Sevgili Günlük
Bugün 12 Haziran 2008, saat 20:15
Yıllardan beri ilk defa, bir hafta sonu yapayalnızım. Zaman zaman yalnızlığı sevdiğimi bilirsin. Ama bu, çevrede birileri dolanırken; avını rahat yemek için kuytulara çekilen vahşi hayvanlar gibi “kendimi yaşama” güdüsüyle sığındığım iştahlı bir yalnızlık değil… Tercih ve kontrol dışı, çaresiz, şaşkın bir boşluk.. Belki de, batan güneşin şu muhteşem görüntüsünü kimseyle paylaşamıyor olmamdır esas can yakan.
20:20 : Ne zaman doldurdum bu rakı kadehini?.
Arkadaşım randevu iptalini bildirdiğinde eve giderken; “iyi oldu bu iş. Hiç değilse bugün içmem” demiştim..
Allahım!! Şu kızıl mucizeye bakar mısın!!.
20:25 : Nerden aklıma geldi de Goran Bregovic’in Mesecina’sını çalmaya başladım şimdi durduk yerde? Batan güneşle “ayışığına” hazırlık mı, içgüdüsel.. Bunu yapmayacaktım. Sonu bok bu işin…
21:00 : Eşim ve kızımla konuştum.. Türkbükü’ne gidiyorlarmış. Fidele barın önündeki ördeklere benden ekmek ısmarladım..
21:15: Şu anda Forever Young çalıyor fonda.. Yüzlerce parçalık Mp3 albümümde, bu şarkının bu ana denk gelmesi de ayrıca ilginç.
22:00: Bu akşam içmemeye karar vermiş olmam, 3. kadehi doldurmama engel olmadı.. Sence iradesizlik mi? Bence hayatı fırsat varken koşulsuz yaşamak.. Kasmadan…
“Kendini kandırma” diyebilirsin tabiki.. Sence kaç yazım kalmıştır? Kaç doğum günüm? Kaç Yılbaşım?… Pardon; Ağustos sıcağında, sırtımda hırka ile dolaşıp, sabah akşam bir avuç dolusu ilaç içerek, yıldırıcı, bıktırıcı eklem ağrılarıyla geçecek 70’li yaşlara göre sormuyorum..
Tutkuyla, çoşkuyla, sevişerek, içerek, gülerek, dokunur kaygısı olmadan yiyerek… Kahkahalarla, yalpalayarak eve gelmek.. Dostlarla kol kola. Düşe kalka… Ve dahi rezilce..
Sen “günlüksün” tabiki.. Dünya döndükçe, her zaman sana yazacak birileri olacaktır.. Ama benim o kadar zamanım yok.. Batan güneşin güzelliğini, dolunayın baştan çıkarıcılığını görecek göz, farkına varacak bilinç olmadıktan sonra; o yıllarımı sana hibe ediyorum. Helali hoş olsun…
22:30: Notebook’umu alıp balkona konuşlandım.. Rakının ateşi ve yazın sıcağı birbirlerini dost kıldıkları için, ben de denizden gelen esintiyi dost edindim.. Tam karşımda Süleymaniye Camii ve Ayasofya’nın altın sarısı ışıkları gecenin karanlığında çok güzel görünüyor.. Havada 5 adet uçak, Yeşilköy’e inmek için sıraya girmişler. İçindekiler tatile mi geldiler, tatilden mi dönüyorlar; bilinmez…
Sağ tarafta ise düalitenin “karanlık tarafı”nı temsil eden Siyami Ersek duruyor.. Pencerelerinde ne kadar çok ışık yanıyor.. Kim bilir o odalarda ne umutlar yeşeriyor, ne umutlar sönüyor. Ne kaygılar yaşanıyor.. Ne dualar ediliyor; sevdiklerinin bağışlanması için.. Fonda ise Paul Simon’ın “The Sound of Silence” şarkısı çalıyor..
22:45: Ahmak ıslatan bu gözyaşları da nereden çıktı şimdi..
23:30: Daldım gitti.. Hastaneleri ve içinde yaşanan acıları iyi bilirim.. Ne bayram, ne seyran, ne yaz akşamı bilmez. Hoyratça vurur yüreklerin en hassas yerine.. Bazen görgü şahidi olursun, bazen haberini alırsın bir bayram günü kapına gelen polisle; “baban hastanede vefat etmiş”…
4. duble de bitmek üzere.
00:30: Havada uçak kalmadı ama hastanenin ışıkları hala yanmaya devam ediyor.. Allahım n’olur yardımcıları ol.. Ne bu? Alkol mü? Yalnızlığın sonucu bir ajitasyon mu? Yoksa; 12 yaşında bir çocuğun, babasını kasvetli bir hastane odasında kaybetmiş olmasının günümüze taşınan travmatik anısı mı?…
01:00 : Cris Rea’nın “I Just Wanna Be With You” şarkısı çalmaya başladı… Öyle tuhaf bir yaştayım ki… Kontrolün hormonlardan, kişisel iradeye, tercihlere geçtiği; ya da tam dengeye ulaştığı bir yaş… Karambolden gol yemek yok… Adil bir maç bu..
01:30: Sevgili günlük, hiç öyle kıs kıs gülme.. 5. dubleye geçmiş olmam bir şey değiştirmiyor.. Kimbilir sana kaç kere yazdım; limitim yüksektir bilirsin…
02:00: Metal kutulu, kahve aromalı “cigar” içiyorum… Kutunun kapağında “Smoking kills” yazıyor.. Keşke yer olsaydı da; serseri maganda kurşunlarının, cinayet “kaza”ların, depremde çöken çürük binaların, mayınların, terörün, aymazlığın, cehaletin, töre cinayetlerinin, gafletin vs öldürücü olduğunu da yazsalardı…
Bence, bu topraklarda satılan sigara kutularına bunları da yazmalılar.. Misal “trafikte yol vermezsen öldürür”.. Böyle de görüş bildiririm yani.. Şaka gibi ama bu akşam “bir mesaj” var galiba; Cris Rea’nın “The Road To Hell” şarkısı çalıyor şu anda..
02:15: Mp3 albümümün “bazı güçlerin”kontrolünde olduğundan şüpheleniyorum. O ne? Banyonun kapısı kendiliğinde mi kapandı, bana mı öyle geldi?… Tırstım yaa…
02:30: Hayata güzel tarafından bakalım… bak müzik de düzeldi.. Çok sevdiğim, unutulmaz anılarımdan “Past Time Paradise” çalmaya başladı…
02:50: Sevgili günlük, yazmayı bırakıyorum… Gecenin sonuna geldik.. Ne güzel bir “ağız mızıka” melodisi bu.. Son dublemle keyfini çıkaracağım.. İyi geceler..