Sembollerin Dilinde Karşılıklılık İlkesi
Gelenekte, sıklıkla, zıtlıklar içeren sembolik bir dille karşılaşırız.
Gelin buna ‘zıtlık’ demeyelim, az biraz kulak tırmalıyor tabir.
Siyah – beyaz, yıkıcı – yapıcı, soyut – somut, zahir – batın…
Bu ikili düzeneğin içinde bir karşılıklı uyum var, dolayısıyla ‘karşılıklılık’ demek sanki daha yakışacak.
Öyle bir karşılıklılık ki, içinde alış – veriş var, yani karşılıklı aktarım, bu sayede beslenip büyüme var.
Büyüyen ne?
Yansıyan neyse, o işte.
Yok, daha neler!
İlerleyelim arkadaşlar, yol uzun.
Karşılıklılık ilişkisi içinde, yönler de var elbet, sağ – sol, yukarı – aşağı, doğu-batı gibi.
Bu yönlere mekanın dili ile yaklaşırsak, söylenenler anlam kazanabilir.
Mekan neresi?
Ohooo…! İki cümlede bir soru ile gideceksek, yapacağımız hareket yerinde dönüşlerden ibaret kalır.
İlk mekan beden olabilir, sonra?
Sonra, beden genişler ev olur, mabet olur, taa evrene kadar gider işin ucu.
Fiziksel evren olur, zihinsel evren olur, ruhsal evren olur.
Senin fındık kabuğundan hallice, kendi evrenin olur.
Evren olunca zaman da lazım, onsuz olmaz.
İşte, topu birden mekan olsun bunların.
“Olmaz” diyecek elbet vardır, lakin şunun şurası iki muhabbet edeceğiz, elinde limonla dolaşanlar da bir zahmet bıraksınlar limonu.
Efendim,
Üç kez yüce/bilge Hermes (Trismegistus) yasalarının ikincisi de bu karşılıklılık ilkesine gönderme yapmaz mı?
Yapar.
Gökte ne varsa yerde de o derken, varoluşun farklı boyutlarında olaylar, olgular, durumlar arası sürekli ve karşılıklı ilişkiler olduğunu söyler.
Burada, ‘ilişki’ den kast edilen aslında süreçtir.
İlişki = Süreç, bunu bir kenara yazmak lazım.
Bir kapı bulup girelim, yoksa ortalık yerde laf ebesi kılığında dönüp duracağız.
Efendim, yukarıdaki çizimde, Ardhanarishvara’yı görüyoruz.
Yukarıda ne varsa, aşağıda da o var gibi bir espri yapmaya vesile oldu resmi aşağıda da kullanmış olmak, niyet bu değildi elbet.
Ardhanarishvara ortadan eşit bölünmüş, yarısı dişi, yarısı erkek, Hindu tanrısı.
Sağ yarı, erkek (eril ilke) Şiva.
Sol yarı da dişil ilke Shakti.
Hint mitolojisi evreni bir insan vücudu gibi varsayar, kutuplara Puruşa ve Prakriti der.
Bu iki kavram oldukça karmaşıktır, hatta Hindu geleneğinde tanımdan kaçınılır ve “her ekol ve birey, kendince tanımlar” diye, geleneğin en şahane tavrını sergileyerek, süreci (ilişki) katılaşmaktan alıkoyarlar.
Doğanın canlandırıcı nedeni diyen de olur, Puruşa= tüm yaşamı yaratan kozmik varlık, saf bilinçtir, nurun doğduğu şafaktır, ruhtur diyen de her yere yayılan evrensel ilkenin soyut özüdür diyen de.
Parkriti ise, tahmin edeceğiniz üzere maddeye dönük, ilksel maddenin formu, doğa, beden…
Peki, kılıç nerede ey şövalye?
Sol elde, kadında yani. Kuvvetin dişi de işi ne?
Ayaklar da buna göre pozisyon alır, sol ayak sağ yandan çıkar, diğeri de sol yandan.
Sol olan dişil tarafın saçı siyahtır da, sağ taraf sarıdır, tepeden beyaz fışkırır da, üstüne oturduğu aslan postudur …
Sağ olan soldur ama sol da sağ, aslına bakarsan, ne sağ vardır ne de sol.
Aşağıdaki çizimde de Ardhanarishvara var, kılıcın (kuvvet – enerji) olduğu yanda, kaplan var; eril tarafta ise inek, sütten ırmaklar evreni mi oluşturuyor? Eski Mısır’ın inek çizimli tanrıçası Hathor’un memelerinden çıkan süt samanyolunu (milkiway) oluştururdu.
Burada bir terslik yok mu?
Terslik veya zıtlık demiyoruz, başlarken ‘karşılıklılık’ demiştik, öyle bir durumla karşı karşıyayız.
İkisi birlikte, karşılıklı ilişkide, aktarım sürecindeler, Yin ile Yang.
Zaten yarım olmaz, ayırmak mümkün değil ki…İkisi bütün içinde Bir olandır.
Beyindeki sağ – sol parçalarla ilişkili mi bu?
