Utanın! Utanın!
Hayat karmaşası içinde saçma sapan şeyleri dert ederiz,
Dünü, yarını düşünmekten; anı, günü pas geçeriz,
80 yıllık bir ömrü en fazla 15 yılda yaşamak zorunda olanları,
Erken yaşlanma hastalarını örneğin hiç akla getirmeyiz,
Biz kendi günlük rutinimizde boğulurken,
Bundan 10 yıl sonraki endişelerimiz ile kendimizi kemirirken,
“Şunu alacağım, bunu alacağım” diye maddenin cehenneminde boğulurken,
Bir diğeri ile hiç utanmadan yarışırken,
Dert edilmeyecek şeylere onca vakit kaybederken,
Bir yandan da geçmişte yaşarken,
Onlar ve aileleri günü ıskalamıyorlar,
Zira her gün kıymetli ve bizden daha dolu dolu yaşıyorlar,
Oğlumun çok sevgili Avustralyalı öğretmeni ve arkadaşı olan kızının da hikâyesi böyle,
Hayata sarılma, tutunma, azim, asla yenilmeme ve zamanın kıymeti bilinci.
Düşünün şimdi bakalım,
Her günü gerçekten son gün olarak yaşayabilmek nedir diye!
Düşünün bakalım, gün içerisindeki tartışma, üzüntülerinizi,
Düşünün bakalım şimdi nelere isyan ettiklerinizi ve
Bir daha bakın yaşama,
Elinizle, kolunuzla, vücudunuzla, her şeyinizle tutunun bu hayata…
Her günü son günmüş gibi yaşayın.
Bakın, gün geldiğinde arkanıza bakın.
Arkanızda ne eser bıraktınız diye,
Üzüntü girdapları, ego kompleksleri, kişilik bunalımları ve ceviz kabuğunu doldurmayacak dertlerle geçen bir ömür değil.
Bu dünyadan bir “sen” geçtin denilsin,
Mezarlıklara girmekle yetinmeyin,
Gönüllere de, ansiklopedilere de girin,
Her günü ama her günü “bugün benim günüm” diye yaşayın.
Şu andan ötesi yok, bilin.
Düşünün ve kendinizden utanın!