Tuna’nın Aşkı Budapeşte
Olgun, zarif bir hanımefendiye benzer Budapeşte. Üstelik bu soylu hanım zengindir de. Harika bir takı gibi şehri süsleyen Tuna nehrinin iki yanında, değerli taşlar gibi dizilen saraylar, parlamento binası, tarihi binalar, kiliseler, parklar,hamamlar.. Nehrin üzerindeki birbirinden güzel köprüler; bu değerli taşları birleştiren usta bir sadekârın montürü gibi değer katar, bu takıya.
Şehrin zarafetine anlamlandıran Tuna’dır ama Tuna’ya gereken saygıyı, içinden akıp geçtiği şehirler içinde en üst dereceden gösteren de Budapeşte’dir.
Geçmişte, Avusturya-Macaristan imparatorluğunun başkenti Viyana olmasına rağmen; Budapeşte, imparatorluğun denge merkezi olmuştur. Bunu uzun tarih konularını açmak için değil, şehrin güzelliğinin, 19.yüzyılın en modern kenti halini almasının nedenlerinden biri olduğunu anlatabilmek için belirtiyorum… Budapeşte’yi olgun ve zarif bir hanımefendiye benzetmiştik ya; bu hanımefendi, çok görmüş,çok geçirmiştir de .. Macarlar; Moğol’u, Türk’ü, Germen’i, Rus’u derken tarihin uzun bir dönemini bağımsızlığına ulaşamadan ama bu uğurda da yılmadan savaşarak yaşamışlar.
Türklerin Müslüman olmasının İslam dünyasına faydasına benzer bir etkiyi; Macarların da, prens Vajk’ın( Aziz İstvan) ülkesi adına vaftiz olmasıyla, Hristiyan âleminde gösterdiklerini söylemek mümkündür. Ural’lardan kopup gelmiş Macar kavimleri, savaşçı ve inatçı kimliklerini, Şaman olmalarına rağmen Hristiyan Avrupa’nın ortasında, kimliklerini koruyabildikleri yaklaşık 150 yıl boyunca kanıtlamışlardı. Şaman kimliklerini terk etmeleri ile Hristiyan Ordularına güçlü bir katkı sağlamışlardı. Türk’lerin Avrupa’da ilerleyişinin karşısında sürekli Macar’larla çarpışması; Doğu Roma’nın devamı olan Osmanlılar (3. Roma İmparatorluğu) ile Kutsal Roma Germen İmparatorluğunun savaşçı sınır kuvveti olan Macar’ların karşı karşıya gelmesinden başka bir şey değildir aslında. Neyse, sözümüzü tutalım ve Osmanlıların, Macaristan ve Budapeşte ile olan ilişkilerini anlatmayı “Muhteşem Yüzyıl” a bırakıp, yavaş yavaş günümüze dönelim.
Budapeşte’de, Osmanlı dönemi hariç, tarihte yaşanmış her devrin izlerine sık ve bolca rastlamak mümkündür. Bu durum, özenli bir tarih ve kent bilincinin doğal bir sonucu olarak karşımıza çıkar. 17 Kasım 1873 de Peşte, Buda ve Obuda’nın birleşmesiyle 300 bin nüfuslu, devrin en kalabalık dünya başkentlerinden biri olan Budapeşte’de, Kelt’lerden, Roma’ya, Hun’lardan, Avarlara, Türk’lerden, Germen’lere tüm kültürlerin izlerine rastlanır. Osmanlı, bu en kuzey batıdaki serhat şehrinin imarına, yönetimi boyunca ziyadesiyle özen göstermiş olmasına rağmen, devrin fanatik dini tabuları gereği Osmanlı eserleri Türkler çekildikten sonra Buda’da ki birkaç kalıntı dışında hemen hemen hiçbir şey geride bırakılmadan yıkılıp, yok edilmiş. Bugün meraklısı için Kale Tepe’sinin hemen kuzeyinde bulunan “Gül Baba” türbesi ve çevresindeki Turban, Mescet(mescit), Cami, Török (Türk) gibi Türkçe adlı sokakları gezip, görmek mümkündür..
Budapeşte almasını bilene yedi veren gül gibi bir şehir aslında. Bu şehirde yaşayacağınız tecrübe, sizin ona olan ilginize bağlı olacaktır. Modern ve turistik bir şehirde olması gereken her şey mevcuttur burada ve kendisini görecek ilgili gözlerin dikkatini bekler. Ana caddelerden, sokak aralarına yol boyunca uzanan blokların birçoğunun kapısında veya pencere aralarında göreceğiniz fresk tabelâlarda birbirinden ilginç hikâyeler, tarihi sırlar ve yaşanmışlığın izleri vardır.
