Sirius Tohumları
Gaz ve toz…
16 Mayıs 1991 Bolu Abant, Turban Otelinin giriş kapısının az ilerisinde ayaklarını sürüyerek yürüyen 25 yaşlarındaki delikanlı patika yolda durdu. “Mayıs sabahında güneşli Ankara’dan kalkıp neden buralara geldim? Ne işim var bu iç karartıcı yerde” diye düşündü. Ayna gibi göl manzarası harika görünüyordu. Dağların eteklerine kadar inmiş olan bulutlar yer yer yükseklerdeki çam ağaçlarını yalayarak nazlı nazlı hareket ediyordu. Bulutların ardında bir yerlerde güneş vardı elbette ama sabahın sekizi olmasına rağmen alaca karanlık sürüyordu. “Ne işim var benim burada” diye kendi kendine bir kez daha sordu.
“Bulutlar” denildiğinde hep aklına gelen şeyi hatırladı. Gaz ve toz bulutları bir araya gelip, güneş sistemlerini oluşturuyordu. İlkokul çocuğu kafası ile bir türlü gökyüzündeki bulutların ve babaannesinin hiç durmadan süpürüp, temizlediği evindeki tozların nasıl olup da güneş sistemini oluşturduğunu bir türlü kavrayamıyordu.
Bulutlar; ışığı, güneşi kapatan bulutlar, hiç güneş sistemi olurlar mıydı?
İnsanlığın geçmişten geleceğe ilettiği pek çok bilgi gibi bu ilkokul bilgileri de eksik ve eskiydi. Dahası 60’lı yılların sonunda kitabı hazırlayanlar, büyük patlama gibi bir teoriden habersizdi. Ya da evrenin olası 13,8 milyar yıllık varlığından. Buna karşın, evrenin çapının 93 milyar ışık yılı olması nedeniyle büyük patlamanın hiç olmadığı üzerine oluşturulan teoriden de habersizdi yazarlar.
Çocuk kafasında, o zamanlar evdeki süpürülen tozların ve bulutların bir araya gelip de gezegenleri oluşturduğunu ezbere canlandırıyordu işte hepsi o. Ama artık yetişkindi.
Aynı gün gecenin ileri saatinde, aynı patikada buldu kendini genç adam. Canı da sıkkındı zaten, ayağının ucuna gelen taşa şiddetle vurdu. Çarpışmanın etkisiyle, hızla havalanan taş, bir süre uçtuktan sonra otelin duvarında patladı. Çarptığı yerde biraz önce kayanın içinde uzunca bir süre hapis kalmış parçalardan cüce bir dağ oluşmuştu.
Yere düşmüş parçalardan birkaçını eline aldı. Sağlam bir taş gibi duran parçalar ufalanıverdi. Küçük kaya parçası nasıl da paramparça oluvermişti? “Aptal kil parçası seni” dedi.
Sabah dağlardan sis gibi inmiş bulutlar kaybolmuştu. Kafasını kaldırdı. gökyüzünde diğerlerine göre belirgin olarak parlayan bir noktaya takıldı gözü “Sirius” diye düşündü. O zamanlar baktığı o noktada aslında birbirinin etrafında dönen iki yıldız olduğundan da haberi yoktu. Gördüğü, konuştuğu, sevdiği, sevmediği her şeyin aslında yıldız tozu olduğundan da bihaberdi. Aslında yıldız tozlarının da maddeye dönüşmüş enerji olduğunu bir anda anlasa oturduğu koltuktan yer düşerdi. Neyse ki henüz bunları bilmek için çok erkendi.
15 Aralık 2015, Salı, Gecelerden Sirius…
Ruhi, sohbet sırasında Ona, Afrika’da Mali Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan bir ilkel topluluktan, Dogon’lar kabilesinden bahsetti. Bu kabiledekilerin nesilden, nesile aktararak muhafaza ettikleri bilgileri 1930’da etnolog Marcel Griaule modern dünyaya aktarmıştı. Kabiledekiler dünyanın yuvarlak olduğundan, güneşin etrafında döndüğünden yörüngesindeki uydusu ayın da dünya etrafında döndüğünü bildikleri gibi, Sirius-A ve Sirius-B’nin varlığından haberdardırlar. Bu bilgi ancak güçlü bir teleskobun varlığı halinde edilinebilmektedir (tabi kabilenin ortaklaşa kurup işlettiği bir gözlemevi falan da yoktur ortada). Kabile, üçüncü bir yıldızın varlığından daha bahsetse de bu bilgi henüz kanıtlanamamıştır. Daha ilginci Sirius-B’nin yoğun kütlesinden da haberdardır kabiledekiler. Asıl şapkayı uçurtacak konu ise hayatın tohumlarının Sirius’dan geldiğini söylemeleridir. Ruhi, atalarımızın Sirius’dan gelmiş olabileceklerini düşündüğünü söyler.
3,8 Milyar yıl önce dünyada bir gün…
Hayat başlangıcı hakkında pek çok söylence var. Belki de atalarımız dünyamıza uzaydan geldiler. Ancak gemileriyle değil. Zaten buna gerek de yoktu. Atalarımız zeki canlılar da olmayabilirler. Sirius yıldızlarının çevresinde dönen bir gezegende korkunç bir sonla yüzleşmiş olabilirler. Üzerinde canlıların ve pek tabi bakteri ve virüslerin de yaşadığı bir gezegen, kendisine çarpan dev bir meteor ile üzerindeki tüm canlılığı kaybeder. Ancak ufalanan parçalar üzerinde, uzayın çetin şartlarında hayatta kalmayı başarabilen bakteriler, uzunca bir yol katettikten sonra yollarına çıkacak ilk uygun gezegeni “enfekte” etmek üzere sabırla yolculuklarının bitmesini beklemektedirler.
