Sizden Öğrenecek Değiliz…
Egosunu kontrol edip onu yönetemeyen “insan olamamış insan”ın diline pelesenk ettiği cümledir, bu. Cümlenin başı istenildiği gibi olabilir… İster siyaset, ekonomi, ister annelik-babalık, yaşamın her alanı, cevap ise hiç değişmez. Her kim ki bu kalıbı kullanır maalesef acınacak haldedir. Kendi de bilir bu yüzden öfkelidir… Genel itibarı ile kompleksli ve kendine güvensizlerin kullandığı bir kalıptır hatta bir ruh halidir…
Rastlanmış örneklerle gidelim ki konu anlaşılır olsun…
Örneğin bir değer düşünelim, “çevrecilik” diyelim. Bir yanlış yapana bu konuda fikir beyan edilince otomatik savunma gerçekleşecektir. Söyleyecek sözü olmayan, yediği naneyi aslında bilen bünye “en iyi savunma saldırıdır” der ve salı verir bu cümle kalıbını: “Biz çevreciliği sizden öğrenecek değiliz.” Yaptığı ne ise bu kepazeliği açıklayamaz ancak ego direksiyonda olduğu için bu kafalarda konuşur bir anda… Ego der ki:
Sana ayar veriyor bak; bunun altında mı kalacaksın sen… Düşünmeden hücum et, saldır köpüre köpüre…
Direksiyonda benliği olmadığı için felsefede kullanıldığı deyim ile “alt insan” rüzgârdaki yaprak misalidir; kızarır bozarır ve haykırır… Konu ne ise bu kalıp sürer gider…
Bir başka örnek “İvedikleşme” sürecinde olan toplumlarda çocuklar için felaket bir örnek olacak söz konusu filme daha minicik evladını götürebilir aile. Bir başkası bu yaptığının yanlış olduğunu, çocuğu bu tip yanlış davranış kalıplarından uzak tutmak gerektiğini, saygısız söylemlerden korumak gerektiğini dile getirse… Ego yine alt insanın beynine, aklına, benliğine kurulduğu için dile gelir başlar:
Ne yani kafese mi kapatacağız çocukları yani, ben çocuğumu böyle yetiştiriyorum tımam(tamam) mı? Sen kendi işine bak hem anneliği babalığı sizden mi öğreneceğiz? Gerektiğinde ağzını da bozar, gerektiğinde bir tane de çakar. Toplum böyle ne kadar korursan koru sonunda bu olacak yane(yani)…
Herkesin birbirinden öğrendiği ve öğrenmeye aç olunması gereken gelişmiş toplumların aksine gelişmemiş toplumlarda doğru söyleyen dokuz köyden kovulur; yapılan doğru davranış biçimler, uygulamalar “çok elitist” bulunur. Zira bataklık öyle bir hal almıştır ki onları da çoktan içine çekmiştir. Tek yaptıkları birbirinin suratlarına çamur sürüp eğlenmektir. Bataklıktan çıkmaya çabalayan paçasından yakalanıp alaşağı edilir.
