Simya Büyü mü Ezoterik Öğreti mi?
Dilimizdeki “kimya” kelimesinin kökeni Arapça “al-kimia”… diğer tüm dillere de Arapça’dan bu şekilde geçmiştir; chemie, chemistry, chimie, chimica vb… günümüz “kimya bilimi” açısından pek bi masum. Lâkin antik çağlara gittiğimizde iş biraz karışıp, acaipleşiyor…
Antik dönemde “al-kimia”; “metalleri eritip dökmek, gümüşe, altına dönüştürmek”; Alchemy (Simya) anlamına geliyor. Antik Yunanca “himya” kelimesi de aynı anlamda kullanılıyor ve “kara büyü” olarak kabul ediliyor…
“Kara” meselesi önemli… Plutark, Mısır’ı “Khemia” (kara toprak ülkesi) olarak tanımlıyor; Nil Deltası’nın oluşturduğu çamurlu, kara toprak nedeniyle bu tanımı yaptığı kabul ediliyor… Bu kadar basit mi? Olmayabilir..
Kara ülke
Mısır’ın antik dönemdeki adı “Kem Ülkesi” (Kemet, Khemia)
Kem?: Farsça “kara, kötü, fenâ”… “Kem gözlere şiş” deriz ya…
Kemet, hiyerogliflerde de “kara” manasında “km.t” olarak geçer.
Sözü edilen dönem; Mısır’da Hermetik öğretinin yoğun olduğu bir dönem. Ezoterik (içe kapalı) “Gizem Okulları” öğretileri gırla gidiyor. Yunanlılar daha sonra “Kem Ülkesi”ne yeni bir ad “yakıştırıyor.” : Egtpyt (Mısır)
Egypt
Yunanca Aegyptos; “Hi-Gi-Ptos”:
Memphis’deki “Ptah Ka Tapınağı” isminin (Hwt-kA-ptH) Yunanca yazımı.
Ptah Mısır “Neterleri” arasında çok önemli… “Ka” ise ayrı bir âlem…
Bu bağlamda, Yunanlılar; muhtemelen anlayamadıkları bu “gizemli, esrarengiz, anlaşılmaz şey” anlamına gelen Egypt adını vermişler.
Haklısınız; bir türlü konuya giremedim…
Toparlamaya çalışayım
Simya, geçmişteki “al-kimia”; “metalleri eritip dökmek, baz metalleri gümüşe, altına dönüştürmek” zenaatinden çıkıp… Ortaçağ’da spiritüel mânâya geçiş yapıyor: “Felsefe Taşı” semboliği ile; inisiyatik öğreti sonunda elde edilen ‘spiritüel aydınlanmayı temsilen bir akım oluşuyor…
Lâkin “sular durulmuyor”… Bugün bile saygıyla yad ettiğimiz nice bilim insanı şahsiyetler, simya ile meşgul olmaya devam ediyor… En başta gelen isim; Isaac Newton… Simya konusunda yazdığı “el yazması” Yale Üniversitesi’nde saklanıyor…
– Reading notes on alchemy
– Tanınmış simyacıların listesi
Dr. Franz Hartmann (1838 – 1912) “In The Pronaos of the Temple of Wisdom” (1890) kitabında, Wenzel Seiler adındaki bir rahipten söz eder:
Rahip, Almanya Macaristan ve Bohemya İmparatoru I. Leopold’un huzurunda kırmızı bir toza batırdığı kalay parçalarını altına çevirmiştir. Muhtemelen İmparator tatmin olmadı ki; rahip aynı toza bir madalyon batırır. Madalyonun toza temas eden kısmı saf altına dönüşür, temas etmeyen kısmı ise gümüş olarak kalır. Hartmann şöyle devam eder: “Eğer görmeniz kanıt teşkil edecekse, baz metalleri altına çevirmenin en tartışmasız kanıtını Viyana’yı ziyaret eden herkes görebilir. Bu madalya İmparatorluk hazinesinde korunmaktadır.”