Hristiyanlığın kurumsallaşmasının, Habsburg Hanedanına karşı bitmek bilmez özgürlük savaşlarının, 1848 devrimi kahramanlarının, bağımsız Macar Krallığının, gelişmiş Yahudi gettosunun, II. Dünya harbi öncesi ve süresince yaşanan vahşetin, savaş sonrası zor günlerin izleri, şehrin birbirinden güzel binalarının içlerinde ve çevrelerinde hatıralarını yaşatırlar.
Her mevsim ayrı bir güzelliğe sahip Budapeşte’nin yaz dönemi; panayırlarla, festivallerle şenlikli bir havaya bürünür. Kent gün boyu hareketlidir ve bu hareketlilik gece de, kâh Tuna boyunca ve Sziget’de (Ada) bulunan gece kulüplerinde, kâh şehir merkezindeki lokanta ve eğlence merkezlerinde sürüp gider.
Tuna ile Budapeşte birbirlerine cömert bir aşkla bağlıdır. Tuna’nın yer altı sıcak su kanalları, şehrin birçok yerinde hamam ve kaplıcaları besleyerek, çoğu Orta Avrupa kenti gibi burayı da bir kaplıca şehri yapar. Tuna’nın bu cömertliğini Macarlar karşılıksız bırakmayıp, Avrupa’nın en büyük ve ihtişamlı kaplıcalarını inşa etmişler. Széchenyi ve Gellért kaplıca ve hamamları en bilinenleri ve gösterişlileri olarak öne çıkarlar. Çocuklu aileler daha yeni,modern ve eğlenceli bir kaplıca arayışına girerlerse,”Kahramanlar Meydanı”ndan (Hösök Tere) kalkan servislerle Peşte’nin kuzeyinde bulunan “Aquaworld”e de gidebilirler.
Temmuz ve Ağustos aylarında “Aslanlı” veya “Zincirli” diye bildiğimiz Lanchid köprüsünün Peşte yakasında kurulan panayır alanında müziğin her çeşidi ve tiyatro gösterilerini izlemenin keyfi bir başkadır.
Macar yemekleri ve şarapları da, Budapeşte’ye yapacağınız gezinin sizde bırakacağı mutlu anıların tadı- tuzu olarak hep damağınızı süsleyecektir. Uzun bir listeyle burayı meşgul etmeyeyim; Otelinizden alacağınız bir şehir rehberi, size nerelerde Macar gustosunu deneyimleyebileceğinizi söyleyecektir. Ancak, meşhur Gulaş çorbasını yaz kış hemen her yerde bulabilirsiniz. Çorba, Macar mutfağının önemli bir parçasıdır. Vaci Utca’ nın (Vaci Caddesi) üzerinde bulunan “Fatal” isimli lokantada bir çorba siparişi verirseniz ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Kovayla servis edilen çorba bana yeter derseniz, sonraki siparişlerinize dikkat edin derim.
Vaci Utca’nın sonunda Vamhaz körut üzerinde bulunan “Nagyvasarcsarnok” (akıllı kadınlar pazarı) turistik olmayan ama turistlerin çok sevdiği “dev” bir pazar yeri olarak dikkat çeker. Burası, kapalı ve katlı bir binadır ve içinde ucuz marketlerden, kasap dükkânlarına, yerel fastfood birahanelerinden, hediyelik eşya ve giyim kuşama kadar her türlü alış veriş imkânını bulabilirsiniz, yakınlardaki Sendendre ( Saint Andre) kasabasına gitmeye imkânınız yoksa gezinize dair tüm hatıralık alışverişinizi buradan yapabilirsiniz.
Budapeşte’de standart bir şehir turu, şehrin Peşte yakasında Kahramanlar meydanında başlayacaktır. Meydandan Şehir merkezine uzanan, Elçiliğimizin, Terör Müzesinin, (Nazilerin eski yönetim merkezi) Opera binasının, Konservatuar ve Tiyatroların üzerinde bulunduğu Andrassy Caddesi üzerinden merkeze inip, Roosevelt Meydanından Arslanlı Köprü’yü geçip Buda yakasında devam edecektir. Şanslı iseniz Gül Baba Türbesi açıktır. Burada çekilecek birkaç fotoğraftan sonra Matyas Kilisesi ve Balıkçılar Burcu’nun bulunduğu Kale tepesine geçilir ve Gellért Tepesinde bulunan Sovyet döneminin en belirgin simgesi olan Barış Anıtı’nı gördükten sonra şehrin tüm köprü ve tarihi binalarını topluca fotoğraflayabileceğiniz muhteşem bir manzara ile tamamlanır.
