Sinestezik Algı
Renkleri duymak, sesleri görmek
Bir sinestezik olarak Türkçe kaleme alınmış bu derece kapsamlı bir makaleye rastlamanın insanda uyandırabileceği heyecanı ifade etmem mümkün değil. Sinestezi kavramından tamamen veya kısmen habersiz olan okuyucularımıza yardımcı olmak amacı ile yazının ilk bölümünde Sayın Dr. Sultan Tarlaç’ın makalesini temel alarak ile konuya açıklık getirmeyi isterim. Yazının ikinci bölümü ise sinestezik bir müzisyen olarak bireysel deneyimlerimden kâğıda dökebildiklerimi içeriyor.
İnsanın varoluşu, dış dünya ile sürekli ve karşılıklı bir diyaloğa dayanır. Duyularımızı bir anlamda dış dünyadan bilincimize veri ulaştıran kapılar olarak niteleyebiliriz: Duyma, görme, koklama, tatma, dokunma, zaman hissi. Bu duyuların bir kısmı, fizyolojik süzgeçlere sahiptir. Gözümüzün elektromanyetik tayfının her uyaranı değil de sadece “görünür” tayfı algılamasını buna örnek olarak verebiliriz. Bu alan, tayf içinde çok küçük bir bölüm oluşturur. Aynı sınırlı alan, işitilen sesler için de geçerlidir.
Beyin, fiziksel dünyanın ve alıcıların sınırlamasının ötesinde, girdileri kontrol ederek belli oranlarda sınırlama oranını artırır. Duyularımızdan ulaşarak toplanan uyarılar, iletim istasyonları tarafından “yararsız ve geçersiz” bilgi miktarı filtrenelerek beyine ulaştırılır. Bu nedenle, “bir azize bakan hırsız, sadece ceplerini görür”.
Sokakta yürürken ne görür, ne duyarız?: Reklâm panoları, otomobil sesleri, lastik sesleri, sağdan soldan geçen insanların mimikleri, konuşmalar… Ya odamızda? Odada yer alan nesnelerin çıkardığı sesler, yürürken ayağımızın yere sürtme sesi, eklem hareketlerimiz… Ama asla hepsini aynı anda algılayamayız. Seçilen girdilerden kişisel bir bilinç inşa ederiz ve sürekli değişen bilgi akışından bir kısmını kalıcı olarak fark eder; anlık kullanmak üzere kaydederiz. Yani, dikkatimizi belli bir alana yoğunlaştırarak, “girdi gürültüsünü” azaltır, uyaranın kalitesini arttırırız. Dıştan gelen uyaranları tümüyle varolduğu şekliyle algılayamayız. Eğer böyle olsaydı, gereksiz bilgilere boğulur giderdik. Sonuçta, bilince ulaşan veriler az ve küçük de olsa kalite olarak yüksektir.
Sinestezi Nedir?
“Synesthesia”, kelime kökleri itibariyle Yunanca syn: “birlikte” ve aesthe-sis: “algılamak” gibi iki kavramdan oluşur. Sinestezi, zihinsel olayların bilinci tetiklemesiyle ortaya çıkan bilinçli bir duyusal, istemsiz deneyimdir. Diğer bir ifade ile “birleşmiş duyular” ya da “eşduyum” diyebilir.
İnsanların yalnızca bir kısmı, günlük olağan durumda bu deneyimi yaşar. Sinestezi, bazı araştırmacılarca dil dışı düşünmenin özel bir belirtisi olarak kabul edilirken, bazılarınca tam bir “hastalık”, “anormallik” ve mistik bir insan yeteneği, mucize olarak kabul edilir. Hâtta sinesteziyi biyolojik bir olaydan ziyade, sosyal ve kültürel bir fenomen olarak görenler de vardır. Son tezi referans alırsak, sinesteziyi bir hastalık olarak değil, bir “duyusal algılama hediyesi” olarak görebiliriz.
Sinestezinin birçok şekli vardır. En sık rastlanan şeklinde kişi, harfleri renk olarak deneyimler. Her harf, kişi tarafından farklı bir renk olarak algılanır; kodlanır. Bu kişiler, yani sinestezikler, eğer erken çocukluk döneminde bu deneyimi farkında olarak yaşamaya başlarsa ve bunu içselleştirirse sinezteziyi günlük, normal, olağan bir olay olarak değerlendirir. Sinesteziklerin çoğu, diğer insanların alıgısal deneyimlerinin bir parçası olarak aynı deneyimleri yaşamadıklarını öğrendiğinde veya fark ettiğinde önce büyük bir şaşkınlık yaşar. Çünkü o zamana kadar herkesin kendisi gibi algıladığını kabul etmiş ve düşünmüştür. Her ne kadar bu durum genel olarak kabul edilse de sinestezik, eğer erken çocukluk dönemini tamamlar tamamlamaz sinestezisinin yarattığı eşleniklerin adını koyabilirse algı ve ifade etme faaliyetlerini yeniden tarif edecektir.
