felsefe taşı

Ölüm Üzerine Bir Deneme

Ölüm Üzerine Bir Deneme
Nisan 08
15:43 2014

” Evrenin tamamının ya da parçalarının varoluş amaçlarının ne olduğunu araştırırken yaşanan en büyük kafa karışıklığının altında, insanın kendi hakkındaki yanılgısı ve tüm varlıkların kendisine hizmet etmek için yaratılmış olduğu sanısı yatar. Her şeyin kendisine hizmet etmek için var olduğunu ancak budalalar düşünür… Ama eğer insan evreni araştırır ve onu anlarsa, kendisinin onun ne kadar küçük bir parçasını oluşturduğunu bilir. ” diyordu bilgin Moses Maimonides Aklı Karışanların Rehberi’nde …

Biz insanlar öleceğimizi biliriz ve bunu sıklıkla unuturuz. Örneğin, çeşitli yayınlarda erkeklerin günde kaç kere seks’i düşündüğüne dair araştırma sonuçları yayınlanır ya da kadın dergilerinde “yaşlanmayı önleyici öneriler” yer alır. Ölüm konusu ise aklımızı fazlasıyla meşgul etmesine rağmen yaşantılarımızda biraz daha “kendi halimize bırakılan” bir konu olagelmiştir. Yukarıdaki örnekler ya da benzerleri gibi çok irdelenen ve ortada dolaşan bir özelliği yoktur. “Bilmem kimler günde kaç kez ölümü düşünür” ya da “ölümü önleyici öneriler” tarzı bir magazinsel yanı olmamıştır. Herkes hayalini kurduğu şeylerin nasıl yaşanacağını gözünün önüne getirmeye çalışır; örneğin bir kadın evleneceği gün nasıl bir gelinlik giyeceğini, bir erkek imkanları olduğunda hangi model bir araba alacağını düşler ve zihninde o anı canlandırır. Çocukken büyüyünce ne olacağını düşünür insan. Peki öleceğiniz anı gözünüzde canlandırdığınız olur mu hiç? Nasıl öleceğinizi, kaç yaşına kadar yaşayacağınızı ve yaşadığınız hayata hangi biçimde veda edeceğinizi düşünür ve hayal eder misiniz?

Hayatınızdaki ilk anı düşündüğünüzde muhtemelen anne karnından ilk çıkışınız aklınıza gelmiyordur. Hatta bu ana dair aklınızdaki görüntü ya da sesler düşündüğünüz yaşa veya zamana göre farklılık gösteriyordur. Ölüm anınızla ilgili nasıl bir görüntü geliyor aklınıza bilmiyorum ama bu anı eğer paylaşabiliyor olursanız da yaşayanların bunu öğrenemediği kanımca herkesçe kabul gören bir gerçektir. Bu öğrenememe durumu ve ölüm sonrasına duyulan merak öyle gerçeklerdir ki, bugün ve geçmişte hayatımızı etkileyen belki de en büyük etken olan “inanç” olgusu, bu gerçeklerin üzerine temellenmiş ve yükselmiştir. Öyle ki, insanoğlu hayatını “ölümden sonra” daha güzel “yaşamak” adına tüketmiş hatta kendince yeri geldiğinde hayatından vazgeçmiştir.

Kutsal Kitaplar, milyonlarca insanın hayatına yön veren düşünür ya da önderlerin sözleri, yaşamı ve ölümü yarattığına inanılan Tanrı adına iletilen cümleler; ölüme ve ölümden sonrasına dair mesaj ve tasvirlerle doludur. Yaşadığınız yer neresi olursa olsun mutlaka çok yakınınızda bir yerlerde ölmüş insanların bedenlerinin gömülü olduğu bir ya da birçok mezarlık vardır. Çevrenizde hemen her gün birilerinin öldüğüne dair işaretler görürsünüz. En yakınınızda, “o olmadan yaşayamam dediğiniz” sevdikleriniz ölür, kendi başınızdan “ölüme çok yaklaştığınız” olaylar geçer… Sonuç olarak; yaşıyor ve şu an bu yazıyı okuyorsanız ölüm sizin için çok uzaktadır, “deneyimlenmemiştir”. İşte ölüme ve sonrasına dair konular her ne kadar insanı düşünmeye itiyorsa da, insan yaşadığı müddetçe ölümden uzak bir hayat sürer. Buradaki ölümden uzaklık, yaşıyor olmak anlamındadır çünkü insanoğlu yaşamının en keskin gerçeği olan ölümü her an beraberinde taşır. Bu beraberlik öyle sıkı sıkıya ve aynı zamanda düşmancadır ki, bilinen zamanın başlangıcından beri insan ölümü yenmeye çabalamış ve “ölümsüzlük” diye bir şey var etmeye çalışmıştır.

Evrenin diğer canlılar ve varlıklarla birlikte çok küçük parçaları olan bizler, tıpkı diğer canlılar gibi ölümle sonuçlanacak bir hikayeye sahibizdir. Bu yönümüzle onlardan hiç de farklı değilizdir. Bizi onlardan ayıran en temel özelliğimiz olan düşünme kabiliyetimiz ve onun ürünü “ölümsüzlük fikri” ise hikayemizi biraz farklı kılar.

