felsefe taşı

Son okuduklarım – 16

Son okuduklarım – 16
Nisan 21
11:02 2025

*YUVAL NOAH HARARİ ” Neksus ” ( 398 sayfa )*
İlginç bir kitap okudum. Müthiş beğendim mutlaka okuyun diyemiyorum .Ama belki ben beklentimi çok yüksek tuttum. Bu bilgileri farklı kitaplardan da okuduğum için yazardan daha yüksek bir seviye bekliyordum muhtemelen.
Bazı bölümlerde çok fazla not tuttum, çok iyi örnekler var. Bazı yerlerde okuma ilgim düştü. Ağır geldi değil, ki dil çok sade belki ilgi alanıma hiç girmeyen yerlerdi o kısımlar.
Bilgi ağının nasıl ilerlediği anlatılırken asıl emekleme safhasında olan yapay zekayı anlatıyor. Nasıl bir tehlike olduğunu ve bunu nasıl önleyip faydalı kullanacağımızdan bahsediyor.
Demokrasi,otokrasi, bilgi,zihin, sosyal medya ve bir sürü unsuru içine alarak yazılmış keyifli bir okuma.
Çok fazla not tuttum. Notlara bakıp hani tam beğenmemiştin diye düşünebilirsiniz. Bu bölümler ilgimi çeken bölümlerden
Kitaptan alıntılar,
-Şimdi, yapay zekâ devriminin henüz minik bir cenin olduğu günümüzde bile bilgisayarlar bizim hakkımızda; ev kredisi alıp alamayacağımızın, işe alınıp alınmayacağımızın veya hapse girip girmeyeceğimizin kararını verebiliyor. Bu gidişat hayatlarımıza anlam vermemizi zorlaştıracak şekilde daha da hızlanıp katlanarak çoğalacak. Bilgisayar algoritmalarına bilgece kararlar alıp daha iyi bir dünya yaratacakları konusunda güvenebilir miyiz? Yapay zekâ yalnızca kendi türümüzün değil tüm yaşam formlarının evriminin gidişatını değiştirebilir.
– Michel Foucault ve Edward Said gibi radikal solcu entelektüeller, klinikler ve üniversiteler gibi bilim kurumlarının, zamansız nesnel gerçeklerin peşinde olmaktan çok güçlerini kapitalist ve sömürgeci elitlerin hizmetinde, neyin gerçek sayılacağını belirlemek için kullandıklarını iddia etmişlerdi. Bu radikal eleştiriler bazen, “bilimsel gerçeklerin” kapitalist ve sömürgeci “söylemlerden” başka bir şey olmadığını, dahası iktidar sahiplerinin aslında gerçeklerle pek de ilgilenmediğini ve kendi hatalarını anlayıp onları düzelteceklerine asla bel bağlanamayacağını savunacak kadar ileri gidiyordu.
Radikal solun bu fraksiyonu, on dokuzuncu yüzyılda gücün tek gerçeklik ve bilginin de silah olduğunu, hakikat ve adalete hizmet ettiğini söyleyen elitlerinse aslında bazı sınıfsal ayrıcalıklar peşinde koştuğunu savunan Karl Marx’a kadar uzanır.
– Geleceği değiştiremeyeceksek zamanımızı neden onu tartışmakla harcayalım ki?
– Dengeleri gerçeklerin lehine çevirmek için fazladan çaba harcamazsak, bilgi miktarı ve hızındaki artış yüzünden, nadir bulunan doğru bilgiler çok daha yaygın ve ucuz bilgi türleri tarafından silinip süpürülecektir.
– Öte yandan bazı hikâyeler üçüncü bir gerçeklik boyutu yaratır: Öznelerarası gerçeklik. Acı gibi öznel şeyler yalnızca bir zihinde var olurken kanunlar, tanrılar, uluslar, şirketler ve para birimleri gibi öznelerarası şeyler, çok sayıda zihnin arasındaki bağlantılarda var olurlar. Bilhassa da insanların birbirilerine anlattığı hikâyelerde bulunurlar. İnsanların Öznelerarası varlıklarla ilgili paylaştığı bilgiler, halihazırda var olan bir şeyi temsil etmez; aksine tam da o bilgi paylaşımı o şeyi yaratır.
