Sezgi
“Şimdi sen bu sırları öğrenmiş olduğuna göre, söz vermelisin sessiz kalacağına
Ve asla açıklamamaya. Tekrar doğuşun nasıl aktarıldığını.
Bu öğretiler, özel olarak kaydedilmiştir. Yalnızca Atum’un bilmelerini istediği
Kişiler tarafından okunsun diye. Bulunmaz hiçbir ahenksizlik
Mekânı gökyüzünde olanlar arasında. Tek amacı vardır hepsinin, tek zihin, tek his;
Çünkü bağlanmıştır sevgi büyüsüyle onlar. Tek ahenkli bütüne…” (Hermetika)
Sezgi; “Felsefe Sözlüğü”nde şöyle tanımlanır: “En genel anlamıyla, gerçekliği dolaysız olarak içten ya da içeriden kavrayabilme, tanıyıp bilme yetisi. Adım adım ilerleyen gidimli düşünmenin ya da birtakım uğraklardan geçerek yol alan usavurmanın tersine, bir şeyi doğrudan doğruya algılayıp kavrama; bilinçli bir düşünme ve yargıya yarma süreci olmaksızın doğrudan, aracısız gerçekleşen anlama ya da bilme; hiçbir çıkarıma dayanmaksızın, dolaysız bir biçimde bilgiye ulaşma yordamı. Başka bir deyişle, önermelerden başka önermelere yönelerek, mantıksal yolla çıkarımlar yaparak ilkelerden sonuca ulaşan, tek tek parçalardan bütünlüğü olan bir düşünce oluşturan gidimli düşünme yoluna karşı, doğrudan ya da aracı kullanmaksızın düşünce kuran, bütünü bir kerede, bir bakışta tümüyle ele geçiren, şeylerin özüne dolaysız bir biçimde, doğrudan doğruya ulaşan, şeyleri tüm bir devingenliği içinde bütünlüklü kavrayan “içten duyma” yolu.”
Kimi felsefi akımlarda akıl yoluyla kavranamayacak gerçeklerin derin düşünme (tefekkür) yoluyla aranışı sezgi kapsamında değerlendirilir. “Gözlemsel veya ussal işlemlere başvurmaksızın insanın bir şeyi doğrudan bilme veya kestirme yetisidir.” Baküs öğretisinde inisiyasyon töreninde inisiye, iki meşale taşırmış, bunlar akıl ve sezgi; madde ve manaya hâkimiyeti sembolize eden meşalelerdir. Kadim öğretilerde inisiyasyon töreninin amacı yeni üyede içsel sezgiyi uyandırmak ve bilgilenmek için çaba harcaması gerektiğini göstermektir. Bu yolda gözlem, deney, akıl ve bilimin yanında sezgi gerçeği de önemlidir. Kadim sistemlerin en büyük hedefi özgür iradeli, “insan gibi insan” oluşumuna yardımcı olmaktı. Bu yolda birey başkasının ezberini ve çıkarımını değil, kendi aklını ve kendi sezgini kullanır. Sır, gizem gönüldedir; yetenek, tecrübe, çalışma, akıl ve sezgi ile zamanla bilinir, deneyimlenir. Antik bir Çince metin olan “Tao Te Ching”’te (Yol ve onun erdemlerinin kitabı) bahsedilen kâmil insan, “Tao ile eksiksiz bir birliğe kavuşmuş olarak, O’nun sezgiyle kavranmasında en üst mertebeye ulaşmış ve Tao’nun direktiflerine uygun bir tarzda davranan kimsedir.”
Türk dil kurumu sözlüğünde sezgi; “sezme, anlayış yeteneği, feraset; gerçeğin deneye veya akla vurmadan doğrudan doğruya kavranması” anlamına gelmektedir. Pisagor’a göre hakikate ulaşmada bilim, gözlem ve muhakemenin yanı sıra “sezgi” de gereklidir. Pergelin sivri ucu bilinende iken diğer ucu ile tüm bilinmeyen araştırılabilinir. Kişiye doğru gelen, aklının önderliğinde düşünerek, sezgisine danışarak, vicdanında tartarak yolunda yürümektir. Tamer Ayan, bu terimi insan için kullanırken “sezgi” yerine aklı aşkın bir güç olan “Basiret” kavramını kullanmıştır. Basiret: Öngörü, duyular üstü bakış, görüş kudreti anlamındadır. O, gönül gözü, can kulağıdır.
