Şamanizm
“En son nehir kuruduğunda, en son ağaç kesildiğinde, en son balık tutulduğunda beyaz adam paranın yenecek bir şey olmadığını anlayacak…” Kızılderili sözü
Yüzyıllar boyu doğa ile iç içe yaşayan Orta Asya insanı gökteki oluşumların ihtişamını izledi, onlara anlamlar atadı, yeryüzü ile gökyüzü arasında bağlar kurmaya çalıştı. Canlı cansız tüm varlıkların içindeki cevherler keşfedildi, bu güçlerle ilişkiler kuruldu, onlardan medet umuldu, bazıları onlara yakın oldu. Doğa karşısındaki güçsüzlük sonucu doğaya teslimiyetle doğa dinleri oluştu. Günümüzden binlerce yıl önce yaşanılan bu tefekküre Şamanizm adı verilmiştir. Şamanizm, tarih öncesine ait olan, yeryüzünde hiçbir uygarlığın mevcut olmadığı dönemde oluştuğu varsayılan bir düşünce ve inanç sistemidir. Şamanlığın oluşum serüveninin takvimsel zaman bakımından Mezopotamya ve Sümerlerden 20.000 ile 25.000 yıl öncesine dayandığı varsayılır.
“Şamanizm, insanlığın belki de en eski dinlerinden biridir. Her hangi bir kurucusu veya kutsal kitabı olmadığı gibi ortaya çıkış tarihi de belli değildir. Şamanizm’in köken olarak anaerkil dönemde ortaya çıktığı tahmin edilmektedir. Şamanist inanca göre dünya, gök, yeryüzü ve yeraltı olmak üzere üç kısma ayrılır. Altay Türklerine göre “Aydınlık Âlemi”, yukarıdaki dünyayı yani gökyüzünü Tanrı Ülgen’le ona bağlı iyi ruhları temsil eder. Yeryüzünü, yani “Orta Dünya”yı insanlar oluşturur. Yer altı dünyası olan “Aşağıdaki Dünya”yı ise Tanrı Erlik ve ona bağlı kötü ruhlar oluşturur. Şaman dininin ayin ve törenlerini yapan, ruhlarla insanlar arasında aracılık eden kişiye Şaman denir. İyi ruhlarla ilişki kurup, iyilik yapan Şamanlara ak-Şaman, yeraltı ruhlarıyla konuşup, Erlik ‘in hizmetinde olanlaraysa kara-Şaman denir.”
Şamanizm’e göre evrende her şeyin bir ruhu, canı vardır. Dağlar, göller, ırmaklar, ormanlar hep canlı olarak kabul edilir ve ağaçlara kutsallık yüklenir. Şamanlar, Gök Tanrı Ülgen’e ulaşılabilmek için içlerine kapanır ve vecde ulaşmaya çalışırlar. Şamanlığın ne zaman ortaya çıktığı, ne gibi değişiklikler geçirdiği kesin olarak bilinmemektedir. “Şaman sözcüğü için farklı görüşler öne sürülmektedir: “Şaman kavramı, Hindistan’daki Pali dilinde ruhlardan esinlenen kişi anlamına gelen “samana” (şamna) sözcüğünden türemiştir. Şaman kavramının kaynağı, Sanskritçede budacı rahip anlamına gelen samana(çramana) sözcüğüdür. Şaman kavramı, Mançu dilinde oynayan zıplayan, bir iş görürken sürekli olarak hareket eden anlamındaki saman kavramından gelir.” Firdevsi’nin “şehname”’sinde geçen “Semen” (Buda rahibi) sözcüğü dolayısıyla Şaman sözcüğünün Hindistan kökenli olduğu söylenir. Şaman sözcüğü Therca’da “Samane”, Çincede “Samen”, Farsçada Budist rahip anlamına gelen “Semen” veya “Saman” kelimeleriyle ifade edilir. Türk kavimleri Şamanlarına “Kam” adını vermişlerdir. Türklerin kullandığı “Kam” kelimesi “kâhin, tabip, filozof, âlim” anlamına gelmektedir. Türklerin az sayıdaki yazılı belgelerinden biri olan “Divan-ü Lügat İt-Türk”de Otacıların hastaları şifalı otlarla tedavi ettikleri, kam’ların ise hastayı kendi usullerine göre daha çok ruhi yollardan, efsun ve sihirle tedavi etmeye çalıştıkları yazmaktadır. “Şamanın en önemli işlevlerinden biri hastaları iyileştirmedir. Hastalık bir tür ruhun kaybedilmesi olduğu için şaman kaybedilen ruhu arar. Bulabilmek için ruhun nereye gittiğini anlaması gerekir. Yerini saptadıktan sonra geri getirerek hastanın bedeniyle bütünleştirir.”