– Fakat arşivlerde durum çok farklıdır. Belgeler doğal organizmalar olmadığından biyolojinin herhangi bir yasasına uymazlar, evrim onları bizim için şekillendirmemiştir. Vergi raporları bir vergi raporu rafında yetişmez. Oraya yerleştirilmeleri gerekir. Bu yüzden birilerinin bilgileri kategorize etme fikrini bulması ve hangi belgelerin hangi rafa koyulacağına karar vermesi lazımdır. Tek yapmaları gereken ormanın mevcut düzenini öğrenmek olan toplayıcıların aksine arşivciler, dünya için yepyeni bir düzen tasarlamak zorundadır. Bu düzene bürokrasi denir.
– Bürokratlar işe, dünyadaki her nesnel kategorinin gerçek karşılığı olamayacak öznelera-rası gerçekliklerin depolandığı çeşitli çekmeceler icat etmekle başlarlar. Sonra dünyayı bu çekmecelere sığmaya zorlarlar, eğer sığmayıp taşıyorsa daha da fazla bastırıp sığdırırlar. Şimdiye kadar yalnızca bir kez bile resmi evrak doldurduysanız söylediğimi anlarsınız. Evraktaki seçeneklerden hiçbiri aslında sizin koşullarınıza uymadığında, o belgenin size uyum sağlaması yerine sizin kendinizi ona uyarlamanız gerekir. Dağınık ve karmaşık gerçekliği, sayısı ve çapı belli olan çekmecelere indirgemek, bürokratların düzeni korumasına yardım eder ama bu gerçeği feda etmektir. Gerçekler çok daha girift olsa da, bürokratların kafaları çekmecelerine saplanıp kaldığından, çoğu zaman dünyaya dair çarpıtılmış bir gerçeklik şekillendirirler
– Vereceğim iki örnek kulağa çok uçuk gelse de ne yazık ki benzerinin günün birinde yeniden yaşanmayacağının garantisi yoktur. Hitler demokratik seçimlerle iktidara geldikten yalnızca birkaç ay sonra, Yahudileri ve komünistleri toplama kamplarına göndermeye başladı; Amerika Birleşik Devletleri’nde demokratik yollarla seçilmiş bir sürü hükümet Afro-Amerikalıların, Amerikan yerlilerinin ve diğer ezilen halkların haklarını gasp etti. Elbette demokrasilere yönelik saldırılar genellikle çok daha sinsice yapılır. Vladimir Putin, Viktor Orbán, Recep Tayyip Erdoğan, Rodrigo Duterte, Jair Bolsonaro ve Benjamin Netanyahu gibi güçlü adamların kariyerleri, iktidara gelmek için demokrasiyi kullanan liderlerin, istediklerini aldıktan sonra sahip oldukları gücü demokrasinin altını oymak için nasıl kullanılabileceğini gösterir. Erdoğan’ın dediği gibi, “Demokrasi bir tramvaydır. Gideceğiniz yere kadar gider, sonra inersiniz. ”
Diktatörlerin demokrasilerin altını oymak için en sık başvurduğu yöntem, yargı ve medyadan başlayarak telafi mekanizmalarına birer birer saldırmaktır. Tipik bir diktatör yargının yetkilerini ele geçirir ya da kadroları kendi yandaşlarıyla değiştirir. Propaganda mekanizmasını inşa ederken de tüm bağımsız medya kuruluşlarını susturmaya çalışır.
Yargı organları hükümetin gücünü yasal yollarla denetleyemediği ve medya da hükümetin görüşlerini papağan gibi tekrarlamaya başladığında, hükümete karşı çıkmaya cesaret eden tüm kurumlar ve vatandaşlar hain, suçlu veya dış güçlerin ajanı olarak yaftalanıp zulüm görmeye başlar. Akademik kurumlar, belediyeler, STK’lar ve özel işletmeler ya
lağvedilir ya da hükümetin kontrolü altına alınır. Bu noktaya gelindiğinde hükümet, mesela popüler muhalefet liderlerini hapse atarak,muhalif partilerin seçimlere katılmasını engelleyerek, seçim bölgelerinin sınırlarını kendi çıkarlarına uygun şekilde değiştirerek veya seçmenleri haklarından mahrum bırakarak seçimlerde rahatça hile yapabilir. Bu
