Sen Yapacaksın
Doğum günüm yarın, ama arkadaşım Aslı yurt dışına gidiyormuş; oralarda atlamasın diye önceden, dün aradı. Bilimum bankalar ve markaların kutlama mesajları da bugünden gelmeye başladı. Aslı’nın onlardan önce davranmasına sevinmedim dersem de yalan olur. Şirketler için veri bankasında bir isimden ibaret olduğumun farkındayım. E-postayla kutlamaları soğuk buluyorum, ancak açıp okuyorum yine de, ilginç değil mi? Otomatik gönderilmiş, dünya ticaretinde küçücük bir nokta olduğunu hissettiren mesajlar.Herkese tek tek mesaj yazmak için bir departman dolusu insanı işe alacak değiller tabi. (Aslında iyi olurdu, insanlar da iş bulurdu.) Hem çoğunluk otomatik mesajlara karşı olsa, CRM’ciler işsiz kalır ya da yepyeni taktikler bulmak zorunda kalırlardı. Demek ki işe yarıyor e-postalar, kutlu doğum haftana özel promosyon kuponları, girdiğin Internet sitesinde kendi adınla ve doğum günü şarkılarıyla karşılayan, eğlenceli uygulamalar. Belki de sanal bile olsa, özel hissetmeye ihtiyacımız var. Bu ihtiyaç yoksa muhtaçlık mı insanı sahteliklere zaman ayırmaya yönlendiriyor?
Eskiden saatlerce hediye aradığımı hatırlarım. El yazısıyla yazdığım mektupları, koca bir dünyanın benim için sadece bir kaç kişiden ibaret olduğunu. Geçmişi özlemle anıyor insan. Oysa Metin Bey (yıllardır Anadolu Aydınlanma Vakfı’nda seminerlerine gittiğim) geçmişin insana sadece hüzün ve nostalji duygusu verdiğini, bu yüzden de geride bırakılması gerektiğini söylemişti geçen pazartesi. Ya eski, güzel günleri özlermiş insan ki bu durum bugünün o zamanlar kadar hoş olmadığını gösteriyor. Ya da kaybettiklerinin yasını tutarmış. Yani elle tutulur hiç bir yanı yok geçmişin. Ne doğum günlerinin, ne de diğer hatıralarının…
Gelecekse belirsiz. Ya endişe veriyor insana, ya da; ya da ümit. Ümit kısmını sevdim. Güzel günlerin bizleri beklediği hayalini.Güçlendiriyor insanı; hayaller neredeyse bugünü bile kurtaracak. Yine de gerçeklerden kaçmamalı. Neyse halin, çıkar falın. Bugünümüz neyse gelecek de bir benzeri işte. Neden daha farklı olsun ki?
İşte tam burada yine ümit devreye giriyor. Mucizelere olan çocukça bir inanç. Kader-kısmet meseleleri. Küçükken, henüz inanmaya çok açıkken dinlediğimiz onca masalı tamamen unutmadık herhalde. Ne beyaz atlı prenslere bel bağlayıp, ne de Sindrella masallarıyla avunsam da; yapılan iyiliklerin de, kötülüklerin de insana geri döndüğü; bu Quantum evreninde her şeyin, herkesin birbiriyle bağlantılı olduğuna dair bir inancım var. Temeli masallara dayanıyor sanırım. Kadercilerden tek farkım; geleceği kendi ellerimizle ördüğümüz ve kendimizi yeniden tasarladığımızı düşünmem. Aldığımız her kararla, emek sarf ettiğimiz her konuyla, üstesinden geldiğimiz her korku ve def ettiğimiz tüm yargılarımızla. Hayatımızda neyi tutup, neyi bırakacağımız hakkındaki kararlarımızla. Nasıl birisine dönüştüğümüzle. Konrolümüz dışında, başımıza ne gelirse gelsin; talihsizlikler ya da şanslı olaylar, kim olduğumuzdan biz sorumluyuz. İyilik ve kötülüğün ötesini kast ediyorum. Toplumsal ve dinsel yönlendirmelerin, ortaklaşa oluşturduğumuz arketiplerin ötesinde; tüm özgünlüğümüzle ortaya koyduğumuz kişi bizim eserimiz.
İngilizcede ”self made man” diye bir tanım vardır. Zor şartlardan çıkmasına rağmen, büyük bir servet yapan, başarılı olan insanlar için söylenir. Kendi elleriyle kendisini yaptı anlamına gelir. Sadece maddi durumla kısıtlı ya da erkeklere mahsus da değildir. Self made womanlar da vardır.
40 artılara geldiğim bu yıllarda, inşaa sürecine devam. Emekle, sevgiyle, aşkla yoğrulmaya, tüm fazlalıkları atmaya, samimiyete, ”self made woman” olmaya…
Happy birthday to me 🙂
Not: Kimse neden İngilizce demesin şimdi. Geçmişi tam bırakamadım, kelebek misali dönüşemedim. Amerika günlerini de özlüyorum.