Vicdan, Sağduyu ve Öğütçüler
“Bilgeler üstte hizmet ederken, altta hüküm sürer. Bilge, Yasa’yla bir hizaya girer ve onun hareketlerini anlayarak kör kölesi olmak yerine onu yönetir. Bilge sıradan insana kıyasla, su ile oraya buraya sürüklenen kütüğün karşısında canının istediği yere yüzen usta bir yüzücü gibidir.” Kybalion
Sağduyu; doğru, akla uygun yargılar verme yeteneği, aklıselim, doğru ile yanlışı birbirinden ayırma ve doğru yargılama gücüdür. Vicdan ise gönüldür. İlahi içgüdü, Tanrısal içsesidir. O, insanoğlunun kendiyle ve Tanrıyla hesaplaşabilmesidir. Vicdan, “İçinizden geçen birisi size bakıyor olabilir sesidir”. Sağduyu acaba dediğimiz zamanlarda, içimizden gelen “hayır yapma” diyen bir işarettir. “Sağduyu, dünyada herkese en fazla eşit olarak dağıtılmış olan bir şeydir. Çünkü herkes ona yeter derecede sahip olduğuna inanır. Hatta başka yeteneklerin taksiminden kolay kolay memnun olmayan kimseler bile sıra sağduyuya gelince sahip olduklarından daha fazlasına ihtiyaç göstermezler.” der Descartes.
Vicdan, insanın görgü ve bilgileriyle kendini yargılama yetisidir. C. Brenteno’nun dediği gibi “İyi bir vicdan en rahat yastıktır.” Victor Hugo Üstad şöyle der: “En mükemmel adalet vicdandır.” Yaşamımız boyunca en yakınlarımız dâhil herkesi kandırabiliriz, ama yüzleştiğimiz vicdanımızı asla kandıramayız. O bize karşı en acımasız eleştirileri getirecektir. “Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güçtür.”
İnsanı gereken zamanlarda orta yola çeker sağduyu ve vicdana danışmak. Sıradan insanın eyleminde ve söyleminde nadir görülen bir dengedir. Her daim kahramanlara ihtiyaç duyulan, titre her zaman nitelikten çok önem verilen, hükümdarlar yaratmaya meyilli yerde sağduyu yoktur. Değerlendirme yaparken salt duygusal davranmanın, bütünü düşünmemenin egemen olduğu topraklarda sağduyu eksiktir. Sağduyu ruh sağlığı normal bir insandan beklenendir.
Vicdan bir aynadır ve bu ayna, her insanın gönlündeki Göz; vicdanın ve Tanrının gözüdür. O ayna gönüldür; gönüle bakan, onun yüzünü gönülde görür. Bireyin hesap vermek durumunda olduğu en önemli otorite, onun içselleştirilmiş değerleri olan kendi vicdanıdır. Aynalardan bize bakan gözler, vicdanımızın ta kendisidir. Vicdan sahibi olmadan güç sahibi olmak büyük bir tehlike doğurur. Vicdan, o başkalarının göremediğini gören, insanoğlunun yüreğindeki her şeyi gören gözdür. Birçok insan da onun Tanrının çocuklarına seslenmesi olduğuna inanır. Beynin ve kalbin orta yolu bulmasıdır.
Her insanın dinlediği öğütleri sağduyusu ile değerlendirip vicdanını ölçüp, biçip, tartma imkânı vardır. Birey, aklını ışık olarak kullanmalıdır, vicdan muhasebesi yapmalı ve gönlünü aklıyla uzlaştırmalıdır. Böylece salt duygular tarafından yönetilen sıradan bireyler olmaktan kurtulur, akıl ve vicdan dengesini gönülde kurabilmiş seçkin insanların arasına girmiş olur. Birey olabilmiş insanlar kaderci değildir. Kişi, kaderini kendi iradesiyle daha mükemmel hale getirmeye çalışır ve en önemlisi zamanın kıymetini bilerek yaratır. Artık o kendi için yaşama lüksü ve bencilliğin dayanılmaz çekiciliğinden sıyrılmıştır.
Aydınlanmış birey, kendi vicdanında Tanrı’nın tecelli ettiğini idrak edecektir. Sağduyusu ve vicdanının altın oranlı sesini dinleyerek ona verilen öğütleri ve söylenen sözleri kendi terazisinde hürce değerlendirecektir. Vicdan ruhun sesidir. Sembolik felsefe taşı da bir anlamda kendi kendini yargılama, vicdani hesaplaşma yani sembolik olarak cehenneme iniş ve yaşarken ikinci doğuştur. Kendini tanıma, bulduğu felsefe taşını mükemmelleştirmektir. Marcus Aurelius’un “Denemeler” isimli eserinde “sen” diye seslendiği okur değil, kendi vicdanıdır. Düşünceler, başkasına öğütler değil, kişinin kendisiyle yaptığı vicdan muhasebesi, bilgelik yolundaki gelişme sürecidir.
