Tüketerek değil, çoğaltarak beslen…
“Yüz gram pastırma kadar değerin var mı?”.
Olmayabilir.
İnan bana, olmayabilir.
Ama, ola da bilir.
Bu tamamen, seni yiyene verdiğin haz ile ilgilidir.
Diyelim ki, sinirli bir şeysin.
Dış arasına girdin, uğraş Allah uğraş, nafile.
Ömür törpüsü yanında carrera mermeri.
İşte, o kadarsın!
Diyelim ki, Kastamonu’da Tabakoğlu işlemiş seni, kuş gönü’den öte, bir ipek yapraksın hay mübarek.
Dilin üstünde kendiliğinden eriyen.
Bitmesin diye dua edilenlerdensin.
Ama, bittin işte.
İki çene darbesi, bir dil, üç damak…
İşte, o kadar.
Daha ötesi değilsin.
O değeri sana biçen, seni yiyendir.
Senin değerin, karşıdakinin duyularına göredir.
O duyular tatmin oldu mu, seni sen yapan öteki, yani karşında durup senin ruhunu kemiren zat çiğneye çiğneye lezzeti tüketti mi, ne olacaktır halin?
Tersi mümkün mü?
Elbette.
İnsan, nesnelerle kurduğu ilişkiyi haz ve keyif döngüsünden çıkartabilirse; tüketerek değil çoğaltarak beslenmeyi öğrenirse.
Hele hele, hayatın karşıdakini ruhunu kemirmekten ibaret yeme – yenilme rutini olmadığı fark edebilirse.
Var ya, işte hayat o zaman başlar.