antidemokratik önlemlere yapılan itirazlarsa hükümetin atadığı yargıçlar tarafından bertaraf edilir. Durumu eleştiren gazeteciler ve akademisyenler işten atılır. Görevinde kalabilen yandaş medya kuruluşları, akademik kurumlar ve yargı makamlarıysa bu hileleri, ülkeyi ve sözde demokratik sistemi hainlerden ve dış güçlerden korumak için atılması gereken adımlar olarak överler. Diktatörler genellikle seçimleri tamamen ortadan kaldırmazlar; Putin’in Rusya’sındaki gibi meşruiyet sağlamaya ve görünürde demokratik bir mekanizmayı sürdürmeye hizmet eden bir gelenek olarak seçim düzenlemeye devam ederler.
– Onlar öyle düşünse de demokrasi çoğunluğun yönetimi anlamına gelmez, daha ziyade herkes için özgürlük ve eşitlik demektir. Demokrasi tüm vatandaşlara, çoğunluğun bile ellerinden alamayacağı bazı haklarının korunacağının garantisini veren bir sistemdir.
– Hugo Chávez Venezuela başkanlığına “Chávez Halktır!” sloganıyla aday olmuştu. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhalif vatandaşlarına hitaben “Biz halkız. Siz kimsiniz?” diyerek onları kendi halkından ayırmıştı.
Peki, birilerinin gerçek halkı temsil edip etmediğini nasıl anlarsınız? Basit. Lideri destekliyorsa halkı temsil ediyordur. Alman siyaset felsefecisi Jan-Werner Müller’e göre popülizmin belirleyici özelliği budur. Birini popülist yapan şey, yalnızca kendisinin halkı temsil ettiğini savunması ve onunla aynı fikirde olmayan herkesin, bu kişiler devlet bürokratları, azınlık grupları, hatta seçmenlerin çoğunluğu da olsa, ya bir şeyleri yanlış bildiklerini ya da gerçekten dış güçlerin kontrolünde olduklarını söylemesidir.
– Demokrasiler yalnızca insanların konuşması yasaklandığı zaman değil, insanlar dinlemeye istekli olmadığında ya da dinleyemediğinde de ölür.
– Sovyetlerin aileyi kontrol etme çabası, Stalin döneminde anlatılan tatsız bir fıkraya da yansımıştı. Stalin bir fabrikayı tebdili kıyafet ziyaret eder, işçilerden biriyle sohbet ederken adama “Baban kim?” diye sorar.
İşçi, “Stalin” diye yanıtlar.
“Annen kim?”
“Sovyetler Birliği” diye yanıtlar adam.
“Peki sen ne olmak istiyorsun?”
“Yetim.”
O zamanlar bu fıkrayı evinizde ailenize, en yakınlarınıza anlatmanız, özgürlüğünüzü ya da hayatınızı kaybedebileceğiniz anlamına geliyordu.
– Peki lider kamu ödeneklerini zimmetine geçirdiğinde ya da korkunç bir politik hata yaptığında neler yaşanır? Kimse lidere karşı duramaz; lider de kendi inisiyatifiyle hatasını kabul etmez. Hatta baş gösteren tüm sorunları “dış güçlere”, “içerideki hainlere” veya “yozlaşmış astlara” mal edip, sözde kötü niyetli gruplarla başa çıkmak için daha fazla güç talep eder.
– 1970’lerin sonunda Securitate ajanları bazı Romenlerin, Özgür Avrupa Radyosu’na rejim karşıtı imzasız mektuplar yazdığını fark edince, Çavuşesku yirmi milyon Romanya vatandaşının hepsinin elyazısı örneklerini toplamak için ülke çapında seferberlik başlattı. Okullar ve üniver-siteler her öğrenciye bir kompozisyon yazdırmaya zorlandı. İşverenler tüm çalışanlarından kendi elyazısılarıyla yazılmış bir özgeçmiş örneğini Securitate’e iletmek zorundaydı. Çavuşesku’nun yardımcılarından biri, “Emekliler ve işsizler ne olacak?” diye sorduğunda, “Yeni bir form icat edin!” diye emretti diktatör, “doldurmak zorunda kalacakları bir şey uydurun.” Fakat o isyankâr mektupların bazıları daktiloyla yazılmıştı, işte bu yüzden Çavuşesku devletin tüm daktilolarını da kayıt altına aldırdı ve örnekleri Securitate arşivinde dosyalandı. Kendine ait daktilosu olanlar, bunu Securitate’e bildirmek, daktilonun “parmak izini” vermek ve kullanmadan önce resmi izin almak zorundaydı.
