Romanların Mutsuz, Yürekli Kadını, Virginia Woolf
Vıctorıa döneminin ünlü yazarlarından sir Leslıe Stephen’ın kızı olarak, Londra’da varlıklı bir yaşama gözlerini açan Vırgınıa, iyi bir çevrede yetişmiş, Henry James, Thomas Hardy gibi bir çok sanatçıyla tanışma fırsatını yakalamıştır çocukluğundan itibaren. Üniversite hocası olan babasının kütüphanesindeki tüm kitapları, henüz küçük bir kızken okumuş ve daha o yaşlarda kurduğu hayali gerçekleştirerek, 20. yüzyılın en ünlü kadın yazarlarından birisi olmayı başarmıştır.
Yazarlığa ilk adımını Londra’daki evlerinde kardeşleriyle birlikte çıkardıkları gazeteyle atan Vırgınıa, on yaşında makaleler yazmaya başlar.
Yaşadığı dönemin, erkeklerin eğitim hakkından yararlanırken, kadınların onlara itaat etmekle yükümlü oldukları düşüncesi, Vırgınıa’nın fikirleriyle taban tabana zıttır. Ve genç kızın bunların hiç birini kabullenmeye niyeti yoktur. Direnir gücünün yettiğince. Bu, feminizm yolunda attığı ilk adımlarıdır. Güçlü karakteri yavaş yavaş şekillenmeye başlamıştır artık.
Anılarında hayatının bu dönemi için yedi mutsuz yıl sözünü kullanacaktır. Maddi açıdan rahat olsa da, ailevi problemler, üvey kardeşleriyle anlaşmazlıkları, yaşadığı sıkıntılı çocukluk dönemi ve 13 yaşındayken annesini kaybetmesi sonucunda psikolojik bir rahatsızlık geçirir. Sesler duyduğuna inanmakta, insanlardan korkmakta ve tek başına sokağa çıkamamaktadır. Kendini başarısız ve beceriksiz biri olarak görmekte, bu da onu mutsuz etmektedir. Bu zor zamanlarda bile yazar olma hayallerinden vazgeçmez. Kızkardeşi Vanessa ise ressamlığa heveslidir. Sosyal hayata adapte olabilmek için ailesinin zoruyla görgü kuralları dersi alsa da, psikolojisi hala tam olarak düzelmediğinden, çoğunlukla toplum içine karışmaktan kaçınır. Onlarca toplumsal kurala uymak onun karakterine tamamen zıttır. Kalabalık bir toplantıya katılmaktansa, tek başına bir köşeye çekilip, kitapların sihrine dalmayı tercih edecektir her zaman.
Babasının ölümünden sonra tekrar psikolojik bunalımlar yaşamaya başlar. Kardeşleriyle birlikte, üvey ağabeylerinin baskısından kurtulmak için ayrı bir eve taşınırlar. Babalarından kalan hatırı sayılır servet, istedikleri gibi bir hayat yaşamaları için yetip de artmaktadır bile. Sanat çevresinden olan arkadaşlarıyla toplanıp yaptıkları saatler süren sohbetler zaman içinde daha da gelişerek, uzun yıllar Londra’nın entellektüel yaşamını belirleyecek olan Bloomsbury adlı grubun oluşmasına sebep olur.
Vırgınıa Woolf ilk romanını yayınladığında otuz üç yaşındadır. Ancak üçüncü romanı Jacob’s Room’dan sonra edebiyat alanında sesini duyurmaya başlar. Vırgınıa’nın klasik romancılardan farkı, kahramanlarının iç dünyalarını irdelemeye merakıdır. İnsan ruhunun ritmi, bu entellektüel kadını her zaman heyecanlandırmıştır. Çocukluğunda yazları Cornwall’da geçirdikleri için, romanlarında deniz ögesi oldukça fazla yer tutar. Romanlarını yazarken girdiği ruh hali onu tekrar depresyonun eşiğine getirmiştir. Bu arada Bloomsbury grubundan Leonard Woolf ile evlenir. Evliliği sırasında hastalığı daha da şiddetlenmiştir. Sağlık durumundan dolayı kocasının çocuk istememesi, genç kadını daha da çok bunalıma iter. Bir süre bir klinikte tedavi görür.
Çıktıktan sonra kocası tekrar tedavi olmasında ısrar edince intihara kalkışır.
Vırgınıa yazarlığı konusunda çok prensip sahibidir. Sabahları en az dört saat, hiç yerinden kalkmadan yazmayı ilke edinmiştir kendine. Roman kurgularını oluşturmak için her gün mutlaka bir kaç saatini yürüyüşe ayırır. Ona göre bir kadın roman yazmak istiyorsa mutlaka kendine ait bir odası olmalıdır. Hemcinslerini her fırsatta yazmaları konusunda desteklemiş, kadınlardan da Sheakspeare kadar iyi bir yazar çıkacağına canı gönülden inanmıştır. Sadece cesarete ihityacı vardır onların. Düşündüklerini, içlerinden geleni çekinmeden yazmaları gerekliliğini savunmuştur.
“Sadece yazın. Saçmalayın ama vazgeçmeyin yazmaktan. Özgürlüğe alışın. Kuralları ihlal edin. Kendi keşfiniz olan ya da olmayan kelimeler kullanın. “ İşte bu sözler, dünyanın en ünlü yazarlarından Vırgınıa Woolf’un ağzından dökülen cümlelerdir en büyük tutkusu olan yazmaya dair.
Kurallara hayatı boyunca karşı gelen bu kadın, çocukluğundan bu yana yaşadığı ruh çatışmalarına artık dayanamayacağını anladığında, o kırılgan ruhunu çok sevdiği sularla arındırmaya karar verecek, evinin yakınındaki nehire atlayarak intihar edecektir.