Sözünü ettiği Viyana Sanat Tarihi Müzesi… Müzenin web sitesinde yaptığım araştırmada Wenzel Seiler hakkında eşleşen dört kayıt olduğu bilgisine ulaştım. Fakat “online gösterilecek bilgi yok” şeklinde bir geri dönüş oldu.
Buna karşın, Avusturya Habsburgs Hanedanlığı resmi internet sitesinde sözü edilen madalyon hakkında bilgi ve resim var… ne kadar doğru bilemiyorum…
I. Leopold medal
Manly P. Hall, İngiltere Kralı IV. Henri (1367-1413) tarafından çıkarılmış olan bir yasadan söz eder: “Altın ve Gümüş çoğaltılamaz, çoğaltma sanatları kullanılamaz, bunu yapanlar ölümle cezalandırılır”.
Ve Dr. Sigismund Bacstrom (1750-1805) “Collection of Alchemical Manuscripts” kitabından alıntı ile, Kral IV. Henri’den tam 290 yıl sonra (1699) İngiltere tahtına çıkan William ve Mary’nin bu yasayı değiştirmesinden söz eder:
“Merhum Kral IV. Henri tarafından kabul edilen ve başka yasalarla birlikte yürülüğe sokulan ve ‘bugünden itibaren Altın ve Gümüş çoğaltılamaz, çoğaltma sanatları kullanılamaz, bunu yapanlar ölümle cezalandırılır’ diyen yasa kaldırılmıştır.
İşbu yasanın yürülüğe girmesinden itibaren metalleri eritme ve saflaştırma alanında kendi öğrenmeleri ve çalışkanlıklarıyla büyük ustalık elde etmiş olup metallerin kalitelerini arttırmayı, cevherlerden çok miktarda metal çıkarmayı, bunlardan altın ve gümüş yapmayı bilen fakat yukarıdaki yasanın cezalandırmasından korkan ustalar zenaatlerini yabancı ülkelerde icra etmişler ve bu yüzden ülkemiz büyük kayıp yaşamıştır.
Kral ve Kraliçe’nın kusursuz haşmeti, ruhani ve dünyevi otoritelerin rızası, nasihati ve toplanmış olan meclisin kanaatiyle, bugünden itibaren yukarıda bahsi geçen geçen yasada bahsi geçen her söz, yasa ve ceza kaldırılmıştır. İşbu yasanın yürürlüğe girmesinden itibaren yukarıda bahsi geçen zanaat sadece paranın çoğaltılmasında kullanılacak ve bugünden itibaren Majestelerinin Londra kulesideki darphanesinde satın alınacaktır…[…]”
Spekülatif görüşüm
Simya konusunda “doğru” ile “efsane” ayrımını yapamıyorum. Elimde sadece “akıl yürütme” üzerinden sorgulamalarım var.
Sizin de dikkatinizi çekmiştir; binlerce yıl öncesinin antik kentlerinde elinizi nereye atsanız altın kaynıyor: maskeler, taçlar, her türlü takılar, paralar vs. gırla gidiyor. Daha yakına gelelim; Roma İmparatorluğu keza… Bizans altınları meşhurdur malum.
Günümüz ileri teknolojilerinde bile altın çıkarmak zahmetli ve pahalı bir iştir. Bir ons (31 gr.) maliyeti 700 Dolar… Ki, ilâve masraflar da var.
Mübârekler bu kadar altını nereden buldu?
Ayrıca, mitoloji ve buna bağlı olarak ; “mitler” ne kadar “mit?” sorusu da zihnimi meşgul ediyor…
Örneğin, amatör bir arkeolog olan Alman Heinrich Schliemann’ın, 1870 yılında antik Troya (Truva) kentini keşfetme hikayesini öğrendikten sonra; “her şey mümkündür” demeye başladım.
Schliemann, kendisinden iki bin altıyüz sene önce, Homeros’un İlyada destanında yazdığı Troya Savaşı’na inanarak işin peşine düşer… Ve sonuç ortada.
Son söz:
“Simya” üzerine “deneme” mahiyetindeki bu yazım; konunun derinliği göz önüne alındığında, şüphesiz son derece yetersiz ve eksiktir… Ve bir o kadar da tartışmaya açıktır…