Sevgiliye Mektup
Bugün sana vereceğim tek sembolik hediye bu mektup sevgilim… St. Valentine’s Romalı askerlerin evlenmesinin yasak olduğu dönemde aşkı kutsamış, gizlice evlendirmiş ve bunun bedelini canıyla ödemişti. Adet ise sadece bugün aşkın kutsanması ve sevgiliye yazılan bir kart, bir mektup… Islak hamburgercinin bile Sevgililer Günü menüsü yaptığı, her nesnenin, objenin bugüne devşirilmeye çalışılmasından çok uzak bir anlam… Aşkın kutsaliyetinin kutsanması, bir pofuduk ayıya sığmıyor…
Aşka küsen yürekler, aşktan yaralı ruhlar, aşkı oyun sanan sığ bedenler arasında şükrediyorum varlığına. Nazım’ın Piraye’ye yazdığı şiirlerini, Nietzhsche’nin Lou Salome’ye mektuplarını, Kafka’nın gelmemiş aşkına yazdığı yazılarını okurken seni beklemişim… Merak ettiğim, dilediğim, hiçbir tasvirin yaşanmışlığına benzemediği aşkı sen gelince anladım, senin gelişinle bildim…
Okuduğum kitapta sen, yuttuğum her lokmada sen, dinlediğim her şarkıda sen… Gözlerine bakarken yüreğimi yakan, acıtan, gözlerimi dolduran, kollarımda sımsıkı sararken özlediğim.
Yaşanmışlıklarının beyaza boyadığı saç tellerini, korkularını, tek başınalığın yükünü, içinde öldürdüklerini ve yaşattıklarını, isyanını, yitirdiklerini, hayallerini, çocukluğunu, geçmişini, geleceğini sarıyor yüreğim, örtüyor ruhum.
Cenneti de, cehennemi de, yerin yedi kat altını, göğün yedi kat üstünü de yaşadı da bu beden…. Varoluşun ağırlığında aşkın koşulsuz, aşkın beklentisiz, aşkın hesapsız olduğunu öğrendi de bu ruh. Aşkın 5 adımının, ilişkinin 20 kuralının, kadın erkek farklılıklarının hikaye olduğunu da bildi de… Sen gelince yaşadı hepsinin gerçekliğini. Aşkın hesabı, kitabı, planı, sahte acıları, zorlamaları yoktu.
Sen gittiğinde yastıkta kalan kokunu içime çekerek uykuya devam ediyorum. Sevişirken, bedeninde çözünüp, gözlerinden geçip, ruhunun dehlizlerinde kayboluyorum. Senden çok uzaktayken sevincini, üzüntünü hissediyorum. Onlarca bedenden ruhtan geçip gelen bu ruh, ilk kez bir ruhu kaybetmekten, bir bedeni yitirmekten korkuyor. Onlarca gecenin ardından, her gece ilk kez gibi seni keşfediyor, sana dokunuyor, kokunu içine çekiyor…
Hayat fani, dünya mengene, her bir ruh arayışında… Çölün ortasındaki vaha sen, her şeyin fonunda senden benden doğan aşk… Seni, beni, günün yalanlarında kirletmeden yaşamak çok zor… Gün ağır, kıskançlıklar, hayatın sorunları, yükleri, sorumluluklar, çevredekiler… Hiç sanmıyorum ama belki kavga da ederiz. Kabuğumuza çekilmek, bazen kaybolmak da isteriz… Asık suratlı bir memurun onayladığından ibaret değil, iki ruhun birlikteliğinin kutsandığı bir hayatı paylaşırken hepsi olur, her şey gelir, geçer. Sarıldığımızda, öpüştüğümüzde, gözlerimize baktığımızda aslolanı hatırlar, gerçeği biliriz. Fani hayat üç gün, beş gün… Ne para ne pul, ne alkış… Son nefeste nefesini hissetmek, bir gün bile daha ayrı uyanmamak içinmiş ‘evlilik’ dedikleri sende öğrendim.
Bugün sana vereceğim tek sembolik hediye bu mektup sevgilim. Seni, beni sığdırabileceğim bir nesne bulamıyorum, cümlelerimin bile yetersizliğini gördüğümde… St. Valentine’in ruhunda, inadına aşka inananlara selam eden, aşkı günah sayanların, kurallara boğanların, aşktan korkan korkakların, dünyaya tapanların arasında özü veren gerçek hediye: Sen ve ben…
İlk Yayın: Posta Gazetesi – 10 Şubat 2015