Son
“Demiri demirle dövdüler; biri sıcak biri soğuktu… İnsanı insanla kırdılar; biri aç biri toktu.”
Pir Sultan Abdal
Bilimsel çalışmalar gezegenimiz dünyanın da bir sonunun olacağını gösteriyor eğer okuduklarımdan anladıklarımda bir yanlışlık yok ise. Tıpkı bir başlangıcının olması gibi …
Ölümlü olduğu zaten ortada olan biz insanların çok uzun süredir içinde bulunduğu “bir arada” yaşama durumuna ilaveten, tüm canlılarolarak yaşadığımız gezegenin bir sonunun olacağının öngörülüyor olması, sağlıklı düşününce her birimizin işini ve hayatını kolaylaştırmıyor mu?
Söylediklerimi biraz daha açayım:
Farklı inanç ve görüşten birçok kişinin üzerinde uzlaşacağı üzere; gezegende belli bir süredir “yaşam” var ve her birimiz yaşadığımız hayatlarla bu yaşam’ın içinde bulunduğumuz zamandaki parçalarıyız. Ve bu yaşam olgusu, bir başı ve sonu olan sürede yeryüzünde bulunan ve canlı diye adlandırdığımızher şeyi kapsıyor. Üstüne üstlük buradaki “yeryüzü”nün de bir başlangıcı ve bitişinin var olduğu gerçeği var !
Kendi 70-80 yıllık hayatlarımız bizlere çok uzun sürelermiş gibi geliyor olabilir, ancak yine birçoğumuzun kabul edeceği ölçütle yaşı milyar yıllarla ifade edilen dünyamızı göz önünde bulundurursak kendi yaşantılarımız; hissettiğimize oranla pek de bir önem taşımıyor.
Bundan 20 kusur yıl önce “Tarihin Sonu” adlı çalışmasında özetle bir “son”dan bahsetmiştiFrancis Fukuyama.Tabi onun burada bahsettiği son, bu paragrafa değin söz ettiğimiz son’dan biraz daha farklı bir anlam ve karakter taşımaktaydı. İletişim ve teknoloji çağında bulunduğumuz bu günlerde, alanında muhteşem işler çıkaran kişi ve kurumların belgesellerinde ve çalışmalarında da ayrıntılı olarak remzedildiği üzere son 100 yılda, öncesine kıyasla çok çok farklı hayatlar yaşıyoruz bulunduğumuz gezegende. Hatta bırakın yılları ayları, bir saniye öncesine göre bile müthiş ilerlemeler kaydedebiliyoruz. Aslında Fukuyama’nın da “tarihin sonu” ve “son insan” ile kendince anlatmaya çalıştığı şey, tarihsel bir bütün halinde insan’ın ve insanlık’ın geldiği son aşamadır dersek yanlış olmaz diye düşünüyorum.
Tarihin Sonu’nda özetle “liberal demokrasi, serbest piyasa ekonomisi ve çok ulusluluğun insanlığın gelebileceği son nokta“olduğunu ve “ekonomik modernleşme sürecinden geçen bütün ülkelerin birbirine benzediğini/benzeyeceğini” öne sürüyordu Fukuyama. Çeşitli otoriterliğe dayalı sistemlerin çöküşünden hareketle, insanlığın ilerleyişinin bu “son nokta”da nihayet bulacağını ve aksi örnekler cereyan etse de en nihayetinde bu küresel standardın tüm coğrafyalara yayılacağını iddia ediyordu. O’na göre tarih bu noktada en azından silahlı mücadele anlamında bitmişti/bitecekti.
9 Kasım 1989 Perşembe günü Berlin’debir duvarın etrafında toplanan insanların Duvarı’ı yıkışının üzerinden 25 yıl geçti. Bu; çok kısa süre sonra, aslında işaretleri zaten belirgin olan başka bir simge son’un da habercisi idi. O son’un başlangıcı; 19.Yüzyılın sonuna gelindiğinde korkunç bir hızlateknolojik gelişim yolunda ilerleyen insanlığın ne yazık ki 20.Yüzyıl’ın hemen başında topyekun savaşmayı seçmesiydi. Bu uzun ve kanlı süreç, yine bir devri kapayıp başka bir devri başlatmış; yüzyıllara sari hanedanları tarihe gömmüştü. İçinde bulunduğumuz 2014 yılı, tarihte eşine az rastlanır kan kokulu bu hikayenin; I.Dünya Savaşı’nın başlangıcının 100.yıl dönümü.
Ülke kamuoyumuzun ve toplumumuzun malum durumu göz önünde bulundurulduğunda; neredeyse yoktan var ettiğimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin doğum günü olan 29 Ekim’in bile anımsanmakta, kutlanmakta güçlük çekildiği günümüzde, sonuçlarının belki de en ağır bedelini biz Anadolulular’ın ödediği bu savaşın yaşanılmamış gibi davranılması ne yazık ki kimseyi şaşırtmıyor.
Kör bir milliyetçiliğin kırmızının tonlarına boyadığı Balkanlar ve Ortadoğu’nun göbeğinde bir kurtuluş mücadelesi ile var olabilen bir ülkenin halkınınbir hanedan yerine kendini egemen kılma çabasının adıydı oysa “cumhuriyet”. Sultan Vahideddin’in kızı Sabiha Sultan’ın anılarında sarf ettiği; “Bugün Cumhuriyet kurulmuş, ailemiz vazifesini yapıp geçmiştir. İmparatorluk ayrı bir devirdi, fakat o da Türk’ün idi. Bugünkü Cumhuriyet de Türk’ündür.” cümlesini günümüzde kaç hanedan meraklısı bilir ve benimser bilinmez. Ancak en hafif tabirle “hayatlarımızdaki çok değerli bir kıymettir” cumhuriyet.
Cumhuriyet gibi yerlerde sürüklenen ve hakarete uğrayan yine en basit tabirle “hayatlarımızda çok değerli” olan başka bir şey varsa; o da Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhuriyetin kuruluşuna ve öncesindeki kurtuluşa önderlik etmesidir. O’nun önderliğinin yarattığı kıvılcımların bugünkü cılız közleri, cehenneme dönen periferimizin ortasında bize nefes aldıran yegane etkenlerdir.Çünkü O’nun deyimi ile “Özgürlük olmayan ülkede ölüm, yıkılış vardır. Her ilerlemenin, kurtuluşun anası özgürlüktür.” ve yok olmanın eşiğinden döndüğümüz bir savaşın ardından yine savaşarak elde ettiğimiz özgürlüğümüzü ve bugün acı çekerek de olsa ayakta kalabilmemizi O’na ve Cumhuriyet’e borçluyuz.
Yaşadığımız hayatların, yaşadığımız gezegenin son’lu olduğu bir düzende birey olarak ya da ülke olarak geçirdiğimiz sürenin ne denli uzun olduğunun bir önemini olmadığını vurgulamaktı bu yazıya başlarken bahsettiğim “kolaylık”.Fukuyamahaklı mı yoksa haksız mı bilinmezancak bugün insan’ın geldiği son, pek de parlak değil. 91 yılı geride bırakan Türkiye Cumhuriyeti ise, bu gelinen son’da bir biçimde hala ayakta, her coğrafyada ve iklimde oraya has yaşanan acıların kendisine has olanlarıyla…
Bedeni çoktan bu gezegenden göçen Mustafa Kemal Atatürk ise hatıraları yakılıp yıkılsa ve eserleri tahrip edilse de “şaşırtıcı” biçimde halen yaşıyor.