– Securitate karargâhındaki evrak dağları hiçbir zaman kendi kendini analiz edemedi. Fakat şimdi makine öğrenmesi ve yapay zekânın büyüsü sayesinde bilgisayarlar, topladıkları bilgilerin hemen hepsini kendi kendine inceleyebiliyor. Ortalama bir insan dakikada yaklaşık 250 kelime okuyabiliyor. Hiç mola vermeden on iki saatlik vardiyalarla çalışan bir Securitate analisti, kırk yıllık kariyeri boyunca yaklaşık 2,6 milyar kelime okuyabilir. 2024’te ChatGPT ve Meta’nın Llama’sı gibi dil modelleri dakikada milyonlarca kelimeyi işleyip birkaç saat içinde 2,6 milyar kelimeyi “okuyabiliyor”.” Böylesi algoritmaların görüntü, ses ve video kayıtlarını işleme yeteneği de aynı derecede insanüstü.
– Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi dinler gökyüzünden her hareketimizi izleyen bir varlığın bizi puanladığını ve ebedi hayatımızın da topladığımız bu puanlara göre şekillendiğini varsayar. Kuşkusuz kimse kaç puan aldığını bilemez; onu ancak öldükten sonra öğrenebilirsiniz. Bu aslında, günahkârlığın veya azizliğin kamuoyunun kanaatlerine göre belirlenecek öznelerarası olgular olduğu anlamına gelir. Mesela İran rejimi, bilgisayar tabanlı gözetim sistemini yalnızca katı başörtüsü yasalarını uygulamak için değil, günahkârlığın ve ermişliğin kriterlerini bilgisayarlararası kesin olgulara dönüştürmek için kullandığında neler yaşanabilir? Sokakta başörtüsü takmadınız; eksi on puan. Ramazan’da iftardan önce yemek yediniz, yirmi puan daha eksildi. Cuma namazına camiye gittiniz, artı beş puan. Mekke’ye hacca gittiniz, artı beş yüz puan. Sistem daha sonra tüm puanları toplayarak insanları “günahkârlar” (sıfır puanın altında), “müminler” (sıfır ila bin puan) ve “ermişler” (bin puanın üzerinde) şeklinde sınıflandırabilir. Birinin günahkâr mı yoksa ermiş mi olduğu, insani değerlere değil algoritma hesaplarına dayanır. Böyle bir sistem insanlar hakkındaki gerçekleri mi keşfeder yoksa onları düzende kalmaya mı zorlar?
*İNİO ASANO ” Solanin ” ( 472 sayfa )*
Bu çizgi roman diğerleri kadar ilgimi çekmedi.
Toplum ve yaşamı sorgulayan gençler . Hayatın içinde olan keder,aşk,var olma mücadelesi fikriyle çizilmiş bir manga. Hemen hemen herkesin kendi sorgulamalarını bulabileceği bir hikaye.
*OLİVİER ROY ” Küreselleşen İslam” ( 210 sayfa )*
90 lı yıllarda İslzmi hareket gitgide destek alırken yazar bunun tam aksine başarısızlıktan bahsetmiş.
Güzel ama zor okunan bir kitap.
Daha doğrusu İslam,İslamcı, Müslüman ülkeler,Terör, Batıda yerleşen müslüman örgütler,cemaatler, siyasal İslam, Kürt Türk Aleviler,Pecaplar,Patanlar,,Usame bin Laden,Fundamentalist, Nakşibend, Nurcu, Müslüman ülkelerin liderleri, cemaat liderleri….
Kısaca o kadar çok şeye vakıf olmalısınız ki bu kitap gerçekten hap gibi toparlanmış bilgileri okumak hatırlamak gibi gelsin onun dışında zor okuma.
Dünya da 2002 ye kadar olan İslamın küreselleşme sürecini anlatıyor o yüzden AKP dönemi yok.
Kitaptan alıntılar,
