Vazodaki Çiçek
Nedense bizde folklor denince akla hemen halk dansları gelir.
“Bizim kız folklora gidiyor” der mesela anne babalar.
Folklor İngilizceden dilimize geçmiş bir kelime…
İlk kez 1846’da İngiliz yazar William John Thomas tarafından kullanılmış…
İngilizcede folk (halk) ve lore (bilgi, öğreti) kelimelerinin
birleşiminden ortaya çıkmış.
Kısaca “halk öğretisi, halk bilimi”.
Bir halkın törelerinden inanışlarına, yemeklerinden danslarına kadar
ürettiği değerler folklor biliminin araştırma alanını oluşturuyor.
Yani folklor halkı araştırıyor, analiz ediyor….
***
Küreselleşme denen suni güç günümüzde folklorik değerlerin üzerinden
silindir gibi geçiyor.
Toplumları var eden farklı renkleri bir bir silip tek renkli bir dünya
yaratıyor adeta.
Toplumlar sabun köpüğü modaların uğruna, köklü geleneklerini,
değerlerini feda ediyor…
***
Bir süre önce “Yunanistan Nereye Gidiyor?” başlıklı bir yazı dizim
yayınlandı bir günlük gazetede.
Bu yazı dizisi kapsamında Türkiye’deki TÜRSAB’ın Yunanistan’daki
karşılığı konumundaki HATTA’nın Yönetim Kurulu Başkanı Lysandros
Tsilidis ile de bir röportaj yapmıştım.
Sormuştum röportajda: “Atina’nın en turistik bölgesi Plaka’da
tavernalarda sirtaki yapan yok, dükkânlarda İngilizce şarkılar çalıyor.
Neden?”
Tsilidis globalizasyondan dert yanmıştı…
Özellikle de genç nüfusun kendi kültürüne yabancılaşmasından..
***
Türkiye’de de önemli bir folklorik erozyon yaşanıyor.
Bunda malum globalizasyonun da payı var; yok denemez.
Ama globalizasyondan çok daha etkili iki faktör söz konusu…
Toplumsal deformasyon(biçimsel bozulma) ve dejenerasyon(yozlaşma)…
Bu iki canavar el ele vermiş kemiriyor, içini boşaltıyor güzel, naif
geleneklerimizin…
***
Mesela, Ege Bölgesi’nde “lokma dökme” geleneği vardır.
Birisi vefat ettiğinde, yeni bir işyeri açıldığında vs. aileler yüzlerce
kilo lokma tatlısı döker, halka ücretsiz dağıtır tabak tabak.
Özünde çok anlamlıdır aslında.
Tatlı alacak durumu olsun olmasın, yüzlerce insan nasiplenir bu lokmadan.
Her yiyenin edeceği duayla o lokmanın dökülüş amacına katkı sağlaması
arzulanır.
Ama bu güzel gelenek amacından öylesine saptırıldı ki…
Ellerinde tencerelerle, leğenlerle sıraya girip tatlıyı bedavaya
getirmenin derdine düşenler…
Tabak tabak lokma alıp da “bu lokmayı neden döktünüz?” diye sorma gereği
bile duymayanlar…
Böylesine anlamlı bir gelenek ancak böyle katledilebilir.
***
Mesela bizim folklorumuzda delikanlının askere uğurlanması da önemlidir.
Çoraplar, mendiller hediye edilir vatani görevini yapmaya giden gence.
Cebine bahşişler konur para sıkıntısı çekmesin diye.
Bu temiz geleneğin bile canına okundu artık.
Son zamanlarda, yolda yürürken yanınıza hırpani kılıklı gençler
yaklaşıyor aniden, ellerinde ucuz mu ucuz bir kolonya, pislik içinde bir
lokum.
Askere gideceğini söyleyip para istiyorlar sizden.
Yalan!
Bu tertemiz dayanışma ruhunu dahi istismar etmek istiyorlar.
***
Dilenciler bile farklıydı eskiden bizim folklorumuzda.
Mendillerini önlerine açıp, başları eğik, utançla gözlerini kaçırarak
yardım talep ederdi insanlardan.
Bugün dilenciler yüzsüzlüğün dik alasını sergiliyor.
Dikiliyor başınızda arsızca.
Sanki yardım etmeye mecburmuşsunuz gibi.
Sinirlenip “git artık ” demenize bile aldırış etmeden.
Örfünde, geleneğinde “Komşusu açken tok yatanı ayıplama” öğretisi olan
toplumun hoşgörüsü sömürülüyor resmen.
***
Mesela bizde adettir; çocuklar gelin arabasının önünü keser.
Damat zarflara küçük küçük bahşiş paraları yerleştirir, dağıtır.