“Biz iyi biliriz sizden öğrenecek değiliz…” safsatası bünyeye zerk edildiğinde yolun başında sakatlık başlar. Sadece kendini güncellemeyi bırakmamıştır kişi, güncellenmeyen hali ile çocuklarını da büyütmektedir. Şöyle bir örnek düşünün… Haber şu:
Bilim insanları çocukların saat 21.00’dan daha geç yatmalarının sakıncalarını sıraladılar… Büyüme hormonundan, ihtiyaç olunan uyku saatine kadar geniş bir haber…
Haberi dinlerken cinnet geçiren bünye ne yapacak şimdi diye beklenirken, şişmiş yanağından cümleler çıkmaya başlar:
Ne yani her şeye karışıyor bunlar da; ben çocuğumu istersem gece 24.00’da yatırırım kim oluyor bunlar. Anne- babalığı da sizden…
Cümlenin sonunu dahi getiremedim, böyle bir kafa düşünün. Gölgesi ile kavgalı, kendi vurdumduymaz hayatını özgürlük zannedip; sallapati vasatlığı herkese yaymak isteyen bir insancık… Daha da basiti ise ne biliyor musunuz? Sadece kendini düşünen kişilerdir bunlar. “Ben şunu yaparım çocuk da bana uysun” temel kalıbı. E, bu bünyeye herkesin “elit” gelmesi de normaldir tabi… Utanmasa “Sizden öğreneceğiz demeyi de sizden öğrenecek değiliz…” diyecek bir yaşam formudur söz konusu olan…
Mesela konu basın özgürlüğü ise ve siyasette konuşuluyorsa onu biz hiç öğrenmeyiz… Kimseden öğrenmeyiz hem de öyle bir hasta kompleksimiz vardır ki hiçbir şey bize öğretilmez. Gerekirse öğretiriz o ayrı… Hele hele “batı”dan hiç öğrenmeyiz, yön ve uygarlık konusunda da aşağılık kompleksimiz tavan yapmış durumdadır. Utanılmasa öğretmene öğretecektir bu bünye… İşin kötüsü bu topraklarda ciddi karşılığı olan bir kalıptır.
Konu tekrar aile kurmaya dönerse örneğin medeni ülkelerin çoğunda anne-babalık için hamilelik sürecinde hazırlanma kursları vardır. Peki, biz de model nasıldır? Şekilci yapı “çocuğun odasına neler alsam, neler alsam”ı düşündüğünün onda biri zamanı bu konuda kendini geliştirmek için okumaya ayırmaz. Sonra çocuk doğar; fark eder ki yeni bir dünya… Çok da pragmatisttir bu noktada ve fırlatma harekâtına başlar. Ne mi yapar? Çocuk kucağına gelir gelmez bir önceki kuşak otuz yıl önce annelik-babalık yapanın kucağına fırlatılır. İçi rahattır artık sıfır hazırlık, en az yorgunluk ve sonuç yolda öğrenme. “Kervan yolda düzülür” der bu durumda ancak bunun hayata doğru bir biçimde geçmesi ise imkânsızdır…
Mahalle kabadayılığında da kendini bulur bu fütursuz kalıp. “Biz delikanlılığı sizden öğrenecek değiliz.” hatta “Biz bunun kitabını yazdık.” Öğrenmemeden geçilip bir yandan müthiş bilgi ve birikim ile eğitime başlanmıştır artık bu noktada. Yani sadece kavram zaten bizim özümüz; biz onu kıyafet gibi giyeriz deniyor bir yandan da kütüphanede adına yazılı olan konuya ait eserler referans veriliyor… Aşkın bir dumurluk hali…
Yakın tarihten bir örnek vermek gerekirse… Bir mizansen olarak bu yapı şöyle davranacaktır… Bir ülkeyi protesto edecek olan sayısal küme her zamanki müthiş yaratıcılıkları ile bayrakları karıştırıp farklı ülkelerin bayraklarını yakabiliyorlar; müdahale edene bu ezber kalıbı yapıştırabilirler ya da “Niye portakal bıçaklıyorsun?” dendiğinde “hangi meyveyi hançerleyeceğimizi senden öğrenecek değiliz” diyebilirler…
“Hukuku, adaleti, mütevazılığı, dürüstlüğü, uygarlığı, çevreciliği, erdemleri, sevgiyi, insan olmayı vs… sizden öğrenecek değiliz” diyenler öğrenememenin kapatmaya çalıştıkları açlığını, bilgiye ve değişmeye olan kaygı ve öfke ile birleştirip eksik kalırlar. İnadına inadına yaşarlar; inadına inadına göçer giderler… Taş üstüne taş koymadıkları gibi koyanları da yıkmak için güç sarf ederler. Obruk gelip kütük ayrılmayı özünü yitirmemek sanıp; öylece kalakalmaya değer atfederler.
Prospektüs okumamayı bile bu kalıba sokacak kafalardır. “Biz cep telefonunu nasıl kullanacağımızı sizden mi öğreneceğiz” diye telefonun kitapçığına şarlayabilecek bünyedir. Navigasyon cihazı ile kavga eden “yol bulmayı robottan mı öğreneceğiz” diyen akıl ve zekâ durumudur.
