Ufukların Ötesindeki Ayakizimiz – Voyager Uzay Sondaları
Tarihte, gerçekte kim olduğunu ve ne tür eserler bıraktığını, hatta ne hayaller kurduğunu bildiğimiz ilk insan Akad Prensesi Enheduanna’dır. Bu gün Irak olarak bilinen ve Fırat ile Dicle Nehirleri arasından kalan Mezopotamya’da kurulmuş olan Akad Krallığının kralı Büyük Sargon’un kızı olan Enheduanna, milattan önce 2.300’lü yıllarda harikalar diyarının kapısından girmeyi düşlediği “Yüce Gönüllü Kadın”adlı eserini yazmış veondan önce kimsenin yapmadığı bir şeyi yaparakeserinin altına adını yazarak imzasını atmıştır.
Böylece 4 bin yıl sonra yaşayan bizler Enheduanna’dan, onun nasıl bir insan olduğundan ve ne tür hayallere sahip olduğundan haberdar olabildik. Eseri ve daha da önemlisi altına yazdığı adı, bir anlamda O’nu ölümsüz kılan bir ayakizi olarak bu günlere ve hatta insanlık tarihinde sonsuzluğa taşımıştır.
Peki bizlerin, tüm insanlığın, sonsuz evrene bıraktığımız her hangi bir ayakizimiz yok mu? Elbette var.
Gelin, insan elinin değidiği ve şu anda en uzağa, yıldızlararası boşluğa ulaşmayı başarabilmiş olan evrendeki ayakizlerimize bir göz atalım.
1977 yılı bilim tarihi açısından önemli bir yıldır. Temeli 70’li yılların başında NASA tarafından atılan ve dış Güneş Sistemi’ni araştırmaya yönelik olan Voyager Programı, 5 Eylül 1977 tarihine geldiğinde önemli bir kilometre taşını geçmek üzeredir.
Voyager – 1 Uzay Sondası devasa boyuttaki Titan – III roketinin ucunda sonsuzluğa ulaşan yolculuğuna, 5 Eylül 1977 Pazartesi günü merkezi saat ile 12:56’da ABD Florida’da bulunan Cape Canaveral Uzay Merkezinden başlamıştır.
Voyager – 1 ve kendisinden 16 gün önce fırlatılan ama o gün için hala Dünya yörüngesinde bulunan ikiz kardeşi Voyager – 2’nin ilk amacı, Dış Güneş Sistemi’ni araştırmaktır.
Dış Güneş Sistemi Mars ile Jüpiter arasında yer alan asteroid kuşağından Neptün’e kadar olan yaklaşık 200 milyon kilometre uzunluğunda bir bölgedir.
Voyager’lar bu sonsuz uzunluktaki serüvenlerinde her bir saatte 65 bin kilometre gibi korkunç bir mesafe kat etmektedirler.
Voyager’lar, 722 kilogramlıkinsansız birer uzay sondası olup o günkü teknolojiye göre en üst seviye araştırma ve iletişim araçlarına sahiptirler.Voyager’lar fırlatılışlarından sadece 3 ay sonra, Dünyadan yaklaşık 250 milyon kilometre uzaktaki asteroid kuşağına ulaşmıştır. 8 Eylül 1978 tarihinde ise Dış Güneş Sistemi olarak bilinen sınıra giriş yapmıştır.
6 Haziran 1979’da Jüpiter görevine başlamışlar ve Jüpiterin büyük kırmızı lekesine ilk kez yakından bakmamızı sağlamışlardır. Büyük kırmızı leke,Dünyanın 3 katı büyüklüğündeki bir kasırgadır ve en azından ilk defa gözlemlendiği 1640 yılından beri varlığını sürdürmektedir. Hatta belki 10 binlerce yıldır.
Voyager’larJüpiter’in uydusu IO’daki ilk aktif yanardağları da keşfetmemizi sağlamış, Jüpiter’in bir diğer uydusu olan Europa’nın buzlarla kaplı yüzeyinin altında bir okyanus bulunduğunu tespit etmişlerdir. Bu okyanusta Dünyadaki toplam suyun en az iki katı su olduğu tahmin edilmektedir.