Kendi türümüzden birinin ölümü diğer canlıların ölümlerinin yanında çok daha derin bir olaydır. Bizim dışımızda canlıların ölümü ise insan hayatının “çok sıradan” bir gerçeğidir. Daha genel ifade ile ölümlerin tamamı doğanın olağan olaylarıdır, kendi türümüzün ölümlerine “derinlik” katan ise bizzat biz olmuşuzdur. Bunu ölümlerin ardından yapılan ritüellerde, ölü bedenler için inşa edilen yapılarda ve daha birçok şeyde görebiliriz. İnsanoğlunun aklını kullanması vesilesi ile yaptığı gözlem ve deneyler insanın dışında diğer canlı varlıkların da ölüme karşı çeşitli tepkilerinin olduğunu göstermiştir. Ancak bugün insanoğlunun geldiği noktada her ne kadar savaşlar, cinayetler, ölüm cezaları gibi olgular devam etse de “ölüme sebebiyet verme”nin önüne geçilmeye çalışıldığı görülmektedir. Doğada ise canlıların arasında bu tarz bir irade heralde hiç olmamıştır, çünkü canlıların yaşaması canlıların ölümlerine bağlıdır. Karşılaştırma yapmak elbetteki doğru olmayacaktır ancak doğayı vahşi kılan da ölümün aynı derin etkilerine rağmen, daha sık, kolay ve sıradan olarak cereyan ediyor olmasıdır. İnsanoğlunun tek erişebildiği nokta, insan ölümlerinin kendiliğinden olmasına gayret etme çabası olmuştur. Bunda ne kadar başarılı olabildiği ise tartışma konusudur.
Doğa, insanın ya da başka bir canlı türünün kendisine egemen ol(a)madığını bilinen her zaman diliminde göstermiştir. Göstermeye de devam etmektedir. Türler bazında teker teker her canlının sonu belli ve açıktır. Evrenin, içinde yaşadığımız gezegenin ve doğasının sonu hakkında fikirlerimiz ve tahminlerimiz olsa da kesin bir bilgimiz henüz yoktur. Bilinen, evrenin ve gezegenin çok uzun süredir varolduğu ve varlığı geçici olan biz canlılara/ölümlülere ev sahipliği yaptığıdır. Aynı evin sakinleri arasında hayatta kalabilmek adına kıyasıya bir mücadele vardır, türlerin kendi arasında ve türler arasında devam eden … Ölüm ise tıpkı doğum gibi her an gerçekleşen bir olaydır. Ancak gerçekleştiği anlara dek sessizce yakınımızda bir yerlerde bizleri beklemektedir.

Belki de Eflatun’un söylediği gibi “Kimbilir belki de hayat bir ölüm, ölüm bir hayat. Belki de biz şimdi ölüleriz.” Bu soruyu varlığımızı, evreninin varlığını ve hayatı idrak edebildiğimiz ilk günden beri soruyoruz;”nereden geldik, nereye gideceğiz?” Bilemiyoruz. Doğum ve ölümün arasındaki çizgide doğumdan ölüme doğru yürüyoruz her geçen saniye, aklımız ve dilimiz öncesini ve sonrasını tasvir edebilmeye yetmiyor. Tıpkı bu deneme gibi …

Deneme diyorum çünkü bu konuda söylenebilecek belki de sonsuz cümlenin yalnızca birkaçını kurabildim, deneme diyorum çünkü bu konuda benden önce konuşan ya da yazanların yanında ancak denemek istedim. Ve bu yazıya dökülen sözcükleri sarfetme çabası, hiçbir yaptığıyla yetinmeyip öteye geçmeye çalışanlara, hayatta üzerine düşenleri yapma gayretinde olup “hiçbir şey ölmez, her şey yaşar” deyip bıkmadan usanmadan ışığı arayanlara adanmıştır. İyi ki varsınız !

27.159 kez okundu
Paylaş

İlginizi Çekebilir

  • İnsanın Fabrika Ayarlarıİnsanın Fabrika Ayarları "Bin sene de okusam ne biliyorsun diye sorsalar bana; 'HADDİMİ BİLİRİM' derim." Hz. Mevlana Bugün bu sitede ilk yazım ve iki çocuk babası olarak benim için çok özel. Zira en büyük […]
  • Kerbela ve masumiyetin taşınmasıKerbela ve masumiyetin taşınması Ruhumuz, ne olduğunu tam da bilmediği bir özgürlük arzusuyla uçsuz bucaksız okyanusta kulaç atarken, izdüşümler sıkıştıkları zaman kıskacında kavramlara sığınırlar. İnanırlar ki, […]
  • Bütünü Gözden KaçırmakBütünü Gözden Kaçırmak Günümüzde insanlığın, belki en büyük derdi, detaya odaklanmak. Detaylara o kadar düşkün olduk ki, bir şeyleri gözden kaçırdığımızı bazen hissetmiyor/görmüyoruz. Bu durum hayatın her […]
  • BabaBaba Baba; iskele babası, mafya babası, mahallenin babası, dert babası, telli baba, şambaba, baba adam vesselam… Babalığın atfedildiği acı ve tatlı, şiddet ve şefkat içeren daha nice […]

Sosyal Medyada Takip Edin

Üye Olun

Yazarlar

Kategoriler

Takvim

Kasım 2024
P S Ç P C C P
« Eyl    
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930  

Arşivler