Pera’ya özlem…
Pera’ya özlem…
İstanbul neredeyse kuruluşundan bu yana, çok sayıda dil, din ve etnik çeşitlilik sergileyen insanların gelip geçtiği, yerleştiği hatta kuşaklar boyu yaşadığı bir dünya kentidir.
İstanbul’u İstanbul yapan bu çoğulcu ortamda Rum, Ermeni ve Musevi topluluklarıyla Levantenler, Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle Batı’yla sıkı ilişkiler içinde olduğu 19. yüzyılda kent içinde yoğunlaştıkları Fener, Kumkapı, Balat-Galata-Pera gibi belirli bölgelerde ilginç yaşam biçimleri ve sosyal çevreler yaratmışlardır.
İstanbul’un kozmopolit geçmişindeki yoğunluğunu fiziksel olarak günümüze en çarpıcı biçimde aktaran bölge Galata ve onun uzantısı Pera’dır.’’
Çok kullandığımız iki kelime,Perave Beyoğlu ; Beyoğlu ilçesinde, Tünel-Taksim arasında uzanan İstiklál Caddesi ve ona açılan sokakların belirlediği alanı kapsayan semtePerada denirdi.
Tarihi yarımadanın ve Haliç’in karşısında gelişen bölge, öteden beri Yunanca’dakarşı yaka, öte anlamına gelen Peraadıyla anılmıştır.
Beyoğlu adı ise Kanuni döneminin Venedik elçisi A. Giritti’nin oğlu LuigiGiritti’nin Taksim dolaylarında bir konakta oturmasından gelir.
Bu arada sosyal ve kültürel yaşam tüm hızıyla sürerken dönemin Levanten yazarları, şairleri eserlerini Fransızca yazmaktadırlar. Altı-yedi Fransızca gazetenin yayınlandığını düşünürseniz, okurların miktarını da tahmin edebilirsiniz. Ayrıca Pera’da, kamuya açık, Avrupa’daki son yayınları da bulabileceğiniz
kitaplıklar da vardı.
1840 tarihli Naum Tiyatrosu’nun bölgenin en önemli kültür odaklarından biri olduğu bilinmektedir. Buraya yalnız Levantenler değil, Saray’dan da önemli kişiler gelir ve Saray’dan para yardımı görürlerdi.
Tiyatroda ve ondan sonraki bu tür etkinliklerde, dışardan gelen tanınmış topluluklar, yabancı oyun yazarlarının eserlerini sergilerdi.
Nur Akın’ın kitabında; bölgenin mimarî, fiziksel özellikleri, nüfusu üzerine bilgi verilirken, okur bunlardan bir Galata ve Perafotoğrafı çıkarmaktadır. 19. yüzyılın ikinci yarısındaki bu tablo, sonraki değerlendirmeler için yararlı bir malzeme niteliği taşımaktadır. Hatta imparatorluktan cumhuriyete çekilen yaşam çizgisini aydınlatmaktadır.
Levanten yaşam, Avrupalı’nın yaşamının izdüşümüdür. Ádetler, kültürel tavırlar bu etkileşim içinde açıklanabilir.
Otel mönülerinden müzik programlarına, verilen yemeklere kadar her şey, İstanbul’un her dönemde, bu coğrafyada farklı bir özellikler toplamı olduğunu göstermektedir.
İstanbul’un bugününü değerlendirirken, bu özelliğini göz önünde bulundurmak şarttır. O günün gazetelerinden günü gününe izlenen Levanten yaşam, hiç kuşkusuz İstanbul’un Müslüman halkının bir bölümüyle de bütünleşmiştir. Şekerci, pastane geleneğinin başlangıcını bu dönemde bulabilirsiniz. Markiz, Lebon, Baylan ve İnci günümüze yansımış en tanıdık işletmelerden…
Eğer günün birinde İstanbul’da tarihsel yapılardan oluşan bütünlüğü gelecek nesle aktarmayı amaçlayan ciddi bir çaba gösterilecekse, Galata ve Pera, İstanbul’un en az bozulmayla günümüze kadar tarihsel niteliklerini sürdürebilmiş semtleri olarak, bu konuda oldukça şanslı görünüyor.
Birde baştan ayağa bakalımPera’ya;
Şapkamın altında… Katia
Galatasaray Postanesinin (müze) karşısında Galatasaray Lisesinin görkemli ve süslü kapısı Beyoğlu’na açılır. Sultani’ nin arka bahçesinde yaz aylarında konserler de düzenleniyor. Mavi Işıklar “Makaram sarı bağlar”, “Kızılcıklar oldu mu, selelere doldu mu” gibi aranjman şarkılarını söylüyor, “Ankara Rüzgarı” ile şöhretini perçinleyen Yıldırım Gürses de konser veriyor.
