Ulan Camus, ne adamsın…!
Bir kedimiz var adı kola.
İki kardeşti bu zibidiler, diğerinin de adı fanta idi.
Renkleri andırıyor diye verdik bu isimleri.
Neyse… Fanta erkek olandı, kız peşinde gitti, gelmedi.
Kola evde kalıp bizimle ilgilenmeye karar verdi.
İlginin sınırını da, eve dışarıdan fare getirmeyle sınırladı.
(Köylük yerde levrek carpaccio getirecek değil tabii)
Genellikle de geceleri yapıyor bu servisi.
Balkonda bir kedi kapısı var, bir garip miyavlama eşliğinde “paaat” diye giriyorsa içeri.
Anlıyoruz ki servis başladı.
Gecenin bir vakti, uyku kardeşim vermiş elini, derinlerdeeee… rüyalar alemine dalmışsın.
Meeauuuuuuvvieeaa…
Hayııııırrrr….!
Kalkıp bu armağanı kapıda karşılamazsan, servisi yatağa yapıyor.
Dün gece yine o lanet sesle uyandım,
meeauuuuuuvvieeaa…
İki ihtimal var, fare ya canlı geliyor, ya cansız.
Cansız gelirse mesele yok, tutup atıyorum balkondan aşağı.
Canlı gelirse, “al bak sana ne getirdim” adlı tirat söylenirken fare ağızdan kaçıyor.
Benim gözün biri kapalı rüyaya devam ederken, diğeri kasayı kapatmış çıkmak üzere olan esnaf durumunda.
Gel de yakala fareyi…!
Minik bir şey, fare dedim diye endişe etme.
Finduk faresi…
Neyse, ne diyorduk..?
Hah… ‘dün gece’ dedik.
meeauuuuuuvvieeaa…
Kasayı kapatmış esnaf gözüyle baktım, fare cansız.
Tuttum kuyruktan, attım dışarı.
Evvelki gece ağzından kaçırdığı fareyi mi yakaladı acaba?
Belki de bu yeni..?
Amaaannn boşver, kapadım dükkânı gidip yattım.
Birden hatırladım ki, elimi yıkamamışım.
Aldı mı bir panik..?
“Boşveeer” dedi, “zaten kuyruktan tuttun”
Sen kimsin?
Baktım Camus gelmiş, lak lak aleminden bir fasıl açmış, başımda lakırdıyor.
Ne yani, kuyruk temiz mi oluyor?
“Fındık fareleri temiz hayvanlardır, pis olan lağım faresi” dedi, “Vaba’yı okumadın mı?”
Hay lanet, hatırlatılacak şey mi şimdi?
“Uyu, uyu, boşver… Yaşanan tüm saçmalıkların içinde bu mudur dert? ”
Uyur gibiydim ki, sağ elimin baş parmağı ile işaret parmağının uçlarında bir his başladı. Sanki o kuyruk parmaklarda kalmış da şişiyor…
“Uyuuuu… ” dedi, “bunlar zırvalık, inanma, direnmezsen kaybedeceksin”.
Ne mümkün…? Ben böyle öğrendim, el yıkanacak… Lakin dükkân da kapanmış.
Şiş büyümeye başladı.
Sanki o lanet kuyruk parmaklarıma yapışmış da, yapıştığı yerde kendiliğinden büyür durur zıkkım.
“Şimdi kesecekler o parmakları”.
Ulan Camus bela mısın arkadaş? Sartre’a da yaptın mı bunları..?
“Yenilgi bu senin yaşadığın, korkularına karşı teslim oluyorsun, saçmalıklara karşı direnmiyorsun, oysa o fare yarın da gelecek, öbür gün de… hep gelecek, fare hayatın her anında var ve ondan kaçış yok… ”
Bela mısın sen?
Gidip yüzümü yıkayayım bari belki gider bu kabus dedim.
“Fareyi hiç düşündün mü?” dedi.
Sırası mı farenin? Parmaklarım davul olmuş gümbür gümbür ötüyor…
“Kimse ona sormadı ama ne işin var bu evde? Alıp getirildi ve iki gün boyunca bir yaşam mücadelesi verdi, sonra yine ona sormadan hayat elinden alındı… ”
Ya Rabbi.. Nerden yolladın bu çalçeneyi başıma?
“Bunları sen kediye anlatsana, fareyi getiren o ….” dedim… dinlemedi.
Hepimiz fareymişiz bir çeşit, getirilmişiz buraya ve kaçınılmaz olan ölümü beklerken kaçıyormuşuz hep, hep dolap altlarına, köşelere saklanıyormuşuz, bulduğumuzu kemirip, sağa sola mikrop bulaştırıyormuşuz ve hayata karşı cevabı olmayan sorularla boğuşuyormuşuz … bizim yanımızda farenin lafı mı olurmuş…
Ayyy… bitmedi bitmedi bitmediiii…
Dır dır makamından sardırıyor makarayı.
Kızdım, “gecenin bir vakti felsefe yapma, ne olacak bu parmaklar sen onu söyle..?” diye boca ettim cümleyi varoluşçu bozuntusuna.
Hönkürdek çavuşunda cevap hazır, “Varlığın derin bir çıkmaza girdi, ondan şişiyorsun aslında, sorularına cevap bulamıyorsun, hal bu olunca içine düştüğün trajediyi görüyorsun… ”
Bas git torik lakerdası…
“Bak kızdın, çünkü korkuyorsun, bu trajedi yumağında kendi yolunu çizemiyorsun bunun bilincine vardığında da parmakların şişiyor, özgür değilsin, insanın özgür olmadığını anlaması büyük bir evrimsel aşamadır ve varlığın çaresizliği ile başbaşa kaldığı anın başlangıcıdır, özgür olsaydın şimdiye kadar çoktaaan… “.
Hah… Söyle bakalım neymiş o “çoktaaaan”?
Eğildi kulağıma fısıldadı, içim de şişmeye başladı.
Ulan Camus, ne adamsın…!