmet ki yaşayacaklarından öğreneceklerine yer
açılsın yüreğinde…”
Palamar, otokontrolümüz olur bu noktada…
Sürmekte olan ve hiç bitmeyecek savaşlarımızın ortasında…
Kendi kendimizle akdettiğimiz bir “Ateşkes”tir bazen palamar…
***
İnançtır bazen palamar, bağlılıktır…
Öyle güçlü sarılırız ki bizi var eden değerlere…
Ailemize örneğin…
Erdemlerimize…
Vatanımıza…
Sevdiğimiz insana…
Hedeflerimize…
Hayallerimize…
Bizi koparıp almak için inandıklarımızdan, inadına ve ısrarla
olabildiğince sert eser bazen rüzgâr…
Önüne katıp bizi, asla ait olmadığımız limanlara sürüklemek ister hatta…
Eğer palamarımız sağlamsa, kimse oynatamaz bizi yerimizden…
Kendimizi unuttuğumuz bir anda bize “Aslında kim olduğumuzu” anımsatır
palamar…
Ne için yaşadığımızı…
Nereden gelip, nereye gittiğimizi…
Nereye varmak istediğimizi…
***
Kabullenmektir bazen palamar…
Ne kadar sevsek de sığındığımız limanı…
Ne kadar alışmış olsak da bağlandığımız rıhtıma…
“Ayrılık” kaçınılmazdır bazen…
Yeni limanlar vardır bekleyen bizi…
Yelkenleri açıp açmama konusunda yaşadığımız tedirginliği anlatır o
zaman palamar…
Yaşamışlıklarımızı yeğ tutarız yaşayacaklarımıza…
Bilinmezliğin tedirginliği galip gelir çoğu zaman…
Hep “Yarın çözerim palamarı.” der, öteleriz karar anını…
Oysaki bilemeyiz bizi yeni limanlarda nelerin beklediğini…
Palamardan kurtarmak gerekir tekneyi her şeye rağmen…
Ardımızda bıraktığımız anılarla, hayatlarla yegâne bağımız olarak kalır
artık palamar…
***
Yaşamak istediğimiz hayatla yaşamak zorunda olduğumuz hayat arasındaki
sınırdır bazen palamar…
Mantığımızla duygularımızın arasına çektiğimiz dikenli teldir…
Duygularımız “Çöz gitsin palamarı, süzül ufkuna doğru” dese de…
Mantığımız gizli gizli kontrol eder palamarın sağlamlığını…
Aklımız “İşte buldun bir liman, ne gerek var yeni maceralara.” der bize…
Yanıt verir kalbimiz, “Görmeden, gitmeden nasıl bilebilirim peki yeni
limanlarda beni nelerin beklediğini?”
İşte bu kaosta, kırılma noktamız olur bazen palamar…
“İyi ki zamanında çözmüşüm palamarı” der kimilerimiz yıllar sonra…
Ya da çok geç kalınmıştır ayrılmak için limandan…
Nafile pişmanlıklar içinde seyreder bazılarımız kemikleşmiş palamarını…
***
Nefsimizle mücadelemizi sembolize eder bazen palamar…
Çöldeki serap misali, yalancı ufuklar cezbeder bizi…
Ardından gitmeye kalkarız aklımızı çelen illüzyonların…
Sağduyu olur o zaman palamar…
Ya da en yakın dostumuz…
Kalındır, sağlamdır…
Ne kadar zorlarsak zorlayalım, koparamayız…
Sökemeyiz yerinden…
“Gideceğim” diye bas bas bağırsak da izin vermez denize açılmamıza palamar…
***
Bazen de zihnimizi kuşatan baskılara, dogmalara dönüşür palamar…
Özgürlüklerimizi elimizden alan…
Bizi kalıplara sokmaya çalışan…
Esneme payı olmayan…
Bırakın çözmeyi, dokunmaya bile çekiniriz bazen o palamara…
Başkaları atmıştır palamarı bizim yerimize…
Esaretimizin diğer adıdır işte o zaman palamar…
***
Yaşam sevgisidir bazen palamar…
Sert rüzgârlar ne kadar zorlasa da tekneyi…
Asla oynatamaz yerinden, sağlamsa palamar…
Bazen de zafiyete dönüşür palamar…
İncedir…
Çürümüştür…
Yanlış halat seçmişsinizdir örneğin…
Siz ona bel bağlamış olsanız da nafile…
***
Bazen kendi hür irademizle atarız palamarı…
Bazen de başkaları tarafından atılmış palamarlara bağlı yaşarız…
Bazen sıkı sıkı sarılırız palamara…
Bazen de istemeye istemeye çözmek zorunda kalırız…
Ya da biz farkında olmadan birileri söker atar palamarı…
***
Hayatın ta kendisidir deniz…
Bazen süt liman haliyle cezbeder bizi…
Bazen de dalgalar insan boyunu aşar…
Alabora eder teknemizi…
İşte, denizcinin başarısı palamara hâkimiyetinde gizlidir…
Nerede…
Ne zaman palamar atacağını bilen…
Ve ne zaman çözmesi gerektiğini kestirebilen denizci aşabilir ancak
okyanusları…
Ve gerçek denizci…
Palamarını kimseye elletmeyendir son tahlilde…