Son
“İlk”ler unutulmaz(mış)…
Teamül budur…
Buna inanılır…
Bu yüzden hep “İlk”lere düzülür methiyeler…
Ama ben biraz farklı düşünüyorum…
Ve asıl, “Son”ların unutulmayacağını iddia ediyorum…
Belleklerdeki “Unutulmazlık” payesini, “Son”(lar)a vermeyi daha uygun
buluyorum.
“Her şeyin temeli ‘Son’dur” diyen Aristo ile aynı fikirdeyim yani…
***
“Son”un etkisi “İlk”ten daha fazladır bence.
Enfes bir ziyafetin finalinde yenen tatlı misali…
“Son” kalır insanın aklında…
Gönül, en son yaşadığını…
Kulak, en son duyduğunu…
Göz, en son gördüğünü hafızaya kaydeder…
Ne kadar çok anı biriktirmiş olursanız olun…
Yaşanmışlıklarınız ne kadar uzun sürmüş olursa olsun…
Birisini veya herhangi bir yeri anımsadığınızda, “Son anlar” canlanır
usunuzda…
Her hatıra, kendisinden öncekileri geriye ittirir adeta…
Yeni anılar eklendikçe hafızamıza, eskiler anlamını ve etkisini
yitirmeye başlar…
İzlenmiş bir filmin son karesi gibi çakılıp kalır belleğimize “Son”lar…
Öncesini anımsamamıza engel olur…
Ele geçirir adeta zihnimizi…
Emperyalisttir “Son”lar…
***
Biten bir ilişkiden, “Veda anı” kalır anılarımıza miras…
Son sözcükler…
Belki kırgın, belki mahzun, belki öfkeli, o malum, son “Hoşça kal”lar…
Gidenin, arkasında bıraktığı o umutsuz “Son bakış”lar…
Yıllarımızı geçirdiğimiz evden taşınırken hep o son bakış yer eder içimizde…
Kaç metrekare olursa olsun, eşyalar çıkınca, o gözümüze küçücük görünen
odalar…
Son kere çektiğimiz kapının kilidinin çıkardığı buruk ses…
Her metrekaresine anılarımızı sakladığımız bir şehirden ayrılırken,
otomobilin dikiz aynasından son kez gördüğümüz ışıklar…
Baba evinden son çıkış…
Aileyle yapılan son tatil…
Son doğum günü…
Son bayram…
Son yılbaşı…
Son dans…
***
Her gün, düzenli yazılarını okuduğunuz bir yazarın “Veda” yazısı yer
eder örneğin hafızanızda…
“Son yazı”sıyla özdeşleşir sizin gözünüzde.
Hz. İsa birçok kez yemek yemiştir belki havarileriyle..
Ama Leonardo Da Vinci’nin meşhur eseri sayesinde hep “Son akşam yemeği”
canlanır hafızalarda…
Wolfgang Amadeus Mozart’ın muhteşem eseri “Requiem”i böylesine önemli
kılan, sanatçının son bestesi olmasıdır…
Mozart, müzik otoritelerince en iyi eseri kabul edilen Requiem’i
bitiremeden hayata gözlerini yummuş, çalışmasını öğrencileri Joseph
Eybler ve Franz Xaver Sussmayr tamamlamışlardır…
Mozart’ın ilk eser(ler)ini anımsayanlar belki çok azdır…
Ama son bestesi Requiem ölümsüzleştirmiştir büyük besteciyi…
***
“Son”lar derindir…
Kaybolur gidersiniz “Son”un içinde…
Adı üzerinde “Son”dur…
Yaşananın, yaşanmışın bir daha asla tekrarı olmayacağının kabullenişidir
belki de “Son”u özel yapan…
***
“Son”ları böylesine farklı kılan, yaşadığımızın “Son” olduğundan asla
haberdar olmayışımız belki de…
“İlk”in bilincindeyizdir ama…
“Son”u kestiremeyiz…
Öngöremeyiz…
“İlk”leri büyük oranda özgür irademizle yaşarız…
“Başlangıç”larımızı kendimiz yazarız…
“Bitiş”lerse, çoğu zaman, rolümüzü yerine getirmemiz için elimize
tutuşturulan bir senaryodur…
Ve hep savunmasız yakalar “Son”lar bizi…
Velhasıl, “Son”lara teslim olmaktan başka bir şey gelmez elimizden…
***
Mutlu sonlar da vardır elbette…
Zorlu süreçleri bitiren…
Çileleri noktalayan…
Özlemin vuslata dönüştüğü…
Ama ekserisi hüzünlüdür “Son”ların…
Acıdır…
En acısı da hiç şüphesiz ebediyen vedalaştıklarımıza son bakışımızdır…
***
Filmlerde tanık olduğum, Hristiyanların cenaze ritüeli beni çok etkiler
bu bağlamda…
Müteveffa, son yolculuğuna sanki bir davete gidiyormuş gibi hazırlanır…
En güzel kıyafetleri giydirilerek yerleştirilir tabuta cansız bedeni…
Bakımlı, makyajlı…
Görüntü itibarıyla, sanki hiç ölmemiş gibi…
Bu haliyle veda eder sevdiklerine…
Hep bu haliyle kalır geride bıraktıklarının hatıralarında…
Bizim dinimizin cenaze ritüelleri bu bağlamda biraz “zor”dur…
Son kez görmek istersiniz canınız kadar sevdiğinizi…
Sararmış bir yüz…
Sabit bakan gözler…
Protezler çıkınca kaymış çene…
Kefenin o itici kokusu…
Hep o ürkütücü görüntü kalır insanın aklında…
Hep o son hali gelir gözlerinizin önüne.