Elbette, beynin sağ tarafı dişil, sol tarafı da eril kabul edilir. Beynin sol (eril) tarafı bedenin ters bölümünü, yani sağ tarafını kontrol eder. Keza beynin sağ bölümü de (dişil) bedenin sol tarafını kontrol eder.
Burada insan ister istemez Brahma’ya takılır, çünkü akla Ra, Rahman, Rahim, Rabb gibi sözcükleri getirir, doğrudur da. Kadim Hint öğretisinde Brahma veya Brahman en büyük yaratıcı güç olarak bilinir.
Derler ki, gelenekte Rahman eril olandır, pozitif-aktif enerjiyi o taşır, Rabb ismine dönüşürken dişil olan Rahim (negatif – pasif enerji) ile birleşir ve Rabb çift kutuplu hale dönüşür. Bu durumda, Brahmi dişil olan Rahim karşılığı, Brahman da eril olan Rahman’ın karşılığıdır.
“B-rahman dendiğinde, o ‘B’ neyi anlatıyor?” gibi bir soru çıkar ortaya.
B harfi, gelenek koridorunda düaliteyi, çift kutupluluğu anlatan bir harf. Her ikisini de içereni anlatıyor.
“İbrahim adı da mı Brahman’dan?”
Evet, Abraham, İbraham, Brahman … hep aynı yere götürüyor bizi: B- Rahman. Yani, çift kutbu içine almış olan, hem dişil hem eril enerjiyi barındıran yaratıcı güç.
Ama, hepsinin de içindeki temel ses Ra’dır.
Ra güneş ise (yaratıcı enerjiyi temsil eden ışık), bir de Ay var ortada. Güneş veren, Ay alan, yansıtan, bu karşılıklılık içinde sembolik ilişki yürür. Ay, aynı zamanda alan olduğu için öğrenen, maruz kalan, sunan, dişil olan olurken; Güneş, veren olduğu için, yayandır, öğretendir, yaratan ve isteyendir. Raoul Berteaux’un anlatısıyla, bu ikili (karşılıklı) anlam yüklü model düşünüldükçe, üstüne kafa yoruldukça kendi otonomisine kavuşur ve yaratıcı model haline kavuşur. İşte bu anda itibaren Güneş ve Ay’ın birlikte resmedilmeleri bir sembol halini alır. Daha sonra bakarız ki, kare ve onu çizen gönye Ay’a, daire ve pergel Güneş’e götürür ve onlarla aktarım kurdurur. Derken biri insani, arzi, mekana bağlı olan, somutla ilişkili olan olur, diğeri semavi, soyut, sınırsız olan. Ama karşılıklı ilişki hep devam eder. Karşılıklılığı besleyen yeni semboller devreye girer, sayılarla bütünleşir, efsaneler ve mitler bunlarla destek verir, derken bir de bakmışsın bir koca külliyat zihinde gül gibi açıldıkça açılır.
Yukarıdaki ikili yapının İslam’ın Batıni geleneğinde de karşılığı vardır. Allah’ın Cemal ile Celali’nin karşılıklılığındaki birliği temsil ediyor olması gibi.
Eril enerjinin dölleyici yapısı ama aynı zamanda da karşıtlığı içinde tezahür eden yok edici yanı ile var edici yanının, süreli birbiri içinde olan karşılıklı tezahürleri.
Burada bir önemli detay var ki atlamayalım. “Süreli birbiri içinde olan karşılıklı tezahürler” derken, gelenek bize tezahürlerin sürekliliğinin önemini vurgular.
Yansımalar (yine mi?) süreklidir ve yansımalarda ortaya çıkan sonuçlar (olgu) bütün (izafi) zaman içinde sürekli olagelmektedir. İnsan aklı bu sürekliliği doğrusal zaman içinde, baş-son algısıyla bir sistematik düzene oturtur ki mantığı algılasın, içinde ritüel oluşturup, yanılsamayı kendince anlamlı kılsın.
Biraz sonra Fu Xi ile Nüva’ya girince, bu erkek – dişi, kaplan – inek, ruh-madde karşılıkları daha iyi görülecek.
Ama önce bir Pir’e uğrayalım.
Hacı Bektaş Veli’nin çizimlerinde de durum budur.
Pir, sağ elinde ceylan, sol elinde de aslan ile durur.
Müze’nin girişindeki Üçler Çeşmesi üzerinde, taşa oyulmuş heksagram (altı köşeli yıldız) da, aslında aşağı / arzi yönelimli (dişil) üçgen ile yukarı / semavi (eril) yönelimli üçgenin, dengede buluşarak, yıldızı oluşturmasıdır. Maksimum denge halinde, bütünlük ifade edilir. (Burada bütünlük oluşur diyemeyiz, o zaten vardır, oluş O’nun varlığının, yokluktaki tezahürlerinden ibarettir).
Buralara kadar sabır sebat gelmiş, kahraman kişi, hiç Fu Xi ile Nüva’yı duydun mu?
“Duymadım ama işittim…”.
-Vay ki vay….!
Onlar da duyulmak için bu çağrıyı bekliyorlardı zaten.
Kadim Çin kültürünün eşsiz sembolik kahramanı, karakteridir Fu Xi ile Nüva.
