Realiteyi Algılamak
Tarih boyunca insanoğlu realiteyi algılamada farklı düşüncelergeliştirmiştir.
1600’lü yıllarda Newton’un realiteyi tarifi şöyleydi:
Ben varım ve ben sabitim, bir realite var realite de sabit, peki bu ne demek?
Dünyayı algılayışım 5 duyumla aynen gördüğüm gibi.
Ben öldüğüm zaman, budünyada, üstündeki hayatta devam edecek.
Dışarda aynen gördüğüm neyse o, ölenler ölüyor ama dünya değişmez ve devam ediyor diyoruz.
Ondan sonra Einstein başka bir düşünce geliştirdi ve dediki:
Yine ben varım vedeğişiyorum, bir realite var, o isesabit.
Einstein; teorisinde realitenin gözlem yapanla gözlem yapılanın hızlarının ilişkisine bağlı olduğunu belirtti.
Bir objeye nazaran hızımızı değiştirirsek, objeyi tümüyle farklı olarak görürüz,
Herkesin realiteyi algılayışı farklı ama realitede değişen hiç bir şey yok.
Einstein’ın hatta görecelik teorisinde işlediği şey de bu yani hıza göre realiteyi algılamak var.
Bu teoriye göre de hızı kullanarak bir ölçüm yapıyor, realite sabit değişmiyor ama ben değişiyorum sonucuna varıyor.
3. görüş ise Kuantum fiziği, o da diyor ki:
Ben varım ve ben değişiyorum ve de realite var o da değişiyor, yani ikimizde değişiyoruz.
Benim dünyayı görüşüm değişiyor, dünyanın hareketi değişiyor her şey sürekli değişim halinde.
Bizler realiteyi Newton’un düşüncesiyle algılıyoruz.
Hayatımıza baktığımız zaman realiteyi belli bir hıza göre ölçmeye çalışmıyoruz.
Ya da dışarda her şey değişiyor ben de birlikte değişiyorum akıntısıyla bakmıyoruz.
Hayatımız var, dışarda insanlar, hayvanlar, ağaçlar var dünyayı o şekilde görüyoruz.
Peki, kabalistler bu konuya ne demişler bir de ona bakalım.
Kabalistler diyor ki:
Ben varım ve sürekli değişiyorum, ama realite diye bir şey Yok.
Dışarısı tamamen bir hayal âlemi, yani benim dışımda hiç bir şey yok, yaşadığım her şey benim kabımın, yani ruhumun içinde.
Şimdi bu konuyu biraz açalım.
Baktığınız zaman, 5 duyudan ibaretiz, görme, duyma, koku alma, tatma ve dokunma.
İnsanoğlunun realiteyi algılayışı sadece bu 5 duyusundan.
Her şeyi kendi niteliklerimden içimde görüyorum.
Gördüğümüz her şey yani dağlar, hayvanlar, insanlar dışarıda ama sanki içimizdeymiş gibi algılıyoruz.
Bunu beynimizde bizim için oluşturulan bir film gibi düşünün.
Kabalistler diyor ki bunların hepsini sanki dışardaymış gibi görmeme rağmen, esasında öyle değil, dışarda sadece Yaratan var ve Yaratana da Işık diyorlar.
Yaratan’ın ışığı bize etki yapıyor, ben de bu dünya denilen yeri algılıyorum.
Her şeyi içime doğru algılayışım son derece sınırlı olduğu için de, hayatımı sınırlı olarak algılıyorum.
Yani doğuyorum, mesela 80 yasına geliyorum ve ölüyorum, algılarım sınırlı olursa hayatım da sınırlı oluyor.
Bu 5 duyumuz hayvansal hayat dediğimiz fiziksel duyularımızdan ibaret ve bedenimiz hayvan seviyesine ait, insan seviyesi ait değil.
Esas ben, gerçek ben, kalpteki nokta dediğimiz parça.
Bedenimiz geçici, o yüzden hayatımızı eğer hayvansal seviyede 5 duyumuzla algılar isek, kabalistler diyor ki o zaman sadece gelip gittiğini, yani yaşadığını ve öldüğünü, hissedersin.
Verdikleri tavsiye şu:
Eğer kişi, yaratılışın amacını, neden yaratıldım diye kendini sorguluyorsa?
Ve de ruhunu inşa etmek gibi bir arzusu var ise o zaman büyük bir ihtimalle bu kişinin kalbindeki noktası uyandı diyorlar.
