Sivrisinek Masalı
Sana bir sivrisinek masalı anlatayım mı?
Günlerden bir gün, sanki desem dün.
Masaya bir sivrisinek kondu.
Hokka burun, kalem dudaklı.
Elinde ispirtolu pamuk, niyet belli, sokacak.
Önümdeki bardağı kapattım tepesine.
Hiç kıpırdamadan bekledi.
“Alçak, rezil, mendebur” dedim, peşi peşine.
Bekledi.
Gidip börek yaptım, pastırma kuş gönü, peynir tavşan dudağı, bolca çöreotu.
Şaş da kal, o mendebur, orada bekledi.
İyice sinirlendim, gittim bardağın üstüne daha büyük bardak koydum.
Sonra, cacık yaptım, hıyarı bizim buradan, tuzu bir mübarek tuzladan.
Baktım bekliyor, üstüne kavanoz kapattım, içine turşu konandan.
Sanırsın put namussuz, peygamber bekliyor gelsin kırsın.
Boğazıma dizdim dilim dilim, erimiş peynir pastırma üstünde, dedim, “nesin sen?”
Kavanozun üstüne bir mavi plastik kova kapattım.
“Şimdi yedim seni piç kurusu”.
Kovanın üstüne bir kalıp mermer, bir kalıp hacı şakir, bir kalıp da insan sureti koydum. Daha da üstüne kula battaniyesi…
“Lanet sivri…!”
Peynirler soğumuş, pastırmalar sıkışacak diş kovuğu derdinde …
“Yedim seni lanet sivri…!”
Üç dilimi tekli sıra halinde dizdim boğaz yoluna.
“Mendebur hayvan, nasıl sokacaktı kim bilir?”
Oturdum masaya, battaniyenin üstüne alçı döktüm, biraz çimento, üstüne de erimiş kurşun.
“Ohhhh…!”
O da ne, lanet sivri kolumun üstünde, tüylerin arasında yer açıyor.
Dedim, “sidikli soytarı sen nasıl çıktın dışarı?”
Dedi, “çıkan ben değilim, o orada bekledikçe, ben burada gezinenim.