Efsaneye göre, bir büyük tufan (sel) geldi, ortalığı sildi, süpürdü.
(Bu sel konusu da başka muhteşem sembolik durum, silip – süpürme, yeniden o temiz olan başlangıça dönme arzusunu anlatıyor, her devirde şu söz geçerli: Biz boka battık afedersin, oysa başlangıç ne kadar da temizdi, yeniden bir temizlenip, o masum olduğumuz günlere dönmek lazım. Olmayan başa dönme arzusu da aslında masumiyeti arama çabamızın bir tür sembolik motivasyonu, ama aynı zamanda da derin bir psikoz.)
Evet, kahramanlarımız aslında iki kardeş, selden bu iki kardeş canlı çıkar.
Dağın doruğuna yerleşirler.
İlahi varlık birleşmelerini onaylayınca, hoppaaa…!
Kökendeki büyük günah ve utanç zemine bir halı gibi serilir ve üstüne insan ırkı iki kardeşten doğar.
Sen sanırsın ki gönye ve pergeli duvarcılar buldu.
Bak Nüva (dişi) elinde pergel var, erkek olan Fu Xi’de gönye.
İkisi eş veya kardeş olarak anılsalar da, sonuç olarak eril-dişil birlikteliğini oluştururlar.
Buradaki gönye ve pergelin pozisyonu hafif kafa karıştırır. Gelenekte pergel erildir, gönye ise dişil, burada ise duruşlar terstir.
Gönye ile çizilen kare yere aittir, arzidir yani dişi ilke. Pergelin çizdiği daire ise semavidir, gökseldir, eril ilkedir.
Yukarıda, merkezleri bir (ortak) olan, birbiri içinde kare ve daire oluştururlar.
Kare (olmak) ise, daire (olmamak) dır.
Kare (yaratılmış) ise, daire (yaratılmamış) dır.
Kare (madde) ise, daire (ruh) dur.
…
Hintli dostların dediği gibi, bu yazılanlar kesin ve katı kurallar ve tanımlar değildir. Süreci katılalaştırmamak için ‘bu budur’ denmez, gelenekte her birey ve ekol, sembollerin dilinin kendilerinde yaşaması ve dilin kelamda var etmesi için onları serbest bırakmayı bilmelidir.
Evet, aynı zamanda gönye sabittir (pasif), pergel ise hareketli (aktif).
Dikat edilirse, burada da erkekte dişil olan gönye sol eldedir. dişide de tersi. Her ikisinin birer kolu birleşmiştir, keza belden aşağı da ejderha bedenidir ve birbirlerine dolanıktır (karşılıklılık).
Bu durumu, bütünün içindeki çapraz ilişki hali ile tanımlamak mümkün müdür?
Aristo ve Descartes gibi “Bölelim, parçaya indirip, tanımlayalım ki tanımlanıp anlaşılır, bilinir olsun” diyen, Batı’nın rasyonel aklının Baba’ları, bu şekli didik didik ederek, parçalarda tanım üretmeye çalışırlar. İlişkiler tanımlı ve sıralıdır. sistematik dizin takip ederler. Ya o’dur, ya da bu. Hepsi birlikte olmaz, çünkü zaman buna izin vermez.
Oysa, Hermetik ve inisiyatik gelenek, bize olanı bütünde görme-algılama disiplinini öğretir. Hem o’dur, hem de bu. Olan bütünde, sürekli ve hep birliktedir. Yansımalar aleminde insan özüne inebilirse, o halde aynada kendi yüzüne bakınca, bütündeki hali görür, M. Ali Hilmi Dedebaba’nın nefesindeki gibi:
Ayine tuttum yüzüme
Nazar kıldım özüme
Ali göründü gözüme
Dolayısıyla, bütündeki yansımlar parçada tanımlardan ibaret görünme biçimleridir. Algı özdeki bütüne ulaşacaksa, sembollerin dilini serbest bırakarak, o dilin rehberliğinde çapraz yürüyen bir at gibi ilerlemeyi öğrenmek gerekir.
Çapraz ilerlemede tekamül vardır.
Yani, yukarıda büyüme dediğimiz şey, yansımanın büyümesi.
Öyle ya aynada artık insan suratı görmekten bıkanlar için, görünümü değiştirme fırsatıdır.
Kim istemez, aynaya bakınca şebboy görmeyi?
Temel prensip yin – yang halidir. Sembollerle aktarılan bilgi kademeler halindedir, soğan kabuğu gibi, açtıkça çıkar… Birinci kademede ortaya çıkan Fu Xi (eril) ve Nüva (dişil) dir. İkinci kademede pergel (eril), gönye (dişil) olarak ortaya çıkarlar; üçüncü kademede ise, Nüva (dişil) eril olan pergelle birlikte, Fu Xi (eril) dişil olan gönye ile birlikte belirirler. Hepsi de birbiri içindedir, karşılıklı aktarım olur ve biri diğerinde tezahür eder, siz çoğalttıkça çoğalır bu kombinasyonlar ve tüm evreni kaplasalar dahi, yine hepsi vardır ve olan her şey birbiriyle bağlantı halindedir.