Sinesteziyle ilgili yayınlanmış ilk olgu, John Locke (1690) tarafından ortaya konmuştur. Daha sonra, uzun süre ciddi olarak sinesteziyle ilgilenen bir bilim adamı ortaya çıkmadı. Öznel bir deneyim olması ve iki kişinin bile benzer deneyimleri yaşamaması nedeniyle sinestezinin bilimsel bir inceleme alanı olamayacağı düşünüldü. Ancak zamanla biriken olgu örnekleri ve kanıtların etkisi ile incelenmesi gereken bir konu olarak tekrar değer kazandı. Nörolog Dr. Richard E. Cytowic, “A Union of the Senses (Duyuların Birliği)” (1989) ve “The Man Who Tasted Shapes (Şekilleri Tatmış Adam)” (1993) adlı iki kitap kaleme alınca dikkatlerin tekrar sinesteziye yönelmesini sağladı. Bu atılımın, sonuç olarak sinestezi araştırmalarında bir rönesans yaşanmasına ön ayak olduğunu söyleyebiliriz.
Sinestezi deneyimi, birbiriyle ilişkili iki kısımdan oluşur. Bunlar tetikleyiciler ve eşleniklerdir. Tetikleyicilere harfleri örnek verebiliriz. Eşlenikler ise, harfler algılandığında her harfe eş olarak deneyimlenen algılar (renk, ses, dokunma, koku) olarak tanımlanabilir. Diğer bir deyişle, ağlayan bir bebeğin sesi (tetikleyici) sinestezik bir kişide hoşa gitmeyen sarı renk (eşlenik) olarak deneyimlenebilir.
Sinesteziklerin çoğu için, sinestezi tek yönlüdür. Yani sesleri renk olarak deneyimleyen bir kişi, renkleri ses olarak deneyimlemez. Tetikleyici ve eşlenikler arasındaki ilişki bir düzen içindedir. Her eşlenik, özel bir tetikleyici tarafından tetiklenir. Bir kişiye, aynı tetikleyicilerin uygulanması durumunda aynı eşlenikler algılanır. Örneğin, bir sineztezik A harfini kırmızı olarak deneyimliyorsa, el yazısı veya karakter küçüklüğü fark etmeksizin A harfini daima kırmızı olarak deneyimler. Özetle, tetikleyicilerin büyük bir esnekliğe izin vermesine rağmen eşlenikler sabit kalır.
Harf – renk sinestezisinde, harflerin kimliği renklerin kimliğini belirler. Konuşulan harfler için sesin şiddeti, söyleniş tipi, harflerin eşlenikleri üzerine etki etmez. Ses-renk sinestezisinde kişiler genellikle gözlerinin önünde renkler görür veya bu renkler ansızın ve istemsiz olarak zihinsel görüde belirir. Sesin perdesi değişir değişmez renkler de değişir. Bu kişiler sineztezinin meydana geldiği anda görme alanlarının tamamen renklerle dolduğunu ifade etmektedir.
Ünlüler ve Sinestezileri
Sinestezi yeteneği en çok sanatçıların, yazarların yaratıcılığına ve üretimine katkıda bulunmuştur. Birçok ünlü sinestezik vardır: Vladimir Nabokov, Amy Beach, Gyorgy Ligeti, Joachim Raff, Henrik Wiese, Franz Liszt, Olivier Messiaen, Konstantin Saradzhev ve bilim adamı Nicola Tesla ile fizikçi Richard Feynman bunlardan sadece bir kaçıdır.
Rus besteci ve piyanist Alexander Scriabin (1872-1915) kendi sinestezisini, orkestra, piyano, org ve koro için yaptığı beste ile ifade etmişti: “Prometheus, The Poem Of Fire” (1910). Scriabin, notaları “parlak ve çakan ışıklar” olarak hissediyordu. Fransız besteci Olivier Messiaen ise bestelerinin sinestezik durumundan doğduğunu söylüyordu: “Ne zaman bir müzik dinlesem veya notalara baksam, renkleri görürüm… Bryce Canyon’ın piyesine beste yaptığımda, uçurumların rengi kırmızı ve turuncuydu.”