“Sofos” bilgidir. İnsanı birliğe götüren bilgi ve hikmet anlamındadır. Kimi görüşlere göre deneyim ve sevgi ile algılanabilen bilgi de denilebilinir. Sezgi de bilgisiz olmaz. Pitagoras’a bir öğrencisi “Siz bir sofos’sunuz.” der… “Hayır” der Üstad Pitagoras, bilginin sevgi ile deneyimlenebileceğini vurgulayarak “Ben philo-sofos’um.” der. “Sezgi, bilgi kaynakları birbirinden tamamen farklı olan, içgüdü ile karıştırılır. İçgüdüler insana özgü olmayıp, tüm canlıların temel yaşamsal işlevlerini koruyabilmeleri için gerekliliklerini hatırlatan bir uyarı mekanizmasıdır. Sezginin kaynağı ise, yaşamsal kaygılardan daha derinlerdedir. Bizlerin tekâmülünü sağlayacak olan, sezmekten öte, sezgilerin değerlendirilmesi ve sonuçlarını alınması sürecidir. Sezgi, zihnin derin tefekkür halidir.” diyor Elif Oktav. Bilgelik ve hakikat arayışı soylu bir çabadır. Bilimsel yöntem de sezgi ile başlar, deneylerle sürer, verilerin yorumu ile sonuca ulaşır. Bu arayış aklın, duyguların, sezgilerin sürekli ve dengeli kullanımını zorunlu kılar. Bu yolun yolcuları, kimseye bağımlı değildirler. “Gerçek insan” iç sesi olan sezgilerine de kulak vermesi gerektiğini bilir. O, ayrıntılardan ziyade bütünü görür. Rehberini; haricinde hikmeti kendinden menkullerde yana tutuşa aramanın yerine, özünde, suretin siyretinde(içi) bulacağını bilir. Kendi yoluna koyulan birey farklı yol arkadaşlarından da gerektiğinde faydalanır ve onlara da farkındalık sağlar. Kybalion isimli eserde şöyle geçer: “Öğrencinin kulakları işitmeye hazır olduğunda, onları bilgelikle dolduracak dudaklar gelecektir.” Bilgelik yolculuğu sonsuzluğa akan bir süreçtir, bir noktaya varmakla da bitmeyecektir. “Gerçek insan” beş duyusuyla algılayabildiklerinin üzerine sezgi, tefekkür ve yorumlamayı ekler.
Arayışta olan, düşüncelerini yapay sınırlamalardan arındırmalıdır. Herkes kendi vicdanı ile başbaşadır ve cevapları aklı ve sezgisi yardımıyla, başkalarının cevaplarını kullanmaksızın, kendi başına aramalıdır. “Akılsal yetilerini kör inançlarla sınırlandırmamalı ve sezgisel algılarının sınırlarını, aklının elverdiğince genişletebilmelidir.” Birey, sezgiyle akılcılığı uzlaştırmalı ve birlikteliğini sağlamalıdır. Ezoterik öğretilerin sembolizma kullanması inisiyeye bu hürriyeti sağlamak içindir. Bireyin katkısı, görüşü, özgürce düşünmesi önemlidir.
Hakikati içe kapanarak keşfetmek kadim sistemlerce önerilmez. Ezoterizm münzevi hayatı değil toplum içerisinde aktif olmayı önerir. Her alanda denge yaşamın ana prensibidir. Rene Guenon özellikle “entellektuel sezginin” mutlak gerçeğe ulaşmakta çok önemli olduğunu ve bu sezginin semboller üzerine odaklanarak tetiklenebileceğini düşünmektedir. “Sezgileriniz, daha üstün benliğinizin sizinle konuşmasıdır.” denir. Bir “gerçek insan” kendi benliğini arındırmada; özgür düşüncesiyle kendi dünyasındaki derinliklerine de aklı ve sezgisinin rehberliğinde inip, kâmil insan olma yönünde ilerlemek mecburiyetindedir. Cesurca kendi cehenneminin alevlerine inip, kendini tanıyarak, iyi ve kötü yanlarını objektif olarak değerlendirerek kendi ile yüzleşir; eskisinden daha güçlü ve farkında olarak kendi meşalesini yakar ve bir görev adamı olarak hayatına devam eder. Ezoterizmde ateş-alev ruhsal-manevî yön ile hareket etmeyi temsil eder. Hermes şöyle diyor: “Tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirmek için aşağıdaki olan yukarıdakine eşittir ve yukarıda olan aşağıda olana eşittir.(içerideki de dışarıdakine)” (Bir olan şeyin gizemini bulmak için)
