Yaşam bir Maskeli Balo
”Aynaya baktığınızda suçluluk duyuyorsanız, gerçekleri öğrenmişsizsiz demektir.”
V for Vendetta
“Küçük bir kızken tanıdığımız yaşlı ve bilgin biri bana şöyle demişti: ‘Daima kendin ol. Kimseyi taklide çalışma! Tanrı filleri yaratmıştır, ama aynı zamanda tavşanları da.’ O zaman bu sözlere pek inanmamıştım. Çünkü benim gözlerimi boru gibi sesleriyle filler doldurmuştu ve ufacık tavşanları göremiyordum bile. Fakat şimdi yaşasın filler ve yaşasın tavşanlar diyebiliyorum.” Rosemery Cobham
Yaşadığımız Dünya muhteşem güzelliklerle bezeli bir gezegen.
Hatta o kadar güzel ki…
Biz Dünya’da yaşamı oluşturan koşulların tüm evrende bize özel ve tek olduğuna binlerce yıldır inanmışız. Tersini söyleyeni de suçlamış, yakmış, cezalandırmışız.
Şunu diyebilirsiniz!!
Peki, neden bunca sorun, kargaşa, kötülük var bu Dünya‘da o zaman?
Evet. Maalesef var…
Ancak dikkatle bakarsanız;
Göreceksiniz ki….insanın kendi bakış açısıdır bu Dünya’yı iyi ya da kötü yapan…insanın eylemleridir bu Dünya’yı iyi ya da kötü yapan.
İnsanı bırakalım ve doğal yaşama bakalım.
Hayvanlar birbirlerini öldürüyor. Bu nedir acaba?
Dünya gözüyle bakarsak bu da iyi ve hoş değil…
Ancak doğal yaşamın birbirine örülü ve bağlı dengesi bir beslenme zinciri getiriyor.
Bunun adı “karşılıklı bağımlılık”. Evrensel bir ilke bu. Dünya’daki doğal yaşama izdüşümü de bu.
Bu beslenme zinciri içinde de hayvanlar sadece ihtiyacı kadar besleniyor.
Ama insan ne yapıyor?
İnsan kendi çıkar, arzu, ihtiras, hırs, zevk, hazları için de bunları yapabiliyor.
Kendi emelleri için beslendiği Doğa Ana’yı kirletebiliyor.
Bu yüzden bana göre…
Yaşadığımız her şeye rağmen Dünya harika bir yer…hatta daha ileri gideyim, Dünya Tanrı’nın yaradımları arasında bir cennet.
Onu kötü yapan bizleriz.
Elmayı yemişiz bir kere. Atılmışız Aden’in Bahçesi’nden.
Bu Dünya aslında o kadar da zor bir yer değil aslında!!!??
Neden mi?
Çünkü herkes aslında maske takıyor ve kendisi gibi olamıyor.
Dünya maskeli baloya sahne olan bir tiyatro sanki.
Doğum ile birlikte mizaç, genetik miras ve karmadan oluşan bir hardware ile dünyaya geliyoruz.
Can ten kafesine bürünüyor…Zaten bu noktada ilk BÜTÜN ve TAM halimizden uzaklaşmış oluyoruz.
Sonra da kişilik yazılımının yazılmasıyla birlikte sahte bir kişilik geliştiriyoruz.
Romalıların “persona” dedikleri maskeler işte bu sahte kişiliklerimiz.
Zira;
Sahte kişilik bizim özümüz değil. Dünya ortamında çevre koşullarıyla şekillenen kişiliğimiz bizim çocukluk kararlarımız ve savunma mekanizmalarımızdan oluşuyor.
Herkes maske takıyor…düzen böyle.
Maskelerden kurtulabilen ise çok az. Bu zorlu bir yol ve yolculuk. “Seyrü Süluk” herkese göre değil. Zaten herkes de bunu istemiyor.
Ne güzel olurdu bu maskelerden bilinçli olarak kurtulabilsek?
O zaman maskeli baloya gerek olur muydu?
Maskeler olmayınca yanlışlar ve yanlış anlaşılmalar olur muydu?
Maskesiz olmak amaçsız, isteksiz olmak demek değil…
Bilge olmak veya veli, ulu olmak da değil.
Maskesiz olmak kalkanları kaldırmak ve kendin olmak…
Yakın zaman liderlik kitaplarında…
“Otantik liderliği” tanımlayan sıfatlardan birisi olan…
İncinebilir olmak, şeffaf olmak, içi dışı bir olmak bu.
İçteki ışığın dışarı çıkmasına izin veren olmak demek.
Neden olmasın ki?