Vasilly Kandinsky (1866-1944) de sinestezikti. Duyusal birleşmenin en derin sempatizanı olmalıydı; çünkü ressamdı. Bunun sonucu olarak, renkler ve sesler arasındaki uyumu tablolarında en güzel şekilde yansıttı. Her resminden sonra, resimlerindeki derinliği açmaya çalışan temel yazılar kaleme alırdı.
Kandinsky, tablolarını tanımlamak için müzikal terimler kullanmıştı. Resimlerinde olduğu gibi derslerinde de temel amaç, nesnelerin yapısına ulaşmak ve simgeleştirmekti. Sanatını “lirik geometri” olarak tanımlıyordu. Kendisine göre, resimleri sezgisel kökenliydi.
Yine ünlü Nobel ödüllü fizikçi ve besteci Richard Feynman (1918-1988) da sinestezikti. Atom bombasının yaratımına katkıda bulunmuş, kuantum elektrodinamiğinde yeni perspektifler yaratmış, çoğu Maya hiyeroglifinin çevirmeni bu enteresan karakter, harfleri ve sayıları renk olarak deneyimliyordu: “Bir denklem gördüğüm zaman, karakterleri renk olarak görüyorum. Neden bilmiyorum… Parlak J’ler, hafif menekşe – mavi N’ler ve koyu kahverengi X’ler…”.
Belki de herkesten farklı olan düşünce, şekli ve başarısının altında, doğayı olduğundan farklı algılamak yatıyordu. Besteci ve yazar Vladimir Nabokov da sinestezikti. “Speak Memory” (1966) adlı otobiyografisinde, bu deneyimlerini çok açık olarak dile getiriyor; “renkleri işittiğini, ancak işitmenin uygun bir tanımlama olamayacağını” da belirterek X’i sert metal, Z’yi yıldırım bulutu gibi, Q’yu K’dan daha kahverengi, P’yi olgunlaşmış elma yeşilinde, T’yi ise fıstık yeşili; g, h ve j harflerini ise kahverenginin farklı tonlarında deneyimlediğini söylüyordu.
Bir diğer isim, Johann Von Goethe (1749 -1832). On sekizinci yüzyılın sonlarında, klasik renk kuramının gerçeği açıklamadaki yetersizliğini ilk farkedenlerden biri de oydu. Renk kuramını ilk açıklayan isim olarak kabul edilen Newton’un fikirlerini tartışmaya açması ile renkanlam sinestezisine katkısını kabul etmek gerekir: “Dünyada çığır açmak için iki şey gerekir: İyi bir kafa ve büyük bir miras… Ben kendi adıma Newton öğretisinin hatasını miras aldım” diyerek Newton’un fikirlerini eleştirmekteydi.
Goethe en çok, rengi ve ışığı gerçekte nasıl gördüğümüz, dünyayı ve sanrıları nasıl yarattığımız sorusu ile ilgileniyordu. Ona göre bütün bunlar “Newton’un fiziğiyle değil; beynin henüz bilinmeyen işlevlerinin açıklanmasıyla” öğrenilebilecekti. Bu tezini de “görsel sanrı nörolojik bir gerçektir” sözüyle özetliyordu.
Goethe’nin 1810 tarihli “Zur Farbenlehre (Renkler Kuram)” adlı çalışmasını şiirsel eserlerine eşdeğerde tuttuğunu da eklemek lazım. Ne ki bu yaklaşımı, çağdaşları tarafından önemsenmedi; küçümsendi ve unutulup gitti.
Renk kuramının optiğiyle ilgilenen H. Von Helmholtz (1892), daha sonra bu eserden etkilenerek “renklerin sürekliliği”ne yöneldi ve eşyanın renginin sürekliliğinin onun sınıflandırılmasını sağladığını öne sürdü. Ona göre rengin sürekliliği, genel anlamdaki görsel sürekliliğini, kaotik duyular selinden istikrarlı ve anlamlı bir görsel dünya oluşturma yolunun öznel bir örneğini oluşturuyordu.
Kaynakça:
– Dr. Sultan Tarlaç (Nöroloji Uzmanı)
5 Aralık 2001, Bilim Teknik dergisi
– Judith A. Easton
“A Review of Synesthesia: Colored Hearing, Creativity and Research”
York College of Pennsylvania
– Omar Kamel
“Synesthesia”
www.ad-i.com/viral/what/synes2.html.
– Uluslararası Sinestezi Derneği: www.psychiatry.cam.ac.uk/isa/