– İslam’da siyasal bir ideoloji gören ve toplumun İslamileşmesinin sadece şeriat uygulamasından değil, İslami bir devlet kurulmasından geçtiğini düşünen hareketleri “İslamcı” diye adlandırıyoruz. Mevdudi’den yola çıkıp Hasan El Benna’dan geçerek Seyyid Kutub’a kadar bakarsak, düşüncelerinin merkezinde siyaset ve devlet bulunmaktadır. Bunun nedeni, İslam’a özgü olabilecek “din”le “siyasal” arasında bulanıklık geleneğini sürdürmeleri değildir; tam da dinle siyasetin ayrılmazlığının bu teyidinden, geleneğin gerekli sonuçları çıkarmamış olduğunu düşünmeleridir.
– Tabii ki İslamcıların bu görünürlüğü, yeniden İslamileşme hareketlerinin karmaşıklığını örtmemelidir. Mısır’daki Müslüman Kardeşler sadece siyasal bir hareket değildir, aynı zamanda bir tür dinsel tarikattır. Seyyid Kutub’un taraftarı olan Mısırlı İslamcı radikallerin geliştirdikleri eylemcilik, bir devlet kurmaktan ziyade, küfrün saltanatı gibi algılanan şeyin bizzat simgelerine saldırmayı (Ekim 1981′ de devlet başkanı Sedat’ın öldürülmesi) hedeflemektedir; ayrıca fark1ı hareketler arasında birçok köprü vardır (Mısır Cihad örgütünün başı Doktor Ayman El Zevahiri, Bin Ladin’e katılmıştır); güzergâhlar da karmaşıktır (Adil Hüseyin ve Abdülvahab El Misri gibi militanlar eski Marksistlerdir). Ama bütün bu hareketler ortak bir özelliği pay-laşırlar: Devlet iktidarını alarak somut bir toplumu İslamileştirmek (genel olarak ümmeti değil) istemişlerdir.
– En çarpıcı örnek ise Türkiye’dir: Nakşbendiler ve Nurcular gibi geleneksel tarikatlar İslamcı Refah Partisi’yle (kurucusu Erbakan, bir Nakşibendi’ydi) hiçbir zaman özdeşleşmek istememişlerdir, ama oy potansiyellerinin (birkaç milyon oy) pazarlığını yaparak büyük bir siyasal rol oynamakta, ya da siyasal ayak oyunları yapmaktadırlar. 1983’te Erbakan, partisinin kuruluşu sırasında kendisini desteklemiş olan Esat Coşan yönetimindeki Nakşibendiler’in ana koluyla ilişkisini kesmiştir. Nakşibendiler o zaman önce Turgut Özal’ı ve partisini, daha sonra da Turgut Özal’ın kardeşi olan ve 1995 (ANAP’la) ve 1997 seçimlerinde (Demokratik Parti’yle – DP) sağ merkezi yeniden oluşturmayı deneyen Korkut Özal’ı gizlice desteklemişlerdir. Bu da göstermektedir ki, samimi müslüman seçmen kitlesi ille de İslamcı bir partiye oy vermez.
– Post-İslamcılık, yeniden İslamileşmenin özelleşmesidir. Pek çok muhafazakâr sonunda devletin özündeki bir ayrıcalığa itiraz etme noktasına gelmektedir; bu ayrıcalık, doğrudan şeriata dayanarak hukukun belirlenmesidir (Pakistan, Mısır). Ekonomik liberalleşmeden yararlanan çok sayıda “İslamcı” işadamı islami business piyasasında oynamışlardır (tesettüre uygun giyim ticareti, İslami finans kuruluşları, ama aynı zamanda hayır işleri ve özel okullara mali kaynak temini). Türkiye’de bile, MÜSİAD adı altında toplanan dinamik bir KOBİ sektörü, laik ve Avrupa yanlısı büyük patronlardan (TÜSİAD) ayırt edilmektedir. Solun etkisi altındaki geleneksel İslamcıların bazen sosyalizmi andıran söylemlerini bir yana bırakan güncel İslami aktörler, para “namusuyla kazanıldığı” ve sadakalarla zekâtlar verildiği takdirde şahsi zenginleşmenin olumlu algılandığı liberalizmden ve devletçilik aleyhtarlığından dem vurmaktadırlar. Ekonomik liberalleşmeden ve devletin büyük tekellerinin düştükleri bunalımdan yararlanan (Mısır, Türkiye, Tunus, İran, Fas) ya da yararlanmak isteyen (Suriye, Cezayir) küçük burjuvaziye hitap etmektedirler. Kısacası, Weber’in çizdiği püriten portresi çıkmıştır artık piyasaya. Yeni-fundamentalistlerin bu devletçilik aleyhtarlığı, devleti hiç dert etmedikleri için ülkelerinin adını “devlet’ten “emirlik’e dönüştüren Afgan Talibanı’nda paradoksal biçimini bulmuştur: Katı bir şeriat uygulaması devlet aleyhine yürütülmüştür.