Başkasından dinlenen öğütler ancak kişinin kendi yolunda, yaşamında demlenme sonucu edindiği çıkarımlara paralellik arz ediyorsa gerçeklik ve uygulanabilirlik taşır. Kendi yolunun yolcusu gerçek insan, her zaman vicdanına ve sağduyusuna danışarak; aklını ve sezgisini dengeleyerek bir dengeler manzumesi olarak ölçülü davranır. Kendi yaşam prensiplerine, iyi, doğru ve güzele giden yoluna aykırı gördüğü öğütler onun için hiçbir önem taşımaz. Her kahraman, kendi terazisini yine kendisi elinde tutar; her durumda kendi kararını özgürce alır. Öğütler ancak onun eklektik prensiplerle işlediği geniş dogmatik olmayan yoluna rehberlik ediyorsa onlardan faydalanır. Vicdanı hür, birey olabilmiş, aydınlanmış kişilerde hiçbir dogmaya, önyargıya, hazır formüle yer yoktur. Herkes bu yolda kendi vicdanı ile baş başadır ve sorularını, aklı ve sezgisi yardımıyla, başkalarının cevaplarını kullanmaksızın, kendi başına çözmek durumundadır. En kolay yöntem olan model kopyalanmayacak; birey kendi olarak, kendini gerçekleştirecektir. Vicdan ile Tanrı arasına devreye girmek isteyen aracılar için söylenen şu söz önemlidir: “Vicdanlara baskı yapılmasını benimseyen, öğütleyen kimseler, çoğunlukla kendi çıkarları ardında koşanlardır.” “Gerçek İnsan” benliğini ya da egosunu daha yüksek bir amaç, ilke uğruna ikinci sıraya atar. Tolstoy’un da dediği gibi “Kalbimizde Tanrı’nın nuru vardır, onun adı da vicdandır.”
Robert Ornstein, “Sağduyu” kitabında; “Beynin iki yarıküresinin birbirinden kesin bir çizgiyle ayrıldığına” inananların aksine “iki yarıkürenin birbirini tamamlayan işlevlere sahip olduğunu” ortaya koymaktadır. Sağ beyin binanın iskeletini yaparken, sol beyin de tuğlaları yerleştiriyor. Başka deyişle iki beyin birlikte çalışarak, herhangi bir durum için gerekli olan “sağduyuyu” sağlıyor. “Sol beyin günlük yaşam detaylarıyla ilgilenirken, sağ beyin tablonun tamamını bir bütün olarak ortaya koyar ve yaşamı anlamlandırmamızı sağlar.” demektedir.
Kendi kendinin efendisi olan farkındalık sahibi, yetkinleşmiş birey, öğütleri dinlerken önce kendi filtresinden geçirir. Söz konusu öğütler kendi özgün bileşimine aykırı olmayacaktır. Sağduyulu, ölçülü, vicdanlı, erdemleri şahsında eyleme geçirerek içselleştirmiş kişinin dinlediği öğüt ancak onun bu seçkin eleğine uygunsa süzülerek ona ulaşır ve düşünüp sorgulamasını sağlar. Yaşam biçimine, özgün yoluna, onu o yapan değerlere aykırı öğütler gerçek insan tarafından değersiz bulunur. Sıradan ve sürüden insanların çokça olduğu toplumlarda öğütçüler de sıkça bulunur. Kendinde hak görerek (yaş, tecrübe, makam, etiket vs…) her mevzuya dâhil olup bilirkişi edası ile insana yön vermeye çalışan, öğüt verme hastalığından muzdarip itici tipler çokçadır. Geri kalmış kabile ruhlu toplumlarda kendi dışında değiştiremeyeceği kimse olmadığını idrak etmekten yoksun varlığın, kendine sözü geçmezken püsküre püsküre herkese ahkâm kesmesi genel olmuştur. Bu sebepten gerçek insan çok nadir, haddini de bilerek değer verdiği kimselere öğüt verir. Öğüt alan da verenin niteliğini ve yaklaşımını takdir ederse onu objektif olarak değerlendirir. Bu çok ince bir dengedir.
Yolcu, maddeden ruha, kaptan öze ulaşma yolunda sürekli adım atar. Kendinden yeni bir ben doğurmayı başarabilip yoluna devam edip, yeni yaratımı, içindeki tanrısallıkla sağlayacaktır. Kendi hürriyetine ve insanların hürriyetine önem veren gerçek insan, toleranssızlık ile savaşır. Her insan gibi insan kendi özgün aydınlanması ile kendi içsel güneşinin parıltılarını hiçbir oto sansür uygulamadan hürce sunar. Kahraman, kendi hikâyesini kendisi yazar.
“Tüm insanlar dünyaya, kafa ve yüreklerinde bir iç mahkeme ile gelirler. Bunun adına vicdan denir.” Aydın Boysan.