Tüketim Çılgınlığı
Güvenme varlığa, düşersin darlığa.
Tüketimi kısaca üretilen malların kullanılması ve harcanması olarak tanımlayabiliriz.
İnsanoğlu yaratıldığı ilk günden beri, var olmanın tabi bir sonucu olarak üretmek ve tüketmek zorunda kalmıştır.
Nedir bu tüketim çılgınlığı ve ne zaman başlamıştır? Tüketim çılgınlığını “İnsanın ömür sermayesinde var olan nimetlerini, hoyratca heba etmesi” olarak tarif edebiliriz.
Tüketim çılgınlığının, 18. Yüzyılda İngiltere’de başlayan ve daha sonrada Avrupa’ya yayılan sanayi devrimi ile birlikte başladığı doğrudur. Zira dünya nüfusunun artmasıyla birlikte ihtiyaçlar da artmış, bazı istekler mecburiyet haline gelmiştir. İhtiyaçların karşılanabilmesi içinde, daha fazla üretim yapma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Avrupa’da nüfusun özellikle 16. yüzyıldan itibaren hızlı bir şekilde yükselmesi, üretimde çeşitliliğin artmasına da sebep olmuştur. Sanayi devrimi, tarımı da etkilemiş köyden kentlere göçü arttırmıştır. Yeni iş imkânları ve iş gücü ortaya çıkmıştır. İnsanların sosyo-kültürel yaşamlarında değişiklikler meydana gelmiştir.
Bu yazımı kaleme alırken (kaleme almak!)içeriği konusunda toplumun bu yüzyılın sıkıntılı bir durumuna da parmak basmak istedim. Sosyal medyada da paylaşıldı “Diderot etkisi”… Şöyle bir bakalım hikayeye;
Fransa’nın 18. yüzyıl filozof ve yazarlarından olan Denis Diderot büyük bir borç bataklığına düşer. Onun bu perişan hali, Rus Çariçesi Katerina’nın kulağına kadar gider. Çariçe, bu bataklıktan kurtulması için Diderot’e nazik bir teklif sunar. Kütüphanesi karşılığında 25 yıllık maaşı kendisine peşin olarak ödenecektir. Böylece karşılıklı anlaşırlar. Tabii ki bu peşin ödeme, Diderot için hiç beklenmedik bir anda bir servete sahip olma anlamına gelir. Artık Diderot, bütün borçlarından kurtulmuş ve rahatlamıştır.
Bir gün bir arkadaşı ona kadife bir sabahlık hediye eder ve her ne olursa bundan sonra olur. Filozof sabahlığını giyinir,çalışma masasına kurulur ve iştahla çalışırken birden bire bu muhteşem sabahlığı ile çalışma masasının birbirine uyuşmadığını düşünür. Kasasındaki yüklü miktar nakdin sarhoşluğuyla derhal, çalışma masasını değiştirmek üzere çıkar ve harika bir çalışma masası alır. Artık sabahlık ve çalışma masası uyumludur.
Fakat bir de ne görsün? Yerdeki eski halı, ne sabahlığına ne de çalışma masasına yakışıyor. Koşar ve kasasındaki paraya da kendisine de layık yakışacak bir halı alır. Yine de içini kemiren bir şeyler vardır. Çünkü evin koltukları, dolapları, sandalyeleri, duvar resimleri ve duvar halısı, odanın süslemeleri artık birbiriyle uyumsuz ve hafif kalır. Her şey gözüne batmaya başlamıştır artık… Gel zaman, git zaman Diderot, evin bütün eşyalarını iğneden ipliğe değiştirir. Sonunda kasasında beş kuruşu kalmaz ve kütüphanesini satmasından önceki haline, borç bataklığına geri döner.
Diderot’un durumu idrak etmesi fazla zaman almaz. Başladığı noktaya dönüşünün hırslarından kaynaklandığının farkına varır. Sonuçta, yazarın bu konu üzerine kaleme aldığı meşhur eseri “Eski Sabahlığım İçin Pişmanlık” adlı eser ortaya çıkar. Yazar, ardında tarihe geçecek özlü bir söz bırakır. “Eski sabahlığımın efendisi iken yenisininkölesi oldum.”
Evet, eşyaya, nesnelere, hatta insanlara kölelik derecesinde bağımlılık bir felakettir.Tüketim çılgınlığının insanı sürükleyeceği halleri anlatan ve bugünküanlamına en yakın içeriği ile kavramdan söz eden yazar olması ve sebep-sonuç ilişkisini ortaya koyması bakımından “Diderot Etkisi” denilmiş.
Modern ilişki ve alışkanlıklar, tüketim girdabı ve çılgınlığını yaşadığımız doğallıktan uzak hayat temel hareket noktasını oluşturuyor. Bu ilişkiler, eşya/nesne/mülkiyet üzerinden farklı olma, rekabet etme ve üstünlük kurma gibi ilkel dürtülere dayalıdır. Modernizmin tuzu biberi olan kapitalist ilişkiler ise bu rekabet dürtülerini körükleyerek bizleri tüketim girdabına çekiyor.