Tünele doğru yürümeye başlıyoruz, daha ilkadımlarda sağınızda “Hacopulo Pasajı” yer alıyor. İçerde eski püskü, tenha, terkedilmişlik içindeki mağazalar, sanki İstanbul’da değil de başka bir şehirdesiniz intiba yaratıyor. Güzel bir avlunun ortasında sokak lambası direği, düzgün çakıllı zemin döşemesi, avluyu çevreleyen evlerin yer yer sıvası dökülmüş tuğla duvarları, İtalya’yı, Fransa’yı anımsatır bir hava yansıtıyor. Sağda “Madam Katia”nın şapka mağazası var. Yılların bayan şapkacısı bayan KatiaTürkçe’yi kendi şivesiyle yarım yarım konuşuyor, şapkaların özelliklerini, kumaşlarını, nerelerde giyilebileceğini, nelerle giyilirse daha uygun olabileceği konusunda fikirleri ile yardımcı oluyor. Kadın şıklığını şapka tamamlar da diyor. Beyoğlu’na hanımların şapka takarak çıktığı yıllarda Fransa’dan getirttiği şapkalarıyla ünlü. Özel kumaşlardan imal edilen geniş kenarlı şapkaları isterseniz satın alabiliyor veya kiralayabiliyorsunuz. Yanlış hatırlamıyorsam Katia’ya kumaşını getirenlere sipariş üzeri şapka da yapılıyor. Şapka modası yayılsın diye defilelere ücret almadan şapka veriyor.
Beyoğlu Cadde üzeri bir başka ünlü mağaza LazaroFranko var. Tavanı yüksek, iç içe birkaç bölümden oluşan mağazanın raflarına dizili sağlam, dayanıklı, gerçek yün iç çamaşırları, korse, uzun don satıyor, havlular, pijamalar da oradan alınıyor. İlyadis, Lion, Zahariadis bunlarda isim yapmış Beyoğlu’nun önemli mağazalarından. Lion’dan daha ziyade kolej talebeleri gri pantolon, lacivert renkli, önden dört veya altı parlak sarı metal düğmeli ceketleri alıyorlar…
Gömlek denilince Martino vardı…
1929’dan beri Beyoğlu’nda özel sipariş üzerine gömlek diken bir dükkan ve ustası Martino… Müşterileri arasında Atatürk, Celal Bayar, İsmet İnönü, Can Bartu, Rahmi Koç, Cevdet Sunay, Süleyman Demirel, Fahri Korutürk gibi isimler vardı. Ünlü gömlekçi Martino’yu genç kuşak pek hatırlamaz ama bu ismi duyan meraklılar da vardır!..
Kurucu PedroMartinobir Rum asıllı vatandaşımız, yıllarca Beyoğlu’nda, cumhurbaşkanlarından başbakanlara, bakanlara, işadamlarına kadar yüzlerce ünlü kişiye gömlek dikti… 1956’da 6 – 7 Eylül felaketinden sonra bile İstanbul’dan ayrılmadı, ancak 1970’lerde bir hayli yaşlı olarak Atina’ya gitti ve 1973 de vefat etti…
Onun diktiği gömlekler; üzerinize cuk diye oturur, yakası, manşeti bozulmaz. Kumaşı kalitelidir. Kaliteli kumaş az buruşur makbul olanı da budur. Çünkü hiç buruşmazsa o kumaşın içinde elyaf var demektir.
Uzun ömürlüdür. En az 80 kere yıkayabilirsiniz. Yakasında ya da gömlek cebinde adınızın ve soyadınızın baş harfleri yazar. İsterseniz cepli, isterseniz cepsiz diktirebilirsiniz. Cepsiz gömleğin kalıbı jilet gibidir, abiye takımlar için idealdir.
Özel dikim gömleğin de bir modası var. Örneğin bu yıl küçük İtalyan yakaları çok popülerse diğer yıl yakaların gitgide uzadığını, çok yakında da uzun Antuan yakalar tekrar moda olacak görürsünüz. Zaten moda dediğiniz şey kısır döngüden ibaret onun için iyi malınıza iyi bakın pek yakında modası gelecektir. Yılın rengi gri. Her zaman moda olan iki renk ise beyaz ve gök mavisiymiş.