“Çin kaynaklarından anlaşıldığına göre eski Orta-Asya Şamanizm’inin temelleri Gök-Tanrı, Güneş, yer, su, atalar ve ocak (ateş) kültleridir. Bu bağlamda Asya halklarının inandığı Şamanlığın temelinde insan ve doğanın birlik ile beraberliği ve uyumu düşüncesi yer alır. Evren, dünya, insan, hayvan ve bitkiler âlemi bir bütün olarak düşünülür. Dünya ve Gök, yaratma eylemini birlikte işbirliği halinde gerçekleştirmektedir. Bunlar bütün varlıkların yaratıcısı olmalarından ötürü kutsaldır.”
Birçok bilim adamı ve yazar şamanlığı bir din değil Kuzey Asya topluluklarının dini duygularını içeren ve öteki âlem varlıklarına hükmeden bir tür kült olarak görmektedirler. Bazı tanımlara göre Şamanizm varlığı tüm insanların tarihinde erken taş devrine ve daha da geriye kadar kanıtlanabilen, inisiyasyon içeren bir vecd ve trans tekniğidir. “Son araştırmalar şamanlığın Türklere özgü olmayıp bütün Asya’ya yayıldığını göstermektedir ki, araştırmacılar, artık Amerika Kızılderililerini de Şamanizm kapsamında ele almaktadırlar. Nitekim Mircea Eliade Şamanizm adlı kitabında Asya’nın şaman topluluklarında, Amerika Kızılderililerinde ve Okyanusya yerlilerinde sayısız unsurun ortak olduğunu ortaya koymuştur.” Keltlerden, Kızılderililere, Türklere ve Moğollara kadar daha pek çok kavmin inanışı olmuştur.
“Şamanlık Avrupa’da ilk çağ devirlerinden beri yaygındır ve farklı Töton kabileleri ve Fin-Baltık halkları arasında Demir Çağı boyuncu uygulanmıştır. Sibirya klasik şamanizmin anavatanı kabul edilmektedir. Doğu Sibirya’dan Kuzey Kanada’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada yaşayan Eskimo gruplarının şamanist uygulama ve inançlara sahip oldukları kaydedilmiştir. Amazon Yağmur ormanlarında bazı yerli grupları şaman eylemlerinde bulunmaktadırlar. Kuzey ve Güney Amerika kıtalarında yaşayan Yerlilerin tek bir evrensel Yerli Amerikan Dini veya manevi sisteminden bahsedilemeyecek denli çeşitli inançlara sahip oldukları bilinmektedir.”
“Şaman transı; kutsal, ilahi sahaya doğru açılan bir şuur deneyimidir. Buna yolculuk denir. Her kabile hekimi şifacıdır, ama Şaman kendine özgü bir metot kullanır. O, trans sırasında ruhu göğe yükselmek ya da cehennemi mekânlara inmek üzere bedeninden ayrılan bir trans uzmanıdır. Bu trans ruhsal bir yolculuktur. Ruhların ve yaşlı şaman ustalarının üstlendiği bu ikili eğitim bir inisiyasyondur. Şamanı sıradan bir insan olmaktan çıkaran, toplunun itibar ettiği bir kişi haline getiren bu inisiyasyon eğitimdir.”
