Su’dan sebep
Önce “hiç birşey”dik…
Ve bir gün “bir şey” olduk…
Düştük! Madde olduk.
Bir de baktık ki; “Su”yduk…
Tertemiz, koskocaman, minicik ama bir o kadar da saftık
ve üstelik;
Çevremizde yeni oluşmuş bir sürü başka “su”lar ile idik…
Sabırsızdık ve Yaramazdık…
Enerji ve Masumiyet her yanımızdan fışkırıyordu.
Birden küçük hareketlenmeler başladı etrafımızda…
Ne olacağını bilmeden ne kadar olduğunu bilmediğimiz bir bütünün parçası olarak hareketlendik.
Üzerlerimizde gördüğümüz kocaman geniş ve masmavi gökyüzü giderek daralıyor; görüşümüz azalıyordu.
Bu hareketlenme ile birlikte hızımı da artıyordu.
Derken içinde bulunduğumuz bütünlüğün bir “nehir” olduğunu anladık; artık nehirdik…
Hızımız da artmıştı.
Gökyüzü ile olan irtibatımız onun ne kadar güzel
ve onu izlediğimiz her anının ne kadar eşsiz olduğunu
fark edemeyecek şekilde kesilmişti bile; çağıldayarak bir yere gidiyorduk???
Nehirlerde nereye gittiğini bilen “su” mudur yoksa suyun sürekli akıp üzerinde gidip her geçmişe göçen zaman içinde biraz daha şekillendirdiği ve erittiği “yatak” mıdır?
Nehrin hızına ve dinginliğine karar veren “yatak” mıdır yoksa nehrin etrafında olup onun parçası olmayan diğer “yer şekilleri” midir?
“Sel” dedikleri midir inisiyatifi “su”yun aldığı
ve kendi gidişine isteğince karar veren ama bir o kadar da yıkıcı olan???
Bir sürü soru işareti ve içinde bulunduğumuz nehir bütünlüğünün verdiği kızgınlık veya dinginlikle ilerledik yatak üzerinde ve üzerimizdeki minicik gökyüzü ile…
İçimizdeki tüm enerjiyi kullandık, sabırsızlıklarımız bizi çıkmaz küçük göletlere götürdü ve bazen de ter temizliğimizi ve masumiyetimizi kaybettik…
Çevremizdekileri “yiyen/yok eden” nehir miydi yoksa “yatak” mı veya “yer şekilleri” miydi?
Azaldık…
Ama bitmedik.
Darboğazlardan geçtik tüm seslerimiz ile
çığlık çığlığa çağıldadık,
hem de yüzlerce metre yukarıdan.
Belki de tüm tehlikesine rağmen o kısacık düşmeleri sevdik
içimizdeki gökyüzü özlemleri ile…
ve nehirden çok;
o kısa anlarda gökyüzünün bir parçası olmaktan dolayı…
Sonra gökyüzü büyümeye başladı.
Etrafımızı eskisi kadar sarmıyordu yeryüzü…
Çevremiz genişlemişti…
Dinginleşmiştik…
Rengimiz ve tadımız değişmişti.
Ardımızda bıraktığımız çağıldadığımız ve gürlediğimiz yerlerden geçmenin verdiği huzur ve yorgunlukla sustuk ve çevremize baktık…
Yine “su”yduk…
Ama “farklı bir su”yduk…
Belki “değişmediğimizi” düşünüyorduk;
Artık “nehir” değildik.
Daha engin ve dingin bir “su” olmuştuk;
Sürekli hareket etmeyen,
Geldiğimiz yeri daha da özlemle bekleyen,
Yeniden çıkmayı beklediğimiz yolculuğun başlangıcı olacak “hiç birşey” olmayı bekleyerek geçirdik zamanımızı…
Hareketlerimiz giderek yavaşladı ve hatta durdu bir minik birikintide…
Artık daha da sıcaktık.
Sıcaklık gittikçe arttı.
Isındıkça daha da ısındık ve hazırlandık yeni yolculuğumuza…
Bu sefer etrafımızı eriten; bilinmezlikler, kargaşanın yaşandığı karmaşa süreçleri değildi…
Aynen geldiğimiz gibi “damlalar” halinde eridik ve yükseklerde;
Buradan çok yükseklerde “bir şey” olmayı bekledik…