Üstü bej süet, taban kauçuk, bağcıklar kahve işte bir papuç klasiği; Mahmut.
Beyoğlu’nun yakın tarihine tanıklık eden belki de son mütevazı dükkânın son varisi Metin Soyman. “Babam benim ayakkabı işiyle ilgilenmemi hiç istemedi ama dönüp dolaşıp kürkçü dükkânına geldim,” diyor…
“Mahmut adı babamdan geliyor. Babam, bu dükkânı 1936’da açmış. Zamanın önemli isimlerine ısmarlama ayakkabılar yapmış. Bunlar arasında İsmet Paşa’dan tutun, Kasım Gülek, Vedat Dicleli ve Alman Büyükelçisi Franz vonPapen’e kadar birçok siyasetçi ve ünlü isim var. “Bunlar aklımda kalan birkaç isim,” diyor ve devam ediyor. “Babam öldükten sonra ayakkabı dükkânını işletmeye başladım. Bunu yaparken hiç zorluk çekmedim tabii. Çünkü ben bu işin içinde doğmuştum. Ayakkabı malzemesinden anlarım. Ben bu dükkânın son halkasıyım. Çocuğum yok, olsaydı da onun ayakkabıcı olmasını istemezdim, zaten o da ilgilenmezdi. Şimdi bilgisayarlar var, daha kolay işler var. Ayakkabıcılık zor zanaat.” “İyi ayakkabı demek, iyi malzeme demektir. İpliğinden tut, derisine, tabanına kadar kullanılan her malzeme kaliteli olacak ki sonucu iyi olsun. Biz artık bu işin kurdu olduk. Bir malzemeye baktık mı onun ne olduğunu anlarız. En iyi deriyi karşıdan tanırız. Ayakkabı üç tabandan oluşur: Kösele, kauçuk ve lastik. Lastik ayağı soğuk tutar ama su geçirmez. Kauçuk ise rahat ve sıcaktır. Fakat suyla iyi anlaşamaz.”
Dükkanın kasanın yanındaki duvarda ayakkabı deneyenlerin bakabileceği bir ayna var. Aynanın üstündeki çerçeveli resim dikkatimizi çekiyor: 1956 yılının Galatasaray kadrosu. “Metin Oktay, Kadri Aytaç, Necdet (Cici) var. Ama Galatasaray şampiyonolamadı o yıl,” diye ekliyor. Sonradan öğreniyoruz ki ilkokulu Galatasaray’da okumuş. “Babam da ben de fanatik Galatasaraylıyız,” diyor.
Gençler arasında spor ayakkabıların tercih edildiğini günümüzde Metin Soyman’a, Ayakkabıcı Mahmut’u kimlerin tercih ettiğini soruyoruz: “Eskilerden kimse kalmadı tabii. Ama bizi bilen bilir. Yıllardır burada sipariş üzerine ayakkabı ürettik. Bazen hazır ayakkabılar da yaptık ama bunlar çok tercih edilmez. Bizim her yaştan müşterimiz var. Bunlar içerisinde gençler de var, yaşlılar da. Turistler de ayakkabılarımızı çok beğeniyorlar. Hemen hemen her ülkeden turiste ayakkabı satıyoruz. Ama en çok Almanlar tercih ediyorlar. Almanya’da kataloglardayız, bilerek geliyorlar. Hatta Brezilya’dan gelip ayakkabı alanlar da oldu.
Modayı takip etmediklerini vurguluyor Soyman: “Biz modayı hiçbir zaman takip etmedik. Etmeyeceğiz de. Zaten modaya uysaydık bugün burada olamazdık. Biz, o yeni modelleri vitrinimize koyduğumuz anda bizi bilen müşterilerimizi hayal kırıklığına uğratırız,” diyor.
Beyoğlu’nun yakın tarihine tanıklık eden yetmiş sekiz yaşındaki Metin Soyman, Beyoğlu’nun sürekli değişim geçirmesinden şikâyetçi: “Beyoğlu artık eski Beyoğlu değil. Sürekli bir kabuk değiştiriyor. Hiçbir şey eskisi gibi değil burada. Bir kere çok kalabalık. Akşam saatlerinde müthiş bir kalabalık başlıyor. İnsanlar bir yukarı bir aşağı dolanıp duruyor. Eski dükkânlardan, eski esnaftan eser kalmadı. Eski müşteri de yok zaten.” Bugün ise hiçlik ve mutsuz insanlar var orda… 🙁
Ender Merter