“Şamanist inisiyasyonda her şaman eğitimden geçirildikten sonra şaman olabilir. Asya Şamanist inisiyasyonlarında sırra erme denilen “inisiyatik ölüm” ya da “cehenneme iniş” deneyimi Sibirya ve Orta Asya’daki Şamanist Türklerin geleneklerine göre, hami-rehber ruhlarca, yeraltı denilen öte-âlemde veya spritüel gök katlarında gerçekleştirilir. Bu deneyim, fiziksel olarak, genellikle, orman, kır, mağara gibi toplumdan uzak ve kutsal sayılan bir yerde gerçekleştirilir. Davulu transa girmeyi kolaylaştıracak bir şekilde kullanmayı öğrenmiş aday, birtakım acı verici sınavlara tâbi tutulduktan sonra, ölüm deneyimini yaşamak üzere, transa girer. Şaman adayı birkaç gün süren bu deneyim boyunca, ruh ve beden bağları gevşemiş halde yatar. İnisiyasyonlardaki cehenneme iniş ya da ikinci doğuş denilen bu olgular Şamanizm’de şaman adayının vücudunun sembolik olarak parçalanması suretiyle organlarına ayrılması ve sonra bu parçaların birleştirilmesi veya etlerinden sıyrılmış kemiklerinin etlenmesiyle vücuduna yeniden kavuşması olarak simgelenir. Sırra erme denilen bu süre zarfında, hami-rehber varlıkları şamanın ruhuna şamanlığı için gerekli her şeyi öğretirler. Bu işlemler bittiğinde ve hipnotik uykudan çıktığında, aday kendini birtakım güçlerle donanmış ve bir hayli değişmiş halde bulur. Artık yalnızca bedensel gözleriyle değil, ruhani gözüyle yani kalp gözüyle de görebilmektedir.”
“Göktürkçede ve Uygurcada “ruh” için can anlamına gelen “tın” sözcüğü kullanılırdı. Bu aynı zamanda “soluk” demektir. Ölüm, soluğun kesilmesi, ruhun bedenden ayrılıp uçması biçiminde düşünülürdü. Bu yüzden de bazen “öldü” yerine “uçtu” denilmektedir. Ruhları öbür dünyaya göç eden ataların, orada rahatsız edilmemeleri, iyi yaşamaları gerektiğine inanılırdı. Şamanizm’de köpek ruhun yaklaştığını uzaktan acı ulumayla haber verebilmektedir. Sıradan bir kişi bu ruhu görürse bu onun pek yakında öleceğine işaret sayılır. Şaman dünyasında ölüme inanılmadığı için Anadolu’da çoğunlukla “öldü” kelimesi kullanılmaz. Ruhun ölmediğini vurgulamak için, “Göçtü”, “Dünya değiştirdi”, “Hakk’a yürüdü” gibi anlatımlar kullanılır.”
“Asya Şamanizm’inde yer alan üç âlem: Yer, yeraltı, göktür fakat bunlar sembolik ifadelerdir. Yeraltı terimi Asya’nın kimi Şamanist geleneklerinde öte-âlem anlamında kullanılır, kimi Şamanist geleneklerinde ise ölüm olayının akabinde yaşanılan kargaşa ve vicdani hesaplaşma dönemini ifade etmek üzere kullanılır. Dolayısıyla, bazı Şamanist geleneklerde yeraltı denildiğinde, genellikle öte-âlemin titreşim düzeyi kaba ve yoğun ortamları söz konusudur. Yeraltı deyiminin bu anlamda kullanıldığı şamanist geleneklerde öte-âlemin huzurlu ortamları ise “gölgeler diyarı” gibi başka ifadelerle belirtilmektedir. Yakut Türkleri, Çukçiler ve Yukagirler, insanın üç “can”ı olduğunu kabul ederler. Ölüm olayında biri mezarda kalır, biri gölgeler diyarına iner, üçüncüsü ise Göğe çıkar. Ölüler, bir süre sonra, yeryüzünde tekrar doğabilirler. Uygurlar, inandıkları sürekli olarak tekrar doğma olgusuna “sansar” adını verirler. Bu kavram Altay, Yakut ve Uygur Türklerinin geleneklerinde şöyle açıklanır: İnsanların yaşadığı Yer, ölülerin göçtüğü “yeraltı” (öte-âlem) ve spritüel anlamdaki Gök’ten oluşan üç âlem ya da ortam, merkezlerinden geçen bir eksenle birbirine bağlıdır. “Yer’in göbeği” ile “Göğün göbeği” arasındaki bu eksenin geçtiği, bu ortamların ortasındaki delikler ya da açıklıklar bir tür geçittir. Şaman gölgeler diyarına giderken öncelikle “Yerin göbeği”ndeki bu delikten “Yer’in Ekseni”ne ulaşmak, sonra da “Yeraltı”nın cehennemi kısmından geçmek zorundadır. Ölen kimseler de bu yolculuğu yaparlar ki, bu yolculukta ölünün geçemediği takdirde azap çekmesinin söz konusu olduğu bir köprü’yle karşılaşılır. Kuzey ve Orta Asya Şamanizm’inde yeraltı âlemi 7 veya 9 katlıdır. Ölüm olayı ile beden terk edildikten sonra kimileri yeraltı katlarındaki ortamlara, kimileri ise Gök katlarındaki ortamlara giderler.” “Evrenin ekseni ya da direği kimi zaman kozmik dağ ya da evren ağacıyla özdeşleşir.” Altay’larda göğün üç ve dokuz katından söz edilmektedir. Ayinler sırasında göğün bu katlarına çıkılır. Bazı toplumlarda 33 gök dairesinden bahsedilmektedir. Altay Türklerinde tanrı Ülgen’in yedi veya dokuz kızı ve birtakım yardımcı ruhları bulunmaktadır.”
