Ruslar geldi galiba
Dün çok yoruldum, akşam erken yatar, yastığın derinliklerine gömülür giderim diye geldim otele.
Öyle de oldu nitekim, saat dokuz gibi sızmışım.
Tak tak tak…
Yerimden fırladım.
Ruslar geldi galiba.
“Ses çıkartma, giderler” diye bir şey duymuştum, Rus işgali sırasında Bitlisliler denemiş bunu.
Biraz daha gömüldüm yastığa.
Tak tak taaaaak….
Ne yapmalı… kesin Rus bunlar.
“Kurbağa sesi çıkartayım” dedim, Muşlular böyle yapmışlar.
Tam “vrrrrakk” diyeceğim.
Tak tak takkkk…
“Tamam” dedim. Dün, Kars’ın mezbelelik anıtına dönüşmüş halinden çok şikayet ettik.
Karslıların geleneksel cümlesini de dile getirmiştik: “Şu Ruslar ne vefasiz insanlar, bırakıp gittiler, gitti gideli de bi dönüp sormadılar ‘gardaş nicedir halınız, var mı bir ihtiyaç?’ diye.
Çöpleri toplamadılar, yolları yapmadılar, evler yıkılır, onarmadılar…”
Dedim, “bu kadar çağırırsan gelirler işte, hadi bakalım, kurbağa takliti de yemez artık…”
Üstümü giymeye üşendim, Ruslar medeni insanlar, halden anlarlar.
Seslendim önce “buyurun”.
Işgalciye ‘buyur’ demek, bizde adettir.
“Oda servisi”
Gecenin bir vakti, sen kimsin Hollanda?
“Yanlış kapı, ben servis istemedim”
Kapının ardından çok iyi bir Türkçe ile cevap verdi Ruslar.
“Meyve getirdim”.
Eskiden parola battaniye imiş, şimdi meyve mi oldu?
Yok, istemem!” dedim.
“Meyve” dedi yine.
La havle… otel eskiden Çeltikov ailesinin konağı imiş, ruhları gelmiş olmasın?
Başka bir açıklaması var mı, gecenin 22,30’unda ‘meyve’ diye kapı çalmanın?
Ülke gerçeği aştı da, bu kadarı mümkün mü?
Açtım kapıyı, papyonlu bir delikanli, elinde bir tabak, tabakta bir portakal, bir kivi, bir elma.
İster al ister alma.
Üstlerinde de gergin mi gergin streç.
“Bu saatte ne bu?”
“Efendim, otelin sahibi Gaffar bey gönderdi”
Güzel türkçemize yeni bir terim, gece vakti geldi, “gaffar avlanmak”.
Ne yapacaksın? Kapının bir yanında papyonlu çocuk, kapının diğer yanında, donla bir adam, ortada streç streç bir tabak.
“Gaffar bey” dedi yine.
Çocuk o kadar nazik ki, nezaketi karşısında ölsem yeri.
Gel gör ki, ölmek var, o saate kivi yemek yok.
Ahhh dedim, şu Ruslar gittiler, ondan oldu bu haller.
Kapıyı kapatıp yattım, ama dışarıdaki sesleri duyuyorum, yan odanın kapısı çalıyor, “Gaffar bey efendim …” Karşı odanın kapısı çalıyor “Gaffar bey …”.
Geldiysen “meyve” de Çeltikov’un ruhu.
Tak tak takkk…
Sabah resepsiyona uğradım, “benim odadaki sabunu değiştirmeyin, her sabah yeni sabun konuyor, yazık, bir sabun bana bir ay yeter.”
Nazik bir tonlama ile cevap verdi, güzel yüzlü bir delikanlı “Efendim, bizim için müşterilerimizin memnuniyeti her şeyin üstündedir, oda temizliğini yapan arkadaşlar işlerini çok iyi yaparlar, zaten otel açıldığından beri de onlar bizde çalışıyorlar, bu da anlarsınız ki işlerini iyi yaptıklarını gösterir …”
Çiçero karşımda, beni retorik denizinde boğuyor.
Kurbağa sesi çıkartayım dedim önce.
Çiçero’ya sökmez bu tavırlar.
O tüm ezici nezaketi ile anlatıyor yeni sabunun fazileti ile müşteri memnuniyeti arasındaki korelasyonu.
Bu evreni aşan nezaket karşısında, vrrrak diyemedim.
“Sabun” dedim, sadece. “Sabun kalsın”
Sabun kalmadı tabii, ben de eski sabunu bavula sakladım, yenisini açmadım.
Bizim Gaffarlık da bu kadar.
Vrrrrakkkkk
(Önemli not, Ruslar bahane, otel şahane, servis ondan şahane, sorun benim o olağanüstü nezaket karşısında ezim ezim ezilen kabalığımda)