Sen, Ben ve Cehennem
”Cehennem diğer insanlardır” der Jean Paul Sartre. Akıl Çağı kitabının yazarı, yüzyılın en büyük düşünürlerinden olan Sartre, aşkı da boşuna bir çaba olarak görür. ”Aşk, iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. Oysa insan kendi bilincine mahkumdur.” der. Sartre kadar ümitsiz değilim aşk konusunda. Teslimiyet daha doğru bir tanım olabilir. Çabalamanın ötesinde görüyorum aşkı, savunmasız ve kırılgan kılıyor insanı. Kendi benliğinden dışarı çıkmaya mecbur bırakıyor, belki bir süreliğine (bilim adamlarına göre en fazla üç yıl) olsa da… Ancak aşkın yarattığı sis bulutları olmadığında, iki insanın anlaşmasının ne kadar zor olduğunu da öngörebiliyorum. Bu aşık insanların anlaştığı anlamına gelmiyor, birbirlerinden kopma gibi bir seçenekleri olmadığından, bir yolunu buluyorlar. Ancak aralarında böylesine bir çekim olmayan insanlar ne yapacak? Aynı dili konuşan onca kişi, birbirlerini anlamaktan da o kadar uzak. Sözcüklere yükledikleri anlamlardan, gizli niyetlere; bir arada olmalarını zorlaştıran, farklı kişilik özelliklerinden, yıkıcı duygulara pek çok faktör, aynı düzlemde buluşmayı da, iletişim kurabilmeyi de oldukça zorlaştırıyor. 10 Maddede İnsanlarla İyi Geçinme gibi kılavuzları çöpe attırıyor. Sartre gibi akıllı bir adamın, ”başkaları cehennem” diyerek işin işinden çıkabildiği bir konuya, sığ sularda yüzen kişisel gelişimcilerin formül sunmasını engelliyor.
Aslında ben bu cehennem tabirinin metafor da olmadığını düşünüyorum. Bu fikre ilk olarak NBC’nin the Good Place isimli dizisini izlerken kapıldım. Çevirisi İyi Bir Yer olan bu dizi cennette geçiyor. Yukarıdaki fotoğraftaki sarışın kadın Elenaor yaşarken insanlara çok kötü davranan, bencil birisi. Ancak öldükten sonra, bir hata sonucu cennete, yani iyi yere gider. Fotoğraftaki beyaz saçlı, gözlüklü olan da Micheal. Bu iyi yeri tasarlayan mimar, çok zeki olmasına rağmen durumu anlayamaz. Keyifle izlediğim bu komedi dizisi, Elenaor’un iyi birisine dönüşmek için harcadığı çabalar ve cennetlik insanların aralarında çıkan çeşitli çatışmalarla devam eder. İlk sezonun bitmiş olmasından dolayı, iyi yerin aslında güzel görünümlü bir cehennem olduğunu yazmamda da sakınca olmaz sanırım. Elenaor, herkesin birbirine bağırdığı bir anda aydınlanır ve birbirleriyle tartışan insanların birlikte cehennemi oluşturduklarını söyler.
Biz de dünyada aynısını yapmıyor muyuz? Eşler huzursuz, çalışanlar mutsuz, ülkeler savaş, halklar göç halinde. İnsanlar sürekli olarak çekişip, duruyorlar. Oysa binlerce yıllık tarihimiz ve kültürel birikimimizle savaşla barış, kaygıyla huzur, sıkıntıyla esenlik arasında tercih yapabilecek düzeye ulaşmış olmamız beklenirdi. Önyargıların cehenneminde sıkışıp kalmak yerine, farklılıklara daha toleranslı olabilirdik. Bencil dünyalarımızdan çıkarak, insanlarla birleşebilir, halden anlar ve kendimizi anlatabilirdik. Karşıdakine yaşam hakkı da, alanı da, ifade özgürlüğü de tanıyarak, birlikte yaşayabilirdik… Bunun yerine çekişmeye devam ediyoruz. Akıl çağını da geçip, bilgi çağına girmiş olsak bile; pek de gelişmiş bir tür olduğumuz söylenemez, değil mi bu durumda?