Sen o kuzu gözünü gerçekten yedin mi?
Bizim Selim geldi.
“Sen o kuzu gözünü gerçekten yedin mi?”
Yemedim tabii, zaten öyle bir yemek de yok, ama yazıyı kapuska üstüne kursak, etki yerlerde sürünür.
“Etki nedir?”
Alışkanlıkların insanı kendinden alması.
“Yani?”
Insan aslında alışkanlıkların elinde yol alır. Gündelik hayatın rutinleridir bunlar, bir bakmışsın hayat onlarla ilerliyor.
“Fena mı, yaşlanınca rahatlar insan”
Fena tabii, alışkanlık bellekle ilgili, bellek de geçmişin kasası. Insan geçmişin bilgisi ile bu günü, hatta bu anı karşılamaya kalkarsa çuvallar.
Bu an bu andır, geçmiş de geçmiş.
Bellekten bilgi çağırıp, “abisi bir yeni şarkı var, nasıl bu?” dediğinde, o sana şarkıyı bir özgürlük havuzunda dinletmez; ille dünü çağırıp, onun kulağı ile dinleyecek.
“Nerdeeee Müzeyyen, nerde bu?” gibi bir cevap verebilir, halbuki çalan yaylı sazlar için divertimentodur, mesela.
Bir yemek yer, bilinç hemen belleğe gider, o da ‘annem daha iyisini yapıyordu’ der.
“Bak sen şu hıyara”
Hıyarlığından değil, bilincin işine gelir belleği kullanmak, insanı bu yolla zaman çukurunda tutar, kolaydır çünkü, enerji kullanmaz.
“Bilinç belleği kullanmazsa, zamanla ilişkisi değişiyor mu?”
Tabii, şimdiyi geçmişle karşılamak huyundan vazgeçince, şimdi (yani an) zaman kıskacının dışına çıkar, bunu yer yer Krishnamurti de dile getirir.
“Diyorsun ki, alışkanlıklar, tekrarlar, geçmişe bağlılıklar… bunların tümü bizi öz bilincimize uzaklaştırıyor”
Tastamam öyle, tüm bağlar, sabitlenmeler, katılaşmalar, ideolojiye dönüşmüş düşünceler… bizi belleğe yollar, bellek ise zamana, zaman da elinde çatal bıçak, boynunda peçete, bekler tabağına düşmeni.
“Zamanın dışı mı var yani?”
Bir de Libya’da balda haşlanmış dana gözü var ki, yok böyle bir şey.