“Şamanizm’de yeraltı denildiğinde bilinen fiziksel anlamıyla “toprağın altı” anlaşılmaz. Yeraltından, her ölen insanın ruhunun göçtüğü ve Şamanların trans deneyiminde gittiği çeşitli katlardan oluşan bir âlem anlaşılır. Şaman, trans deneyimi sırasında, yapacağı uygulamanın amacı ve türüne göre, ya yeraltı âlemine veya Göğe gider. Örneğin, bir hastayı iyileştirmek için Göğe çıkması gerekir, fakat ölünün ruhuna eşlik etmek, hastanın ruhunu geri getirmek ya da yeryüzünü terk etmek istemeyen ölüleri gölgeler diyarına götürmek için Yeraltı’na inmesi gerekir. Fakat her iki halde de şamanın önce yer altı âlemine gitmesi gerekir, yani herhangi bir nedenle Gök katlarını aşması gereken bir şamanın önce yeraltı denilen âleme inmesi gerekir, kimse “Yeraltı”na inmeden Göğe çıkamaz. Yeraltı kavramı Grek tradisyonunda Hades biçimine dönüşmüştür. Şaman inisiye adayının saflaşması için geçireceği yeraltı âlemindeki “organlara ayrılma” deneyimi kimi inisiyasyonlarda “cehenneme iniş” ifadesiyle, Simya’da ise Vitriol ifadesiyle dile getirilmiştir.”
“Bütün bu acılara dayanan ve hiçlik boyutuna ulaşan varlıkların da bu sonsuz huzur boyutunda kaybolmaması ve yok olmaması için, bu tehlikenin varlığını bilen kadim şamanlar ve eski Tao ustaları, bunun üstesinden gelebilmek için çeşitli yöntemler kullanmışlardır. Ein Soph’tan yani bilinmeyenden geri dönmeyi başaran bir Kabalacıya genellikle aziz denilir. Karanlığa inip geri gelebilenin yaşamı artık sonsuza değin değişmiştir. “O aynı ama farklıdır!” Çünkü o “Kaosun Muhteşem Düzeni”nin Kozmik bilincine ulaşmış, “Bütünün Bilinci’nden ayrı olmanın ifadesi olan kaotik yapıda “Bütünün Bilinci”nin” ifadesi olmuştur. Yani “heplik âleminde, hiçlik âleminin ifadesidir artık”.”
“Şamanizm’de alt âlemler hayvan bitki ve taşları ilgilendirir. Orta âlem insanları ve üst âlem ise tanrısal ruhların olduğu âlemdir. Şaman ise tören sırasında kendinden koparak bu üst âleme geçmekte ve tanrısal âlemle bağlantı kurarak insanlar için yardım istemektedir. Şamanizmin temeli tanrı, insan ve doğanın uyumuna dayanır. Şamanlık atadan gelen gücün evlatta ortaya çıkması ile olur. Şamanlar topluluklarının sağlığı ve esenliği için çeşitli dualar ederler ve bu gizli yöntemlerin kuşaktan kuşağa aktarıcısı ve koruyucusudurlar.”
“Gökle yeraltı arasında yani güzellik ve kötülük arasında insanların yaşadığı yeryüzü bulunmaktadır. Yeryüzü iki zıtlık arasında yaşamın varolduğu bir yerdir. Siyahla beyazın, iyilik ile kötülüğün, güzellik ile çirkinliğin mücadelesi arasında kalan insanın kendi doğru yolunu ruhlarının yardımı ile bulmaya çalıştığına inanılırdı. Evrenin yollarını kat etmeye çağrılan şaman, yolunu kaybetmemek için bu yolları mümkün olan en iyi şekilde tanımalıdır; belirli hedeflere yönelmesi nedeniyle bu hedeflere nasıl varacağını bilmelidir.”