22 Ağustos 1980 tarihine gelindiğinde ise Voyager’lar Satürn görevine başlamışlar, Satürn halkalarının arasına girmeye cesaret edip bu halkaların yörüngede dönen küçük kartoplarını içeren binlerce ince şeritten oluştuğunu bulmamıza sebep olmuşlardır.
Satürnün uydusu Titanda Dünyanın 4 katı yoğunlukta bir atmosfer keşfetmişlerdir ki bu hidrokarbon denizlerinin varlığına işaret etmektedir.
4 Kasım 1985 tarihinde Güneş Sisteminin en dış gezegeni olan dev Neptün gezegeni görevi başlamıştır. İnsanoğlu, Neptünün ilk 3 boyutlu ve net resmini Voyager’lar sayesinde çizmeyi başarmıştır ve Neptünde esen rüzgarların saatte 1.600 km hızla estiğini bu küçük uzay sondaları sayesinde keşfedebildik.
NASA, 2 Ekim 1989 tarihinde aldığı bir kararla, Voyager’lara yeni ve belki de en önemli görevi yüklemiştir. Voyager’laryıldızlararası büyük karanlık okyanusa, insan yapısı olarak gidebilen ilk araçlar olacaktır. Bu, sonsuz karanlığa olan yolculuğun daha ilk basamağıdır.
13 Kasım 2015 tarihi itibariyle, Voyager-1 Dünyadan 20.050 milyar kilometre uzaklıkta bulunmaktadır ve fırlatılmasından tam 36 yıl sonra, 13 Eylül 2013 tarihinde NASA tarafından yapılan açıklamaya göre Voyager-1’in Güneş Sisteminden tamamenayrılıp yıldızlararası alana girdiği bildirilmiştir.
Voyager-1 Dünyaya gönderdiği telemetri verileriyle, detektörlerinin gittikçe artan kozmik enerjiye maruz kaldığı bilgisini vermiş ve bu bize tıpkı ozon tabakası gibi Dünyanın da içinde bulunduğu Güneş Sistemini, patlayan yıldızlardan gelen kozmik radyasyondan koruyan Heliosferin yani Güneş Sisteminin sınırını anlamamızı sağlamıştır.
Bu gün Voyager’lar yıldızlararası ortamda, neredeyse maddenin olmadığı boşlukta sonsuzluğa doğru yol almaktadır. İnsan elinin değdiği başka hiçbir nesne yuvamızdan bu kadar uzağa gitmemiştir.Bu sürecin 1 milyar yıl sürmesi beklenmektedir.
ABD’li ünlü gökbilimci ve astrobiyolog Carl Edward Sagan (d. 9 Kasım 1934 – ö. 20 Aralık 1996), Voyager Programının görüntü değerlendirme ekibinin bir üyesidir. Sagan, ekibi ikna etmiş ve Neptünün yanından geçmekte olan Voyager-1’in kameralarını ters çevirip insanlığın bu büyük atılımının eşiğinde Dünyanın son bir resminin çekilmesini sağlamıştır.
Voyager – 1’in 14 Şubat 1990 tarihinde çektiği resimde Dünya soluk, mavi ve neredeyse görünmeyecek kadar küçük bir nokta halindedir.
Atalarımız evrenin kendileri için yaratıldığına inanırlardı. Hatta onlar için Dünya evrenin merkezindeydi ve güneş dahil tüm evren Dünyanın çevresinde dönmekteydi. Esasında Dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesinden kaynaklanan bu ilüzyon, o gün için atalarımıza bunu söyletmiş olabilir ama 21. Yüzyılın insanları olarak bizler bu kibirimizden uzaklaşabildik mi?
Belki tam olarak kavrayamadık ama her birimiz, bu küçücük gezegenin dış kabuğunda, güneşinin etrafında bir kaç düzine tur atmalık ömrü olan canlılarız. Unutmamak gerekir ki Dünyadaki canlı türleri içinde en uzun süre varolan türlerDünyanın ömür döngüsünün sadece 1 milyonda birine şahitlik edebilecek kadar varolabilmiştir.
