Tut ki bir domates ektin bahçeye…
Tut ki bir domates ektin bahçeye.
Gözün gibi baktın, evlat mübarek.
“Gak” diyor su, “guk” diyor gübre.
Sevgi ve şefkatte sınır yok.
Dedik ya, evlat!
Ne olur sonunda biliyor musun?
Arkadaş alır başını gider, boyu seni geçer, ağaç gibi dalları olur.
Domates?
Bir tane vermez.
Niye versin, salak mı?
Ekmek, su hazır, ohhh…
Köklerini de büyütmez, nasıl olsa ayağına kadar geliyor her şey.
Kof mu kof bir beden.
Domates almak istiyorsan ona ölüm hissini tattıracaksın.
Aç, özellikle susuz kalacak, strese girip, “Allah, gidiyorum galiba, neslimi sürdürmek içim döl vermem lazım” diye panik olacak.
Köklerini su ve besin aramak için derinlere daldırıp güçlendirecek.
Bitkileri budamak da bu hissi uyandırır, bitki hemen bol bol sürgün, meyve verir.
Anadolu’da onun için, kardeşlenme öncesi buğday tarlasına koyun sürüsü sokarlar ki, koyunlar üstünden yesin biraz, buğday panik olup, toprağa kökleriyle sımsıkı sarılsın, bir sürü kardeş versin.
İnsan farklı mı?
Değil tabii, idam sehpasında çırpınan adamın sperm boşalttığı bilinir.
Zevkten değil herhalde?
Toplumlar da böyle çalışır aslına bakarsanız.
Ancak, kriz dönemlerinde toplumsal sıçramayı yapacak hamle oluşur.
Şimdiki sorunumuz, II. Dünya Savaş’ndan beri sürekli artan üretim ve refah(?) dünyada ciddi bir konfora düşkünlük ve miskinlik oluşturdu.
Evet, niteliksel olarak gıdaya, suya, sağlık hizmetine ulaşamayan kişi sayısı artıyor ama önemli olan kritik kitlenin durumudur.
Toplumsal sıçrama hamlesini yapacak olan bir kritik kitle vardır ve o yıllardır tüketim ideolojisinin baskısı altında edilgenleşmiş, göbek yapmış, pasifleşmiştir.
Kritik kitlenin keyfi kaçıp, strese girmesi lazım ki, meyve versin.
Şu anda yiyip, içip, boy veriyor.
Diyeceksiniz “krizdeyiz ya, daha ne olsun?”
Güldürmeyin beni, bunlar kriz mriz değil, toplumların belleğinden kriz bilgisi silindi de bilmiyoruz kriz nedir.
Dünya bu hımbıl yayılma haline ne kadar dayanır, bilmiyorum.
Bildiğim bir şey var ki, esaslı krizler esaslı sıçramayı doğurur.
Geçmişe bir bakın, işte hepsi orada duruyor, di mi ya…