Şimdi bu tip sadece geri kalmakla yetinmemiş ancak kendisi ile kavgalı aşağılık kompleksinden muzdarip insan topluluklarında tek çözüm eğitim ve okumak alışkanlığının geliştirilmesidir. Bilmeyen, bilmediğini bilmeyen; bilmediğini bilse bile umursamayıp bilgiye direnen toplulukların tarihteki yeri hiç hoş değildir. Bireysel olarak tımarhanelik bir durum söz konusu iken geniş kitlelerin bu hali yaşamaları, buraları yarı açık tımarhaneye çevirecektir.
İşte tam da bu yüzden fark detaydadır, ayrıntıdadır. “Ne olacak canım, takma kafana, ağzımızın tadı bozulmasın…” denilen her zımbırtı tabuta çakılacak bir çivi daha olacaktır. Çocuklar banka gibidirler; ne verirseniz ileride çekeceğiniz de odur. Kendilerini savunmak ve onlara ayna olanlara saldırmak için harcanan çabanın çok daha azına kişi görmek istemediği yönünü görebilir. Elbette ciddi çaba gerektirir bu. Kavga kendinden kendine doğrudur; hedef şaşırtmamak gerekir. Söylenenin özünü anlayan kimse, söyleyene takılmaz; ayna ile hesaplaşır. Kolaya kaçmamak lazımdır, her ayna gösterenin aynasının kırıldığı topraklarda ayna olmaya da devam etmek gereklidir. “Doğru söz söyleyen dokuz köyden kovulur” diye doğruyu söylememek kendine ihanet etmektir.
Yanlış yaptıklarını yanlış davranış biçimlerinde bulunduklarını kendilerine itiraf etmekten korkanlar; eleştiriyi taca atmak isterler. Ne derler: “Elitistsiniz, üst perdeden konuşuyorsun, azınlıksınız, toplumdan soyutsunuz, seçicisiniz…” Aslında iltifat ediyorlardır fark etmeden…
Seçim bireye aittir “şaptık şeker oluyoruz ne hoş” deyip gülümseyebilirler her konuda anlamsız tavırları ile ya da yeni bir gelecek mümkün deyip titreyip kendilerine gelebilirler. Egoları ile kendileri arasında kimse de yoktur. “Açık arayayım, yanlış bulayım gediğine bir laf sokayım…” ergen problemlerinden de artık yolda kurtulmak gerekir. Kavga ettiklerini zannettikleri de kendilerinden başkası değildir. Lakin her uyarıcıyı bir düşman bellemek rakip gördüğünün sıkletini büyütmekten ve kendi aczini ortaya sermekten başka hiçbir işe yaramayacaktır.
Yine bir örnekle bitirelim… Öğretmeni biraz sesini yükseltmiş diye arızaya bağlayan insanlar; birlikte ana avrat düz giden bir filmde küçük çocukları ile kahkaha atacaklar; sonra da “çocuğumuzu özgür yetiştiririz her şeyi sunarız, toplumdan soyutlamayız” diye akıl oyunu yapacaklar öyle mi? Alınlarını karışlamak gerekir böylelerinin ve bu sürecin sonu da en çok onları üzecektir. Aklı başına almak lazımdır elbette ne kaldıysa… Çevremizde artık sokaklardan akan kepazeliği bir de bizler meşrulaştırmamalıyız!
Okumak daha fazla okumak, at gözlüğü ile değil geniş açı ile olmakta olana bakmak gerekir. Varsın size de at sineği desinler… “Ama onun da gözünün üstünde kaşı var” desinler… Ego kaşınır, kaşıyacağının kendisi olduğunu ise zamanla öğrenir… Aklı başa alıp “herkes gibi” olmaktan çıkıp “kendi gibi” olmaya doğru yol almak at sinekliği ise; topluma ayna olmak at sinekliği ise mutlulukla kabuldür. Hele hele toplumun bu gidişatında adeta bir elzemdir…