Çocuklar için bir eğlencedir bu; saftır, temizdir.
Zarflardan çıkan parayla gazoz, çikolata vs. alır çocuklar.
Bugün bu uygulama bile “sektör” halini aldı.
Çocukları bu iş için örgütleyen çeteler kuruldu büyük şehirlerde.
Gelin arabalarının önünü neredeyse 18-20 yaşında gençler bile kesiyor.
Zarf almadıklarında otomobilin sileceklerine tutunup kaportanın üzerine
yatıyorlar…
Adeta haraç istercesine; terör estiriyorlar…
Gelin ve damat, arabalarının önü kesildiği zaman korku duyuyor artık.
***
Zamanında aileler ayaklarını yorganına göre uzatırlardı.
Hayaller, hayatlar babanın ya da anne de çalışıyorsa, ebeveynlerin
maaşlarıyla sınırlıydı.
On lira giriyorsa örneğin eve, on liralık hayat yaşanırdı.
Buna rağmen insanlar mutluydu.
Şimdi insanlar görgüsüzce banka kredilerine saldırıyor.
Kendisine ait olmayan bir paranın sunduğu sahte cennetlerin peşinden
gidiyorlar.
Tatil kredisi nedir Allah aşkına?
Eskiden ailenin kıyıda köşede parası varsa tatile giderdi, yoksa gitmezdi.
Bugün böyle mi?
***
Eskiden hayat bilgisi dersinde “imece” denen bir kavram öğretilirdi bizlere.
Köyde, kırsalda; bazı işlerin yerine getirilmesi için halkın işbirliği
yapması, sinerji ortaya çıkarmasıydı imece.
Artık o “sıcacık” köylerden eser kalmadı.
Günümüz çocuklarına köy dediğinizde sadece tatil köyü geliyor akıllarına.
Köy kalmadığı gibi imece folkloru de tarihe karıştı.
Bugün, birisinin işi bozulduğunda elele verip yardım etmektense malına
konmanın derdine düşüyor çevresindekiler.
***
Deformasyonun ve dejenerasyonun etkisiyle toplumsal değerlerin nasıl
dibe vurduğunu gösteren daha başka birçok örnek sayabiliriz…
Örneğin eskiden bayramlar küslerin barışması, eşin dostun ziyaret
edilmesi için bir vesileydi.
Artık bayram çoğu insan için tatilden başka bir şey ifade etmiyor.
Eskiden sokak ortasında iki kişi kavgaya tutuşsa çevreden koşup ayırırlardı.
Günümüzde herkes toplanıp seyrediyor, hatta cep telefonuyla kayıt
yapıyor iyi mi!
Eskilerde yapılan evlilikler bir ömür boyu sürerken günümüzde bu kadar
sık boşanma vakasının yaşanması neden?
Eskiden kadına yönelik şiddet bu denli fazla mıydı?
Eskiden dindar-laik kavgası mı vardı?
Nerede kaldı genlerimizdeki hoşgörü?
Hangi değer var elimizde, geçmişimizden bugüne bozulmadan getirip
koruduğumuz?
***
Gerçekçi olalım, globalizasyon bir yere kadar kaçınılmazdır.
21. yüzyılın evrensel kaderidir…
Ama dejenerasyon ve deformasyon farklı şeyler…
Bunun sorumlusu küreselleşme değil toplumsal yozlaşma, çürüme…
Özellikle 1980 sonrasında toplumun genetik kodlarıyla öyle çok oynandı ki…
Toplumu bir arada tutan ortak değerler öylesine ayrıştırıldı ki…
Yaratılan lüks tüketim meraklısı toplum bu amaca ulaşmak için her yolu
mubah gördü, hatta özendirildi.
Ve tek tek içi boşaldı folklorik zenginliklerin…
Bizzat toplumun kendisi boşalttı hem de…
Suçlu da toplum, mağdur da!
***
Toplumun DNA’sı folklorik değerlerinde gizlidir…
DNA ile oynandı mı özgünlük ve saflık yok olur…
Kokmayan çilek, on günde büyütülüp kesilen tavuk, şişirilmiş salatalık gibi.
Görüntüde belki sorun yoktur ama tat vermez…
Ve toplumların folklorunu oluşturan zenginlikler, ağacın kökleri gibidir.
Kökleri sağlam ağaçlar yüz yıllar boyu ayakta kalmayı başarırlar.
Sözde yükselen değerlerin peşine takıldıkça yükseleceklerini sanan
toplumlar bilakis alçalmaya başlarlar.
Dalından koparılıp vazoya konan bir çiçek gibi, bir süre yaşar sonra da
kurur giderler…