Bu da, evrendeki tek yuvamız olarak düşündüğümüz Dünyamızın bile efendisi olmamız fikrinin bile ne kadar temelsiz olduğunu yüzümüze vuran bir gerçektir.
Karl Sagan, o soluk, mavi küçük noktaya bakmış ve içinden gelen düşünceleri “Pale Blue Dot” adlı makalesinde şu şekilde ifade etmiştir;
“O nokta burası, yuvamız. Üzerinde sevdiğiniz herkes, tanıdığınız herkes, adını duyduğunuz herkes, gelmiş geçmiş bütün insanlar, kendi hayatlarını yaşadı.
Her neşemiz ve ızdırabımız, binlerce din, ideoloji ve doktrin her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve her korkak , uyugarlıkları kuran ve yıkan herkes, her kral ve her köle, aşka düşmüş her genç çift , her anne ve her baba, umut dolu her çocuk, her mucit ve her kaşif, her bir yolsuz politikacı, her bir star, her büyük lider her aziz ve her günahkar, türümüzün tarihi boyunca var olan herkes, burada yaşadı, Güneş ışınlarına asılı duran bu toz zerreciğinin üzerinde.
Dünya engin bir kozmik denizin adı anılmayacak kadar küçük bir parçası. Tavrımız, kendimizi önemli sanışımız, Evrende ayrıcalıklı olduğumuz yanılgısı bu soluk mavi noktada sınava tabi tutuluyor.
İnsanın sahip olduğu ahmakça kibiriyle dalga geçen bundan daha etkleyici bir resim daha olduğunu sanmıyorum”.
Peki sonsuz evrene bıraktığımız ayakizimiz sadece bu iki uzay sondasından mı ibaret? Tabi ki hayır.
NASA, bu iki uzay aracının, tıpkı okyanuslara şişe içinde bırakılan ve bir gün onu bulacak kişiyi beklemeye koyulan birer haberci olabileceği düşünüp bir ekip oluşturmuştur.Ekipte yine Karl Sagan vardır.
Sagan ve çalışma arkadaşları 115 görüntüyü ve dalga, rüzgar, gök gürültüsü, hayvan sesleri gibi çeşitli doğal sesleri bir araya getirmişlerdir. Ayrıca değişik kültürlerden ve dönemlerden müzikleri, 55 dilde sesli dilek ve selamlamaları ve Başkan Jimmy Carter ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kurt Waldheim’im yazılı mesajları eklenmiştir.
Ayrıca plağın kapağına Dünyanın evrendeki konumunu belirten bir pulsar haritası,evrende en yaygın olarak bulunan bir hidrojen molekülü diyagramı ve Voyager’ların fırlatılış tarihi yer almaktadır.
Voyager’lar ve üzerindeki altın plakların raf ömrü 1 milyar yıldır. Bu 1 milyar yıl içinde insanlık halen varolabilir mi, ya da Dünyamız neye benzer bilemeyiz ama, eğer büyük bir tesadüf eseri Dünya dışı varlıklar Voyager’lara ulaşabililerse, onlara anlaşılabilceğimiz tek dil olana bilimle varlığımızdan ve neye benzediğimizden bahsetmiş durumdayız.
Everenin karanlık boşluğuna bir şişe içinde eserimizden bahsedip altına adımızı yazarak imzamızı attık.
Ve gördük ki içinde bulunduğumuz evrende hem çok özeliz hem de bir hiç.
Anladık ki bizim herşeyi bildiğimizi zannetmemize sebep olan kibirimiz, esasında bizi kör eden en büyük etmenlerden biri.
Voyager Programının felsefi öğretisine bir katkı da 1048 – 1131 yılları arasında yaşamış olan Ömer Hayyam’dan gelsin; “Niceleri geldi, neler istediler, Sonunda dünyayı bırakıp gittiler. Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi? O gidenler de hep senin gibiydiler”.