Sıradan Hayatların Şiiri
Küçük bir öykü bu esasında…
Bundan bahsetmiş olsaydım… ola ki bunu yapsaydım sana ne anlatabilirdim kimbilir… Zamandan mı bahsederdim? … Geçmişimizden akan nehrin yolculuğundan…
Yoksa sana mekândan mı bahsederdim? Sahile yakın küçük bir şehir olsa da diğer her şeyden bir o kadar uzak… ya da bilmiyorum ki sana ondan bahseder miydim?
Ya da belki bu olayların gerçekliği… aşkın ve kaybın hikâyesi. Ve her şeyi yok etmeye çalışan canavar hakkında seni yalnızca uyarırdım belki.
Bahar öpüşlüydü; yeni açan çiçeklerin kadifemsi narinliğinde. Baharın her bir kokusu teninden toplanmıştı… Nehirdeki sudan ne zaman içmek için eğilse hep geri çekilirdi. Nehirden mi, kendinden mi yoksa benden mi korkardı?
İyi bir adam ne zaman kabul görür?… ne zaman kendini kanıtlar? Ne zaman saygın biri olabilir? Zihin hapishanesinde prangaya vurulmuş; ‘nasıl bir hayat istediğini’ özgürlüğüne kavuşturunca mı?
Ondan bahsetmiş olsaydım sana ne anlatırdım? Sonsuza kadar mutlu yaşadıklarını mı?
Öyle olduklarına inanıyorum.
Âşık olduklarını ve âşklarını hiç yitirmediklerini mi?
Bunun doğruluğuna eminim.
Ancak O’nu, bahar öpüşlüyü düşündüğümde, aklıma gelen tek şey seneler önce bir âşık tarafından fısıldanan şu şiir oluyor;
“Görmek mümkün değil senin şeklini
Dört bir yanım seninle çevrili
Varlığın doldurur gözlerimi aşkınla
Kalbim aciz kalır
Her yerdeki varlığınla”
Bir bilge zamanında şöyle demiş:
“Şair olmak için cehenneme gidip sonra geri gelmek lazım.
Aşık olacağınız kişiyi bulun sonra sizi öldürsün”
İçgüdülere güvenmek lazım.
Bazen tüm hücrelerimiz bizi uyarır “yapma!” diye… Ancak; aşık olmak günah işlemeye benzer; sonunda cehennem var deseler bile kendimizi durduramıyoruz.
Bu şehir ne kadar gürültülü… sesini duyamıyorum… kendi sesimi bile duyamaz haldeyim…
Ondan bahsetmiş olsaydım sana ne anlatırdım? Bundan daha fazla?
“İnsan uyuduğu yere değil yanında uyumak istediği kişiye aittir.” Derler…
Bilmiyorum… ama bana öyle geliyor ki; umut sanki biraz da ‘siyah olmak’ sanki… geride kalan küller misali… yakıp, kavuran aşk ateşinin geride kalan külleri misali…
O zamanlar çok gençtim; biraz kızgın ve öfkeli…
‘Bahar Öpüşlü’; dünyanın, olacağından korktuğum gibi bir yer olmadığını bana göstermek için hayatını benim hayatıma bağladı. Karanlıktaki ışık oldu… Hayatın iyi olabileceğini… benim gibi bir adamın, günün birinde, onun hayalindeki gibi bir adam olabileceğini… Bu dünya hakkında yanıldığımı kanıtlamak için hayatını rehin verdi; ruhumu korumaya kararlı bir şekilde… benimle kaldı çünkü beni olduğum kişi olarak gördü.
Ondan bahsetmiş olsaydım; bunlardan başka sana ne anlatırdım?
Bakamadığım gözlerini belki…
“Derdim gözlerinle
Bakamıyorum
Birden yıkıyorsun masaya
kurtuluşum oluyor
Sonra özlüyorum gözlerini
Söylemeye cesaretim yok
Mahcubiyetim masayı dost kılıyor
Kaldıramıyorum başımı”