Şehrin resmi gezi programı tamamlandıktan sonra, sizinle Budapeşte’nin özel ilişkisi başlayacaktır. Meraklısı için Tuna ‘da yapılacak tekne turunun bir benzeri yoktur mesela. Kulaklığınızdan seslendirme sanatçıları tarafından Türkçe olarak şehrin ve Macaristan’ın hikâyesini, kâh Tuna’nın ağzından, kâh Kral Bela’nın talihsiz kızı Prenses Margit’in sesinden dinlerken ikram edilen içeceğinizi yudumlamak bence mutlaka yaşanması gereken bir tecrübedir. Kahramanlar Meydanı’nın iki yanında bulunan “Güzel Sanatlar Müzesi” ve “Ulusal Galeri” zengin içeriği ile müze meraklılarını heyecanlandıracaktır. Klasik müzik meraklıları için Budapeşte ve Opera binası, Viyana gibi çok özeldir. F. Lizst’in, Bela Bartok’un ülkesinde klasik müziğin tüm evrensel dehalarının belli dönemlerde gelip yaşadıklarını, eserlerinin bazılarını burada kaleme aldıklarını söylememe bile gerek yok sanırım. Aziz İstvan katedrali, çevresindeki cafe ve restaurantları, akşamları içinde düzenlenen konserleri ile gene görülmesi gereken yerlerdendir. 2. dünya savaşında ağır şekilde tahrip olmuş Yahudi gettosunda bulunan ve savaş sonrası aslen Macar Yahudisi olan Tony Curtis’in babasının mali desteğiyle tekrar ihya edilen, Avrupa’nın en büyük Sinagog’unu da buraya kadar gelmişken görmeniz fena olmaz herhalde.. Aslında, bu liste ilgi alanlarınıza göre uzayıp gider. Şehir, ilgi alanlarına göre herkesi memnun edecek müze ve ören yerleri ile doludur. Ben size az bilinen yerlerden, komünizm döneminden kalmış ve artık şehirde bulunmayan çeşitli eserlerin toplandığı “Memento Park”a gitmenizi öneririm, tabi eğer tarihin bu dönemine meraklıysanız..
Pal sokağı da, çocukluğumuzun bu klasik eserinin( Pal Sokağı Çocukları) geçtiği yer olarak görülmesi ilginç olabilecek yerlerden biridir. Ayrıca, gene Peşte de bulunan “Krepesi temetö” ( şehrin büyük ve anıtsal mezarlığı)da ziyaret edilmesi gereken yerlerdendir. Geziniz boyunca adını duyacağınız, Macarların yerel ve evrensel değere sahip tüm meşhurlarının birer sanat eseri olarak inşa edilmiş mezarlarını, müthiş bir huzur ortamında ziyaret edebilirsiniz. Nazım Hikmet’i derinden etkilemiş, 20 yüzyılın dev fütürist şairi Jozef Atilla’nın önünde bir şiirini okumak, meraklısı için hoş bir anı olacaktır.
Uluslararası bir üne sahip olan Budapeşte’nin gece hayatı, dünyanın her yerinden insanları buraya çekmekte. Açık söylemek gerekirse disco, kulüp ve casino’ların haricinde ciddi bir seks turizmi de vardır. Şehrin trafiğe kapalı en meşhur turistik caddesi olan Vaci Utca’da yanıza yanaşan gösterişli sarışının ateşinizi istemesi veya havalardan bahisle sohbete başlamasının nedeni, çarpıcı yakışıklılığınız olmayabilir. Sonra uyarmadı demeyin…
Budapeşte’nin güzelliği ve zenginliğini anlatabilmek için yerimiz biraz dar kaldı. Siz iyisi mi, kendi keşfinizi yapabilmek için bu güzel ve zarif hanımefendiyi vakit kaybetmeden hemen ziyaret edin. Hem kim bilir, belki Gerbeaud veya NewYork Cafe’de karşılaşır bir kahve içeriz birlikte. Böylece şehrin burada anlatamadığım sırlarını da paylaşabilirim sizinle..