– Taliban, Afganistan’ın ötesinde Fundamentalist Islam’ın bu derin dönüşümüne vücut veriyor: geleneksel kültürlerden isteyerek kopmasına. “Kültür’e karşı mücadele Talibande son derece açık; Afganistan’da, canlı kültürün parçası olan her şeyi (müzik, her tür oyun ve eğlence) sistemli bir biçimde ortadan kaldırmışlardır; ama aynı zamanda, bin beş yüz yıllık (dolayısıyla müteakip müslüman rejimlerin daima kabul etmiş oldukları) iki Buda heykelini de yıkmışlardır. İnsan tasvirlerini ve genel olarak ilah tasvirlerini reddettikleri gibi, Taliban’ın heykel yıkımını haklı göstermek için başvurduğu gerekçe, ülkede artık Budist olmaması, dolayısıyla heykellerin bir işe yaramamasıdır. Yani onlara göre, dinsel ibadet dışında bir kültür var olamaz. Taliban’ın saplantı ve manyaklığa bürünen bu tür yanları ancak bu kültürden yasaya geçişle anlaşılabilir. Ötücü kuşların bakımı yasaklanır, çünkü namaz sırasında ötebilirler; uçurtma yasaklanır, çünkü takıldığı bir ağaçtan onu kurtarmaya çalışırken, komşu avludaki başı açık bir kadın görülebilir. Vücut bakımında Peygamber’in taklidi hedeflenmelidir, bundan ötürü sakal uzunluğu konusunda aşırı bir titizlik gösterilir. Bunlar dışında her şey yararsızdır, ya da daha vahimi, küfürdür.
– Ulusal özelliklerin, özgül kültürlerin ve tarihin silinmesi, farklı farklı bağlamlarda uygulanabilecek bir kural, hatta bağlamı yok sayan bir kural arayışıyla atbaşı gitmektedir: Bütün bunlar, sanal ümmet oluşturmaya en elverişli içeriğin neden Selefi mesajı olduğunu açıklamaktadır.
Ama sanal ümmet gerçek toplumun yerini almaz. İnternet gezgini, özellikle, elbette ancak toplumsal bağlam içinde gerçekleşen ekonomik faaliyet sorunuyla karşılaşmaktadır. İslamzine adlı site, kredi kartlarının İslam’a uygun olup olmadığını sorgulamaktadır (Eylül 1999’da). Ama başka sitelerde de İslami kurallara riayet eden şirketlerde yatırım önerileri yer almaktadır. Küreselleşme ekonomiyi de etkilemektedir: Abrar adlı firmanın açtığı bir site, bir hadisten yola çıkarak, hisse piyasasının hangi koşullarda helal olduğunu açıklamaktadır. Dolayısıyla bu firma, helal yatırım biçimleri önermektedir, Kolombiya’da, Dubai’de, Guangxi’de, Kuala Lumpur’da, Stanford’da (Kaliforniya) ve Vancouver’da kolları vardır. Sanal ümmet küresel dünyayla pekâlâ kesişmektedir.
– Şu son onyıldan çıkarılabilecek büyük ders, devlet stratejileriye ideolojilerin birbirinden ayrılmasıdır. Devletler muhalefete ve bölgesel savaşlara mükemmel bir biçimde direnmişlerdir. Paradoksal bir biçimde, İslamcı dönem, iç siyasal alanı fiili olarak genişletip ideolojisizleştirerek bu devletleri güçlendirmiştir; İslami-milliyetçiliğe geçiş ise, yerleşik rejimler bu değişimleri kendilerine mal edemeseler ve bunların kurbanı olsalar bile, ulus-devleti rahatlatmaktadır. Yeni İslami radikalizm, ulusötesi bir hale gelerek, devletlerin etrafından dolanmaktadır; yani artık onları doğrudan tehdit etmemektedir. Ama buna karşılık, radikal ideolojilere karşı mücadele de artık onların hamisi olan ya da onları kullanan belli bir devlet üzerinde yoğunlaşamamaktadır.
Okumak sağlıklıdır.