“Etkili insanların 7 alışkanlığı” isimli eserde beynin sağ ve sol yarım küreleri ve fonksiyonları hakkında şöyle yazılıdır: “Temelde sol yarım küre daha çok mantık ve konuşmayla ilgilenir. Sağ yarım kürenin ise sezgileri güçlüdür ve yaratıcı olan da odur. Sol, sözlerle ilgilenir, sağ ise resimlerle. Solun ilgi alanı parçalar ve özgül şeylerdir, sağınki ise bütünler ve parçalar arasındaki ilişkiler. Sol kesim analizci, yani çözümlemeciyken; sağ, sentezcidir, yani parçaları birleştirir. Sol kesim, neden-sonuç ilişkisiyle ilgilenir; sağ ise anlık, simültane ve bütüncül düşünmeyle. Sol zamana bağlıdır; sağ ise değildir. İnsanlar beynin her iki tarafını da kullanırlar. Ancak genellikle her insanda sağ ya da sol yan ağır basar. Kuşkusuz, ideal olan, her iki yan arasında güzel bir köprü kurabilecek yeteneği yaratmak ve geliştirmektir.” “Sol beyin bilimsel, kavramsal ve zihinsel işleri üstlenir. Daha çok, matematik ve dil gibi mantıkla ilgili süreçlerle ilgilidir. Sol yarım küre, aydınlanmanın ve bilimsel yöntemin tümden gelimci mantıksal çözümlemesi ile bağlantılıdır. Deney, bilgi, gerçek ve akılla ilgilidir. Sağ beyin ise sezgi, rüya görme, sanatsal düşünceleri içinde barındırır. Daha çok yüzleri tanımak, yönelim ve fiziksel mekân gibi tümel işlemlerle ilgilidir. Sağ yarım küre, güzellik, sezgi ve ruhsallık gibi dürtüler ile bağlantılıdır. Deneyim, hakikat, sezgi ve gönülle ilgilidir.” Bu konu 8. alışkanlık isimli kitapta ise şöyle geçer: “Sol beyin daha analitik, lineer düşünme, dil, akıl yürütme ve mantık bölgesi; sağ beyin ise daha yaratıcı, sezgi, his ve bütüncüllük yeri sayılırdı. Önemli olan, her iki bölgeye de saygı duymak ve ikisinin de eşsiz kapasitelerini geliştirme ve kullanmayı seçmektir. Düşünce ve duyguyu birleştirmek daha iyi bir denge, yargı ve bilgelik yaratır.” Kemal Menemencioğlu “Temel Ezoterik ve Okült Terimler ve Kavramlar” isimli makalesinde şöyle katkı yapar: “Basit bir gözlem bile insanların zihinsel olarak objektif ve sübjektif olarak ayrıldığını gösterir. Bunlar sanki iki zekâ çeşididir ve kiminde biri ağır basar ve kiminin de diğeri ağır basar. Her ikisinin dengeli oluşu idealdir, ancak insanlık bilindiği gibi genelde idealden uzaktır. Objektif zihin beynin sol küresi tarafından idare edilir, mantık, hesap, bilimsel düşünce burada yürütülür, sağ küre ise sanatsal ve sezgiseldir. Sol küre ağırlık biriyle sağ küre ağırlıklı biri pek anlaşamaz. Zira görüş zaviyeleri tamamen farklıdır. Ezoterizm dediğimiz şey beynin sağ küresindeki bilinçaltı bağlantılardan ortaya çıkmaktadır. Beş duyudan gelen sinyaller ve sol kürenin yürüttüğü mantıksal hesaplar onu anlamak için yeterli değildir. Ancak ezoterizm salt sağ küresel zihniyetiyle yürütülemez. Mutlaka beynin her iki küresi birlikte çalışmalı ve ancak insan bu haldeyken ezoterik bilgi anlaşılır veya ortaya çıkar.”
Akil insan, akıl ve basiret arasındaki dengeyi sağlamıştır, yolda aklın önderliğinin önemini çok iyi bilir. O, hem sezgisel, yaratıcı ve görsel olan sağ beyne, hem de analizci, mantıksal ve sözel olan sol beyne erişebilir. Sevgi ve bilginin, akıl ve sezginin altın oranını deneyimler. Sevgi temelinde, akıl ve düşünme yeteneğine, sezgi ve tefekkürü de katabilmiş ve kendini aşmıştır. Hem aklî gücü, hem basiret kudreti olan akıl ve hikmet sahibidir. Onun rehberi, bilim ve akıl rehberliğindeki kontrollü sezgi gücüdür. “İnsan gibi insan”, aklı kadar güçlü, sezgisi kadar farkındadır.
İnsanın sezgisel olarak düşünebilmesi, yaratıcı ve yenilikçi olması, bilim ve akla önem vermesi bir arada olunca, bir dengede özümsenince ortaya iyi, doğru ve güzel çıkar. Arayış, beş duyu ile sınırlı biyolojik sürü insanının ötesine geçebilmektir; bunun bireyde doğuracağı farklılık ve farkındalık da sürü insanının yolda olan insana tepkisini doğurur. Yolda olan insan her konuda dinamik dengenin Üstadı olmaya çalışır. O, ne dünyaya ve bu gerçekliğe kazık çakmak için yanıp tutuşur, ne de bedbaht bir ölümseverdir. Dünyayı bir hapishane olarak varsayıp; dünyada cenneti yaratmak yerine, gün sayıp hayatı ıskalamak yapılacak son şeydir. İnzivaya çekilmeyi değil, önce kendini, çevresini ve sonra da dünyayı değiştirmek için eyleme geçmeyi bir görev bilir. Amaç, acıkınca yiyen, susayınca içen, içindeki boşluğu “almak” ile dolduracağını sanan sıradan ihtiyaç insanı kılıfını yırtıp atarak “insan gibi insan” olabilmektir.
“Sezgi, düşünen zihne bir sonraki aşamada nereye bakacağını söyleyecektir.” Dr. Jonas Salk
Kaynaklar:
“Felsefe Sözlüğü”; A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim Sanat Yayınları
http://www.derki.com/dergi/index.php/sayi-29/sezgi-ve-sizofreni.html; Elif Oktav