Ve Eğer kalpteki noktanız geliştiyse (isterseniz 6. duyu deyin) dışımızda olanı algılamak için elimize bir fırsat gelmiş olacak:
İçimizdeki dünyevi hayatı da dışımızdaki manevi hayatı da anlama fırsatı .
Yani hem dünyevi hem de manevi bir algı içerisinde, en fiziksel seviyeden 2 hayatı birden yaşama fırsatımız var.
Manevi hayatı algılayabilmek için 5 duyumuzun üstüne çıkıp 6. Duyumuzu edinmemiz lazım.
Bunu daha iyi anlatabilmem için bir kanuna değineceğiz, form eşitliği kanunu.
Form eşitliği kanunu manevi hayatımızda da dünyevi hayatımızda da var.
Form eşitliği şu demek, her şeyi duyularımın algılayabildiği frekansa göre algılarım.
Eğer bir şey duyacaksa kulağım, duyabilecek bir frekans aralığı var. Biz insanlar 16 ile 20.000 Hertz aralığını duyabiliyoruz.
Görürken de aynı şekilde, ışığın belli yansıdığı şeyleri görebiliyorum.
Bizler gözlerimizle bir şeyleri görürken ışığın yansımasına göre görüyoruz.
Yani bir şeye ışık yansımak durumunda ki gözümle göreyim.
Tat almakta, koku almakta, dokunmakta aynı şekilde hep belli limitler içinde algılayabiliyorum.
Yani her şeyi kendime göre algılarken belli bir form eşitliği olması lazım ki benim beynimde, Bu dünya denilen bir film izleyebileyim.
O yüzden hayatımız bazen akıyormuş gibi geçiyor, bir film gibi.
Biz de o frekansa göre bu form eşitliği kanunu ile dışımızda olan her şeyi algılıyoruz.
Şimdi işin güzel yanı tüm bu algılarımızın ötesinde bir de şuan algılayamadığımız şeyler var dünyanın öteki kısmında.
Burasını da kalpteki noktayla algılama fırsatımız var.
Nasıl ki 5 duyumuzla, dünyevi hayatta, belli bir form eşitliği ile bu realiteyi, bu dünyayı algılıyorsak;
Kabalistler diyor ki 6. duyumuzu geliştirirsek Yaratanla ve Yaratanın nitelikleriyle manevi dünyayı algılayabiliriz.
Yaratanla form eşitliği demek, onunla nitelik eşitliği demek.
Dedikleri şey, eğer ruhumuzu geliştirirsek yaratanla belli bir form eşitliğine gelirsek yaratanı algılamaya başlarız.
Yapmamız gereken şey de realiteyi algılarken o form eşitliğine gelmek.
Biz insanlar doğamız gereği bir alma arzusuyuz yani sürekli içimize doğru almak istiyoruz.
Yaratanın doğası da sürekli ihsan etmek yani vermek.
Şimdi burada gördüğünüz gibi bir zıtlık söz konusu.
Yaratan sürekli veriyor ihsan etmek istiyor çünkü hiçbir eksikliği yok, sürekli iyi ve yaratılan varlığı mutlu etmek istediğinden dolayı bizi de alma arzusu olarak yarattı.
Bizde hayatımız boyunca haz almak istiyoruz, mutlu olmak istiyoruz.
Şimdi nasıl olur da biz kendimiz için haz alma, mutlu olma doğasında iken yaratan gibi kendimizi hiç düşünmeden ihsan edeceğiz?
Niteliğimizi, doğamızı nasıl değiştireceğiz?
Cevap: Arzularımızın üzerine bir perde inşa ederek.
Bu perdeye bazen baş deniyor, 6. Duyu deniyor bazen de niyet diyoruz.
Yaratanı algılarken bu perdeyi inşa edeceğiz ki yaratanın vermek istediği her şeyi doğru bir formda alayım, doğam onun doğasıyla aynı olsun.
Peki, bunu nasıl başaracağız?
Çok basit, yapmam gereken sadece insanlara koşulsuz sevgiyle yaklaşmak.
İşte tüm Kabalanın esası da bu realiteyi algılamaktan ibaret. Maneviyat dediğimiz şey, ister Kabala, ister Sufizm, ister hermetizm yolu ile olsun Yaratanla form eşitliğine gelmek ve yaratanla bir olma çabasıdır. Belki de yaratılışımızın esas amacı da budur…..