Sartre sen kimsin?
“Sartre sen kimsin?”
Gıcığım bu adama, ne yapalım?
Haşarat sülalesinde halay başı.
Ama sen korkma.
Diyeceklerim felsefe lak laka aleminin cümbüş kazanından çıkma laflar değil.
Hafifmeşrep sirto bizimkisi.
Bak şimdi, bir dershane açmışlardı Ankara’da, 2004 yılıydı, küçük bir bina, kapısına ışıklı levhayla yazdılar “since 2004” (2004’den beri).
Dershane 2005’de kapandı.
Geçen gün baktım Samsun’da işkembeci açılmış, vitrine yazmışlar “since 2014”.
Dedim “galaksi biter, bu millete bir şey olmaz”.
Sartre senin yatacak yerin yok, sen sus.
Fransada, Ingiltere’de falan var öyle yerler, adam “1789’dan beri” demiş lokantaya, zaten şehir kanalizasyon şebekesi dahil o zamandan.
Shakespeare zamanında kalma birahaneler var.
Zaten, hazretin baba evi ayakta.
Iyi mi?
Değil.
Saçma hatta.
Bizi bozar usta.
Biz tarih insanı değiliz.
Bakma, öyleymiş gibi yapıyoruz.
Hani, ceddin deden, neslin baban, mehteraaan.
Yok, inanma, bunlar bizim “-mış” gibiliklerimiz.
Tarihi seviyor gibi görünsek de, zerre ilgimizi çekmiyor.
Külliyen yalan.
Aslında bizim zamanla kurduğumuz ilişki, ne Batı gibi, ne de Doğu gibi.
Bakmayın o koca laflara, Topkapı sarayı falan kimsenin umurunda değil, otel yapılsa, yapılır.
Gece kulübü biraz zor ama, hani harem dairesine gözleme salonu açılır.
Hattuşa?
Haşa…! Turist geliyor diye ayakta.
Efes zaten ne ki?
Kapadokya..? Rüzgarla gelen, rüzgarla gider.
Biz tarih insanı değiliz, biz zamanda yaşamayız, bizim bellegimiz yoktur, biz bellekte bilgi saklamayız bu nedenledir ki biz uzun süreli kurum oluşturmayız.
Biz arşivci değiliz.
Biz kayıt tutmayız.
Biz resim de yapmayız, not da almayız.
“Söz uçar” dediler, sadece söze güveniriz.
Çünkü kalmaz, o uçar.
Bak bu önemli.
Biz kalıcı olanı, sabitleşme eğilimi göstereni sevmeyiz.
Biz, geçmişin kalıntısına bir bakar, geçeriz.
O, sadece bir “kalıntıdır”.
Anladın mı Sartre?
İşte bu büyük avantajdır.
Çünkü, tarihe, yani belleğe gömülmeyen, belleğin yani zamanın esiri olmayan kişi ya da topluluk, hürriyeti bilir.
Anlatamaz, ama yaşar.
Dilediği yere, dilediği evi yapar, sıkılır, çeker gider. Gittiği yerde sıkılır, yine gider.
Bu gibiler, adaptiftir afedersin.
Evrimde en dayanıklı mamül yani.
Her şekle, anında bürünürler.
Dünyada oksijen mi bitti, solungaç oluştururlar; besin mi tükendi, beden dışında yaşam formu kurarlar… bunlara her türden sorun vız ve tırıs …
Neden?
Çünkü, bunlar zaman dışında yaşarlar.
Asıl yemek hep dürumdür, ekmek hiç yoktur.
Kim uğraşır ekmek için?
Tarla lazım, değirmen lazım, fırın lazım…
Ohhoooo…. derde bak? Hepsini topla, insanlık tarihi içinde mahzun eser mübarek.
Oysa dürüm öyle mi?
Biraz un, bir sacayağı, bir yassı sac, iş tamam.
Gerisi, kül ve duman.
Biz dürümden vaziyet çıkartan insanlarız.
Sen kimsin Sartre?
Diyeceğim o ki dostlar.
Ingiliz, Fransız kendi tarihinin kavramında (ki o zamana bağlıdır) esirdir. Onun için yaşamsal değerdir tarihin küflü sayfaları.
Bizim için o sayfalar soba tutuşturacak araçtır.
O kadar ..!
Şaka değil, biz her türden değişime, hop hop değiş ton ton durumundaki karasal canlı formlarıyızdır.
Yeter ki, tarihimize kimse dil uzatmasın.
(Bu da yegane şakamız kendimize yaptığımız)
Ben bu Sartre’a hakikaten gıcığım.