“Maya Şamanizminde de üç âlem kavramı görülür. Yer, yeraltı âlemi ve ilahi olan ruhsal gök. Aztek geleneği gibi, Maya geleneğine göre de, ruhsal gök birçok “gök katı”ndan oluşurdu. Yeryüzü ile ilâhî âlem arasında bu ortamlardan en aşağıdaki ya da en yoğun ve kaba olanı insanların yaşadığı yeryüzü idi.“Eski Mayaların din adamlarının uygulamaları onların birer şaman olduğunu göstermektedir. Araştırmacı yazarlar, eserlerinde Amerika Şamanizminin Asya Şamanizminde görüldüğü gibi, bir inisiyasyon içerdiğini belirtirler.”
“Şaman inanışına göre ruh fizikî bedeni 40 gün sonra terk etmektedir. Türk destanlarında kırk sayısı çok yer alır ve kırk yiğitler, kırk kızlar… Hikâyelerde ve masallarda kırk gün ve kırk gece düğünler, kırk haremiler, kırk satır ve kırk katır çok geçer. Bazı ejderhalar vardır ki onlar yenilmez ve ölmezler, ancak bunların tılsımları bozulursa ölürler. Bu gibi ejderhaların kırk günlük bir uyku zamanı vardır. İşte bu zamanda ejderhanın yanına gidilir, üzerinden kırk tane kıl koparılır, ateşe atılarak yakılırsa ejderha da ölür. İslâmiyet’te ölümün ardından 40 gün geçtikten sonra Kur’an ve Mevlit okutma âdetlerinin, Musa’nın Tanrı’nın buyruklarını Tur dağında 40 gün 40 gecede almasının, eski Mısır’da firavunun ölümünden kırk gün sonra cennete gidebilmek için bir boğa ile mücadele etmek zorunda kalmasının, Hıristiyanların paskalyaya 40 gün oruç tutarak hazırlanmasının, Ayasofya kilisesinin zemin katında 40 sütununun ve kubbesinde de 40 penceresi olmasının kökeninde o devirlerden kalma şaman veya totem gelenekleri yatar.”
Günümüzde Şamanizm’den kalan birçok adet ve gelenek bulunur. Su dökerek uğurlama
mum yakılması, ağaçlara bez bağlanması ve dilek tutulması, istenmeyen bir olay duyulduğunda tahtaya el ile tokmak gibi üç kere vurulması da, kötülükten korunmak, kötü ruhların duymasını önlemek amacına yönelik eski bir Şaman inanışıdır. Kurşun Dökme de Şaman geleneklerinden kalan bir âdettir. İnsana musallat olan kötü ruhların olumsuz etkisini ortadan kaldırmaya yönelik olarak çok eski dönemlerde uygulanan sihir kökenli bir ritüeldir. Mezar taşı koyulması uygulaması da Şamanizmden kalmadır. Bazı insanların olağandışı özellikleri olduğu ve bunların bakışlarının karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine, kötülük yaptığına inanılır. Bunun önüne geçmek için “nazar boncuğu”, “göz boncuğu” takılır.
Eski toplumlarda büyü, din ve yaşam iç içe geçmiştir. Büyü eski Mısırda, Şamanizmde, İnka-Maya kültürlerinde, Hint ve Tibet dinlerinde, Babil’de görülmektedir. Kadim kurallardan birincisi, parçanın bütüne ait olduğudur ve bir saç parçasına yapılanın bütün tarafından hissedileceğidir. Muskalar da aynı şekilde ortaya çıkmıştır. Bir maddeye negatif veya pozitif enerji verilir ve istenen amaçla kullanılır.
“Gök Direk, Orta Asya Şamanizm’inde, Hayat Ağacı ve Merdiven sembolizmaları arasında görülen özgün bir semboldür. Gök Direk veya Dünya Direği, bir tür Hayat Ağacı sembolü olarak yerleşim yerinin meydanına dikilen ve tepesinde özel bir kuş veya özellikle çift başlı kartal bulunan bir kutsal sırıktır. Dünyanın temel dayanakları sayılan Gök Direkleri, sembolik olarak, gökyüzünde Tanrı’nın kudret ve kuvvetini simgeleyen yüce çift başlı kartala kadar uzanır. Ulu kartal bu sırığın doruğuna tüner. Güneş doğunun, Ay batının sembolü olduğu için kartalın iki başı bu yönlere doğru dönüktür. “Göğün de bir direği vardır” şeklindeki bu inanış, yeryüzünde çok yayılmış ve âdeta insanlığın bir malı olmuştur. Avrupalılar, eski Roma ve Yunan kültürleri de bu direğe inanırlardı. Bu inanış, Türklerde de vardı. Türkler göğün direği olarak Kutup Yıldızı’nı düşünmüşler ve bu yıldıza “Demir-Kazık” veya “Altun-Kazık” demişlerdi. Orta Asya Türkleri tek Tanrılı bir inanış olarak kabul edilebilecek “Gök Tanrı” dinine inandıkları görülmektedir. Ülgen’in altındaki Tanrılar ancak, ikincil dereceli tanrılardır.”
