UÇURTMA..
Akşama az kalmıştı, sabahtan beri aklında türlü türlü ölüm yolları düşünmüştü. Ne kadar yürüdüğünün farkında değildi, önüne çıkan kır kahvesine oturup bir çay içmeye karar verdi.
Garson çocuk adama yaklaştığında kafasını kaldırmadan bir çay şekersiz olsun dedi. Çocuk çayı getirene kadar etrafına bakındı. Asırlık ağaçlar vardı, ağaçların altında tahta masalar ve tabureler. Hepsi farklı renklerde hiçbir bütünlük olmadan boyanmış bırakılmıştı ağaç gölgelerine.
Çocuk çayı bırakıp tam giderken çocuğun bileğini tutup parasını verdi. Çocuk abi acelen ne, burası mis gibi esiyor yorgun görünüyorsun belki bir tane daha içer dinlenirsin dese de parayı verdi.
Ne dinlenmesi ölecekti bugün. Nasıl diye düşünmekten tam yorulmuşken oturduğu tabure ağaçlar aklına getirmişti ölümün yolunu. Şimdi kalınca bir ip alacak yokuşun en tepesindeki şu büyük ağacın oraya gidecek ve ipi boynuna geçirip koşacaktı. Üç bilemedin dört adım sonrası uçurum karşısı deniz ve beşinci adımda boynu kırılacaktı.
Kalktı, yolunun üzerinde bir hırdavatçıda istediği ipi buldu.
Yürüdü, ağacın yanına geldi. Bir sigara yaktı. Üfledi dumanını, içine çektiği duman ciğerlerini dolaşır birazdan dışarı çıkardı.
İpi en kalın daldan sarkıtacakkken başka bir ip gördü. İnce çelimsiz bir ip. Çekti kopardı onu. İpin kopmasıyla kimbilir ne kadar zamandır tutsak olan bir uçurtma yükseldi dallar arasından gökyüzüne doğru. Nazlı nazlı süzülüyordu özgürlüğe doğru. Esareti bitmişti.
Durdu, gözlerinden yaşlar aktı. Uçurtmaya teşekkür etti. Yerden bir taş alıp denize fırlattı.
Bir ıslık dudaklarına yapıştı, yaşamak güzeldi.
Bıraktı ipi ve nazlı nazlı bir çay daha içmeye doğru kahveye yürüdü.