Bilinçaltınıza yerleşir o ürkütücü görüntü, gözlerinizin önünden gitmez
asla…
O gülümseyen yüz…
Size sevgiyle bakan gözler…
Sürekli öptüğünüz o buruşmuş yanaklar…
Tüm detaylar yavaş yavaş silinir gider usunuzdan…
Bu yüzden o acımasız “Son bakışı” reddederim…
Albert Camus’nün “Yabancı” adlı eserinin kahramanı Mersault gibi…
Hatta küçük çocukların, sahiplenip büyüttükleri kedilerinin,
köpeklerinin, kuşlarının, balıklarının bile ölmüş hallerini görmesine de
karşıyım bu bağlamda…
Sevdiğinizi nasıl anımsamak istiyorsanız…
Gözlerinizin önünde nasıl canlanmasını istiyorsanız…
O hali “Son bakış” olarak kalmalıdır bence…
***
Başlayan her şey son bulur…
Doğanın kanunudur bu.
Her başlangıcın bir bitişi vardır elbette…
Anların da…
Yaşamın da…
Dolayısıyla, “Son”lar kaçınılmazdır…
***
Öleceğini bilerek dünyaya gelen…
“Son”unu daha en “Baştan” kabullenen tek canlıdır insan…
Bunun bilincinde olmasına rağmen, “İlk”lere gösterdiği özeni “Son”lara
göstermez asla…
Oysa başlangıçlar unutulur, bitişler kalır hafızalarda…
“İlk”lerin tekrarı mümkündür ama adı üzerinde “Son”lar geri döndürülemez…
Son pişmanlıklar asla telafi edilemez…
“Son nefes”imizi verene kadar vicdanımızı rahatsız eder durur…
***
Eskiden Roma’da, meydan saatlerinin üzerinde Latince “Ultima forsan”
ifadesi yer alırmış…
Yani “Son saat”
“Belki de baktığınız son saatinizdir” ya da “Belki de son defa
bakıyorsunuz zamana” manasını içerirmiş bu söz…
Bir uyarıymış insanlara aslında…
“Son”u anımsatan…
***
“İlk”ler insanı heyecanlandırır…
Ama “Son”lar ders verir…
Başlangıçlar “Hipotez”, bitişlerse “Sentez”dir.
“Son” bilinci nefis terbiyesinde de yol gösterir insana…
“Belki son konuşmamız.” diyerek biraz daha dikkat eder sözlerine insan…
“Belki buraya son defa geliyorum.” der, doyasıya tadını çıkartır gittiği
yerin…
“Son” fikri cesaret verir kişiye.
Ötelemez içinden geleni…
Korku duymaz itiraflarını dillendirmekten…
“Son”la yüzleşeceğini bilen insan yaşamın anlamına da vakıf olur…
“Son”un sadece “Ölmek” olmadığını…
Hakkıyla sonlanmış bir hayatın, aslında ölümsüzleşmek olduğunu hisseder…
***
“Başlangıcım sonumda, sonum başlangıcımdadır.” diyor Anthony Storr…
Başlangıçlara anlam yükleyen bitişlerdir zira…
Gönül kırmayan bir “Elveda”dır, ilk “Merhaba”yı değerli kılan…
Mutlu “Son”lardır başlangıçların içini dolduran…
“Son”unu unutmak istediği şeyin öncesini da anımsamaz insan…
Mamafih, unutulmayan “Son”lar, “İlk”leri ölümsüzleştirir…
Velhasıl, ilkler geçici, sonlar kalıcıdır…
Nitekim “Son”, bitiş değil, başlangıçtır aslında…