Ruhsal Bağışıklık
Dün İzmir’de yer alan Melekler Okulu Yaşam Merkezi’nin sahibi Dilara Karataşlı ile sohbet ederken spiritüel yaşam sözlüğünün bir kelimesini daha yaşamımıza dahil ettik: “Ruhsal bağışıklık.”
Pek çok hastalığın temel nedeninin insanın fiziksel bağışıklığının düşmesi olduğu olgusu, günümüzde spiritüelliğin artan kabul görme durumuyla yeniden şekilleniyor. Hastalıkların sebepleri yalnızca fiziksel sebeplerden daha çok, ruhsal nedenlere dayanıyor ve zihin gücüyle tedavi edilebiliyor. Örneğin, LouiseHay’in kitaplarında da sıklıkla bulabileceğiniz gibi, boyun ve baş problemleri ve ağrıları kontrol etme güdüsünden, mide problemleri hazmedilemeyen bir durum veya olgunun varlığından, kalbe ilişkin problemler sevgiyle ilişkili sebeplerden, tiroid ifade blokajlarından kaynaklanabiliyor. Tüm bu hastalıkları tıbbi destekle çözmek son derece mümkün ve yaygınken, zaman geçtikçe, ilaçlardan ve kimyasallardan uzaklaşarak, doğal yöntemlere yaklaşma ihtiyacı duyuyoruz.
Aslında tüm hastalıklar, yaşanan fiziksel sorunların büyük bir kısmı, insanın “ruhsal bağışıklığının” azalması ile doğru orantılı. Peki nedir bu ruhsal bağışıklık?
Ruhsal bağışıklık, doğrudan bireyin hayatı algılama ve olanı olduğu gibi kabullenmesiyle ilişkili bir durum. Hayata yüklediğimiz beklenti oranı arttıkça, ve beklentilerimizin karşılanmadığı durumlarda, içsel olarak yaşadığımız hayal kırıklıkları, mutluluk algımızı da doğrudan etkiliyor ve mutluluk hissini aşağıya çekiyor. Bu durum, kişinin, kendi zihninde veya farkında olmadan ruhunda hayattan istediğini alamamış olma duygusuna bürünmesine, ve bu nedenle de yaşam kaynağı olan kendinden ve inandığı güçten uzaklaşmasına neden oluyor. Bu uzaklaşma durumu, kişinin yaşam kaynağından zaman zaman kopma noktasının eşiğine kadar gelmesine yol açabiliyor.
Oysa hayattan istediğimizi almak, çoğu kez hastalıkların tedavisi olmuyor, işte işin ironisi de burada. Bazen, bazı şeyleri sadece “istiyoruz.” Neden istediğimizi, bunların derinlerinde yatan nedenleri ve o isteğe ulaştığımızda gerçekten mutlu olup olmayacağımızı hiç sorgulamadan, sadece istiyoruz. Çünkü isteklerimizin olması bize güçlü ve hayatlarımızın kendi kontrolümüzde olduğu duygusunu hissettiriyor. Oysa, doğmak ve ölmek gibi iki en gerçek kavram bizim elimizde değilken, akıl ve mantık kurgulaması yapabildiğimiz o ara evresinde yaşamın, istediğimiz şeylere sahip olmak sadece kendimizi aldatmak gibi bazen.
Ne zaman ki, sevginin yaratabildiği gülümsemenin iyileştirici gücünü fark ederiz, ve yalnızca olduğumuz insanla, olduğumuz insanın yaptıklarıyla mutlu olmaya, yetinmeye ve elimizden geleni yaparken özgürlüğün tadını çıkarmaya başlamayı öğreniriz, işte o zaman ruhsal bağışıklığımız da artmaya başlar.
İsteklerimiz varken şükredebilmek kolaydır, önemli olan ve ruhsal bağışıklığımızı yükseltecek olan belki de ilk anahtar, isteklerimiz olmadığında da şükredebilmek, teşekkür edebilmektir. Mutluluğun sahip olmaktan öte anlamını keşfeden insan, hiç bilmediği yerleri, kendi içini keşfe çıkmış insandır. Ve en büyük ruhsal bağışıklıkta, insan denen hazinenin kalbindeki sevgi gücünde, hayata dokunabilme gücünde, ve hayatın acıları arasında bile var olduğu her şeyin içinde mutlu anları görebilme yetisinde saklıdır.
Ruhsal bağışıklığınızın düşmeye başladığını hissettiğinizde, bir kitap alıp okumanızı ve bambaşka bir dünyaya doğru yol almanızı tavsiye ederim. Sıcak bir bardak çay yapmanızı, çocukluğunuz, ailenizi düşünmenizi öneririm. Hayal kurmanızı öneririm sonra mesela. Çocukken çok sevdiğiniz bir şarkıyı açıp avaz avazsöylemenizi, ve hatta dans etmenizi. Ağlamak istediğinizde, gözyaşlarınıza dokunup varlıklarını hissederek ağlamanızı ve bundan gurur duymanızı önerebilirim. Çünkü ağlamak çok güzel. Çünkü ağlamak, gülmenin değerini yeniden fark edebilmek aslında!
Ve bir de, ruhsal bağışıklığınız düşmeye başlarsa, sade yaşamaya başlamanızı öneririm. Çünkü en büyük mutluluklar sadelikte saklı!
Ruhunuzun hep sıcacık kalması dileğiyle…