Hikayenin başında Abant Turban Otelinin duvarında patlayan bir kil parçası vardı hatırlıyor musunuz?
İşte bundan tam 3,8 milyar yıl önce Sirius yıldızlarının parçalanan bir uydusundan gelen yüzlerce ufak tefek kaya üzerindeki kaçak yolcularıyla birlikte güneş sistemimize girdiler. Bunlardan birkaçı da dünyamıza isabet etti. Uzun yol boyunca hayatta kalabilen bazı bakteriler dünyaya uyum sağlayıp uygun ortamda çoğaldılar. Hikayeyi anlatan ben değil miyim? Derim ki: Önce Mars’a düştüler, milyonlarca yıl sonra Marsa çarpıp kayaları uzaya fırlatan bir başka meteorla dünyaya geldiler.
Bu nasıl bilim kurgu öykü? Uzay gemilerine atlayıp gelen uzaylı canlılar nerede?
Aslında ben de, tam olarak da onlardan bahsediyordum. Atalarımız 8,47 ışıkyılı uzaklıktaki Sirius yıldızlarından bir kaç yüz milyon yıl süren bir yolculukla dünyamıza gelmiş olabilirler. Olasılık o kadar düşük ki bu yazıyı öykü yapan da bu düşük olasılık işte. Bakış açımızı geleneksel bilim kurgu öykülerinden daha geniş tutalım sayın okur! Basit olan, kimi zaman çok daha akla yakın olabilir. O kadar mesafeyi aşacak karmaşık bir canlı yerine yaşam standartları çok daha düşükken hayatta kalabilen bir diğerinin (bir bakteri mesela) gelmesi çok daha fazla mümkün.
Dogon’lar…
Hani şu çokbilmiş kabile vardı ya işte onlar. İnsanlık tarihi pekala birkaç büyük unutuş yaşamış olabilir. Büyük yıkımlar nedeniyle, bilginin saklanabilmesi mümkün olmadığından, çoğunluğu unutulmuş olsa da bilgi kırıntıları kalmaz mı?
Disiplinli topluluklardan kalan bireyler, ya da inisiye topluluklar; kulaktan kulağa aktararak Dogon’lar gibi bize: “Nasıl bilebilirler bu ilkelcikler” dedirten bilgi kırıntılarını aktarıyor olabilirler.
Öyküye dönelim biz.
Felaket… 14 Nisan 3564, Salı, Hesap Günü
Dünya tektonik hareketlerin aşırı artması nedeniyle kabukta biriken gücün etkisini göstermesi ile yıllar süren ve tüm kara ve denizlerin etkilendiği 100 yıllık bir depremler dönemine girer. Kimi yerde 7 şiddetinde yaşanan düşük güçlü depremler olsa da, 9 ve üzerini geçen depremler nedeniyle dünya üzerinde insan yapısı taş, taş üzerinde kalmaz. O dönemde 149 milyar olan dünya insan nüfusundan 100 yılın sonunda geriye 300 milyon kişi kadar kalmıştır. Ardından geçen 10 bin yılda insanlar yeniden bir uygarlık kurmayı başarırlar. Aralarında ilkel olarak tanımladıkları bir kabileden garip ama teknolojik gelişmeler ile doğrulanabilen bazı bulanık bilgiler aldıklarında ise şaşırırlar. Örneğin bu kabiledekiler dünyanın yuvarlak olduğunu, güneşin etrafında döndüğünü, uydusu ayın da dünyanın etrafında döndüğünü bilmektedirler. Oysa gözlem yapacak hiç bir aygıtları bulunmamaktadır. Sirius’un ise 3 ayrı yıldızdan oluşan bir güneş sistemi olduğundan haberleri vardır. Üstelik de anlaşılması güç bir anlatımla da olsa, hayatın tohumlarının oradan bir yerden geldiğini söylemektedirler. Oysa ses hızını yeni aşmayı başarmış uçan taşıtların gücüyle bile bu yakındaki güneş sistemine gitmek için 200 bin yıl gerekmektedir. Tabi, çoğu gülüp geçerler bu söylenenlere. 100 bin yıl önce yaşadıkları büyük felaketler hakkında ortak akılda kalan söylenceler daha keyiflidir oysa. Çok ileri bir uygarlık, büyük yaratıcının gazabına uğrayıp denizin dibine batmıştır. Tufandan kurtulanlar ise şimdiki uygarlığı kuran atalarıdır.
En Güvenilir Bilgi Saklama Aygıtı…
Tarihi kayıt altında tutan ve bunu sonraki nesillere ulaştırmayı becerecek insan temsilcileri büyük bir iş başarmış olacaklardır. Kitaplar, taşlara kazınmış kitabeler, plaklar, cdler, sabit diskler ve benzerleri (günümüzde pek çoğu kısa sayılabilecek insan ömrü döngüsü içinde parladı ve yok oldu) insanlık tarihi boyunca bilgi koruma işini yapmayı becerdiğini ileri süren teknolojilerin icatları uzun ömürlü koruma ve saklama yapamadıkları için bir gün bunu yapmak yine bizim hafızalarımıza kalacaksa; iletilen bilgiler bozulmuş, değiştirilmiş, deforme olmuş olabilir. Ancak içlerinde az da olsa gerçek bilgi kırıntıları bulunabilir. Tıpkı Abant Turban Otelinin duvarında patlayan taşın arkasından, duvarda kalan iz gibi.
Bizden önce yaşamış ve burada olmamıza neden olmuş atalarımızı saygı ile anarak… (her kim ve neyseler).