Diderot’un, kütüphanesi karşılığında 25 yıllık maaşını alıp kısa bir süre içerisinde tüketmesi tüketici ile kredi kartı ilişkisini çağrıştırıyor. Bu tam anlamıyla, cüzdanında olmayan hayali bir parayı, gelecekteki emeği, üretimi ve zamanı karşılığında, yani geleceği karşılığında satma ilişkisi…
Evdeki hesap çarşıya uymadığında bunalımlar, hacizler ve daha kötü sonuçlar ortaya çıkıyor. Bir halk tabirimiz var; “Ayağını yorganına göre uzat”
Pekiyi kendimizi neden bu kadar da hesapsızca tüketmeye mecbur hissediyoruz?
Kapitalist kültür insanların rekabet duygusunu körükleyerek kışkırtarak, teşvik ederek diğerlerine karşı tüketim aracılığıyla üstünlük kurma hastalık ve zaafını kullanıyor. Tüketim çılgınlığının evcil hayvanlardan sinemaya, yiyecek çeşitliliğinden bilinçsiz ilaç tüketimine kadar her konuda örnekleri var. Çok önemlidir ki ülkemizde 2018 yılında ellibeş milyon anti depresan ilacı kullanılmış. Mesela; ailelerin geniş ve lüks dairelere, erkeklerin otomobile,kadınların giyim ve güzellik konularındaki zaafları, sonu olmayan bir rekabet ve harcamayı doğuruyor. Her evden daha geniş ve lüks diğer bir ev, her otomobilden daha iyi ve lüks diğer bir otomobil olması ve yenilikler bu kesintisiz harcama durumunu doğuruyor.
Bu global sorunda kadınların giyim, estetik, makyaj rekabeti; çocuklar ve gençlerin cep telefonu, bilgisayar ve diğer teknik araçlara düşkünlüğü ve birbiriyle rekabeti tüketimi kışkırtan küresel şirketlerin keşfettiği zaaflardan yalnızca bir kaçı. Son modelini almak istediğimiz telefonlar için uzun kuyruklara giriyoruz, black fridaylerde mağazaları yağmalıyoruz, kimileri karşındakinin hayatını tehlikeye bile atabiliyor. Tüketmek konusunda dünyaca çıldırmış durumdayız aslında.
Sanayinin Amerika ve Japonya’da hızla gelişmeye başlaması ile birlikte, ürün çeşitliliği artmış, üretim ve tüketim çılgınlığı da önlenemez hale gelmiştir. Bu durum insanların yaşama kalitelerinde farklılıklar meydana getirmiş israfın ve lüks tüketiminin de artmasına sebep olmuştur. İnsanlar daha önce sadece temel ihtiyaçları için çalışırken artık lüks tüketimi içinde daha çok çalışmak zorunda kalmışlardır.
Bütün dünyada ekonomik gelişmeler görülmeye başlanmış ve büyük sermayeler ortaya çıkmıştır. Tabi bu sermayeyi ayakta tutabilmek içinde daha çok üretmek ve daha çok tüketmek, zorunlu haline gelmiştir.Günümüzde özellikle teknolojinin gelişmesi ve hayatımıza girmesiyle birlikte tüketim çok farklı bir boyut kazanmış ve önlenemeyen “tüketim çılgınlığı” başlamıştır.
Rahmetli babam “bir çaya yedi şeker atamazsın” derdi..
Tüketim çılgınlığına en önemli sebep, sahip olduklarımızla yetinmeme ve hep daha fazlasını isteme arzusudur. İnsan çok daha fazlasına sahip olduğunda, daha rahat ve daha konforlu bir hayat elde edeceğini zannetmektedir. Yaşamak için yeterli olabilecek miktarlar varken, nefsin devreye girmesiyle bu yeterli olmamakta ve hep daha fazlasını istemektedir. Bu da insanlarda doyumsuzluğa ve neticesinde mutsuzluğa neden olmaktadır.
Tüketim kapsamının alanı çok geniştir. Hayata dair ne varsa hepsi tüketim kapsamına girmektedir. Eşyalar, araç gereçler, yiyecek içecekler, zaman, hava, su, özel ve sosyal hayatımızdaki istekler vs.kısacası her şey tüketim kapsamındadır. İşte burada denge çok önemlidir. İnsanoğlunun istek ve arzuları çok geniştir ve hiç bitmez.
Bir bağımlılık türü olarak tüketimi alışkanlık haline getirmemek, can sıkıntısından dolayı tüketim yapılmamalıdır.Elbette tüketeceğiz. İhtiyacımız kadar olanı hesaplı bir şekilde tüketmede problem yok. Ancak ihtiyacımızdan fazlasını tüketmekle, maddi manevi birçok sıkıntı ve hastalıklara neden olacağımız gibi, topluma ve yaşadığımız dünyaya da zararımızın olabileceğini unutmamalıyız.
Bilinçsizce yapılan aşırı tüketim, sadece şahsımızı değil aynı zaman da dünyamızı da olumsuz etkilemektedir.
Durum bu halde iken artık bazı şeyleri sorgulamak ve birazcık da tefekkür etmek zorundayız. Söylemlerimiz sloganlarda kalmamalı. Kendimizi hesaba çekmeliyiz. Ne yapıyoruz, nereye gidiyoruz?
Tüketim çılgınlığının günden güne artması, manevi hassasiyetlerimizin azaldığına ve toplumsal bir sıkıntının var olduğuna işaret etmektedir. Artık bunu fark edelim lütfen. Galiba en kolay harcadığımız ve en çok tükettiğimiz şey de zaman ve dostlarımız. Unutmayın harcandığında ikisi de geri gelmiyor…