8 kez okundu
Paylaş

İlginizi Çekebilir

  • Biz hep Ortadoğulu kalacağız!Biz hep Ortadoğulu kalacağız! Şimdi sizle beni çok etkileyen bir anımı paylaşacağım... Kızım çok bilinen bir ilköğretim kolejinde okurken, 7'inci sınıfta bir İngiliz öğretmen geldi; 20'li yaşlarının ikinci […]
  • Evrenselleş(ebil)mekEvrenselleş(ebil)mek Londra’da gerçekleştirilen 2012 Olimpiyat Oyunları’nın açılış töreni hafızalardan silinecek gibi değil… Görsel şov; evet mükemmeldi… Ama daha da çarpıcı olanı, açılışta birbiri […]
  • “An”ı Yaşayabilme Sanatı“An”ı Yaşayabilme Sanatı Carpe diem… Çoğumuz bir şekilde duymuş olabiliriz “carpe diem”i… Ama “anlat” deseniz her kafadan ayrı bir ses çıkar… “Ölü Ozanlar Derneği” isimli film tanıttı bu yaşam […]
  • Duygusal ZekaDuygusal Zeka DUYGUSAL ZEKA : Duygusal Zekanın tam olarak irdelenebilmesi için öncelikle onu oluşturan iki temel kavramın ,duygu ve zekanın tanımlanması gerekmektedir. ZEKA : […]

Sosyal Medyada Takip Edin

Üye Olun

Yazarlar

Kategoriler

Takvim

Nisan 2025
P S Ç P C C P
« Oca    
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
282930  

Arşivler