Ya yarın yoksa ?
The Economist dergisi 2010 yılı Aralık ayı kapak konusunda belirttiği araştırmanın içeriğine göre, on sekiz ile yirmi bir yaşları mutluluğun en yüksek yaşandığı dönemi oluşturuyor. Bu araştırmayı, Pennsylvania ve Stanford Üniversiteleri de yaklaşık 10 milyon kişi ile mutluluk ve anlamı üzerine yapılan inceleme de doğruluyor. Çıkan diğer sonuçlardan biri ise, mutluluğun kırk altı ve elli yaş aralığında, en düşük seviyesine gerilemeye başlaması.
Bunun sebebi ise, kaygı ve hayal kırıklığının bu yaşlarda zirveye ulaşıp mutluluğa farklı anlamlar yüklenmesine sebep olması. Ardından ilginç bir şekilde, her on yıl geçişinde, mutluluk seviyemiz hızlıca artmaya başlıyor ve seksenimize geldiğimizde yirmili yaşlardaki mutluluk seviyemizi yakalayabiliyoruz. Hadi ama yaşanacak daha çok şey var.
10 milyon kişi içinde mutlulukla birlikte diğer duygular da ön plana çıkmış ve listenin en üstlerine “memnuniyet” ve “tatmin olmak” oturmuştur. Bazı insanlar başarı ve özellikle istedikleri şeylerin peşinden koşmak konusunda doymak bilmez bir iştaha sahiptirler (voracious appetite to win …), fakat bu iştahla birlikte onlara sormak istediğim soru sahip oldukları şeylerin değerini bilme konusunda sağlıklı bir denge kurmayı öğrenip öğrenemedikleridir ?
Farklı bir bakış açısı olarak, başarıyı istediklerimize sahip olmak, mutluluğu ise sahip olduğumuz şeyi istemek olarak tanımlayabiliriz. Biraz felsefi oldu kabul ve René Descartes ’in kulakları çınlasın acaba bu gün yaşamış olsaydı “Tweet atıyorum öyleyse varım” der miydi? Başarı ve mutluluk çok yakın olduğu için sıklıkla karıştırılmaktadır, fakat başarı en üst düzeye ulaşma veya en iyi seviyeye gelme stratejisinin biraz daha fazlası iken, mutluluk tatmin ve kıymet bilmenin daha fazlasına sahip olabilmektir.
Psikologlar, gerek bilişsel gerekse şema terapi üzerine çalışanlar, klinik çalışmalarda mutluluğu son derece önemli bir unsur olarak ifade etmişlerdir. Bununla birlikte, yaptıkları araştırmalarla da “başarı odaklı” olma eğilimi olan insanların “tatminkar” olanlara nazaran daha az mutlu olduklarını ortaya koymuşlardır.
Mutlu insanlar, “daha iyi yaşam” değil “iyi yaşam” üzerine odaklanırlar.
Mutluluğu doğal bir şekilde buharlaşan bir şey olarak düşündüğünüzde, yaşadığınız o an içerisinde değerbilirlik hissetmeye daha eğimli olursunuz. Mutlu insanlar, kendilerini her konuda en iyi olduklarını ispat etmek adına kendilerini en yetkili hissetmez ve ilan etmezler.
Mutlu insanlar, yaşamı öğle güneşinde bir kase dondurma olarak görürler: Ekstra çikolata sosu peşinde koşmak yerine sahip olduklarının keyfini sürmek çok daha iyidir.
Birçoğumuz, çoklu görev anlayışı içindeki yaşamlarımızda stratejilerimizi en üst seviyeye getirme konusunda dönüp dururken iyi şeyleri gözden kaçırırız. Dünün pişmanlıkları, yarının kaygıları veya stratejilerine çok fazla daldığımızda bu günü yaşamayı unuturuz. Yada John Lennon ’in bir zamanlar söylediği gibi “Yaşam, biz başka planlar yaparken olan şeydir.”
Peki siz yaşama hangi anlamı yükler veya nasıl tanımlarsınız?
Ve eğer Forbes dergisi yıllık olarak Dünyanın En Zengin 400 İnsanı yerine “En Mutlu 400 Kişi” listesi oluştursaydı bu nasıl olurdu?
Listede tanıdığınız kişilerden beş tanesi olur muydu? Belki de artık kayda değer farklı şeyleri ölçmenizin zamanı gelmiştir, kim bilir?
Unutmadan, siz bu listede kaçıncı olurdunuz?