“Çeşitli toplumların mitolojilerinde sözü geçen ağaç kimi zaman yaşamı, kimi zaman da evreni tasvir etmek için kullanılır. Birbiriyle ilişkisizmiş gibi görünen birçok toplumun ortak ağaç motifi paydasıdır. Çünkü ağaçlar kökleri ile yeraltında, gövdesi ile yeryüzünde ve ışığa yönelen yaprakları ile gökyüzündedir, yani evrenin üç katını birleştirir. Yaşamı en iyi simgeleyen de ağaçlardır. İlkbaharda çiçek açmaları, meyve vermeleri doğumu, sonbahardaki yaprak dökümü ise yaşamın sona erişini çağrıştırır. Semitik gelenekte Hayat Ağacı’nı literatüre girişi Tevrat’ta geçen “Tanrının bahçe ortasına Hayat Ağacı’nı ve Bilgi Ağacı”nı dikmesi ile başlayıp; Âdem-Havva’nın Şeytan’ın tahriki ile bu ağacın yasaklanan meyvesinden yedikleri için cennetten kovulmalarıyla devam eder. Yenilen elma bilgidir; yılan ya da şeytan akıldır.” Hayat Ağacı, çoğu efsanelerde, Kaybolan Hazine ya da Kelime gibi, mitos kahramanın önüne çıkan çeşitli engellere rağmen aradığı ve ulaşmak istediği ana hedef ve amaç olarak gösterilir.”
Birçok kadim kültürde benzer adlarla yer alan “Ankh” işaretinin bir benzeri şaman sisteminde de mevcuttur; figür üç âlemi temsil eder. Şamanizm tefekkürü çok tanrılı çok ruhlu ve totemli gözükmekle beraber, Uygur tapınakları incelendiğinde farklı bir görüntü ile karşılaşılır. Aslında var olan tek tanrı Gök Tanrısı’dır. Tanrının insanlarla veya başka cisimlerle tasvir edilmesini kabul etmemektedirler. Putlar tanrının tasviri olarak yapılmamıştır. Birinin çok sevdiği bir yakını öldüğünde onun sureti yapılmakta ve evde saklanmaktadır. Şamanizm halk kültürü kanalıyla birçok öğesini tek tanrılı dinlere taşımıştır. Bazı uygulamalar ve halk arasındaki inanışlar Şamanizmin izlerini taşır. Şamanın en önemli görevi ise çocuk ve torunlarına evrensel denge mekanizması çerçevesinde bilgelik aşılayarak onları en iyi şekilde yetiştirmek ve hayata hazırlamaktır.
“Unutmayın çocuklarınız sizin değildir. Onları Yaratıcıdan ödünç aldınız.” Kızılderili sözü
Berk Yüksel
Kaynakça:
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eamanizm
http://en.wikipedia.org/wiki/Shamanism
Michael Harner; Şamanın Yolu
http://www.sonsuz.us/node/1752
Şamanizm; Mircea Eliade
http://www.dunyadinleri.com/samanizm.html
http://www.historicalsense.com/Archive/Samanizm_1.htm
Şamanizm – Türkler’in İslamiyetten Önceki Dini; Cemal ŞENER
Okültizm – Tarih Boyunca Gizli Bilimler; M.Reşat GÜNER
http://girgin.org/ansiklopedi/samanizm.htm
Ana Britannica Ansiklopedisi, Cilt 5
2. Gelişim Hachette Ansiklopedisi, Cilt 2
Semih Yağcıoğlu; http://www.dinlertarihi.net/konu/samanizm.html
Ruhsal Gelişim ve Kader; Ender SARAÇ
Masonik Merdiven; Tamer Ayan
Kaosun Muhteşem Düzeni “varoluş”; Süleyman Diyaroğlu