Yıl 2100, halimiz nicedir ey Deli Dumrul?
Bu günkü laklak aleminin göbek taşına “Dünya, nereye gidiyorsun?” sorusunu yapıştırdık.
Keseyi kapan gelsin, terleyeceğiz biraz.
2100 yılında halimiz nicedir eyy Deli Dumrul?
İnsanlar ne yiyip, ne içecekler? Dünya kaç kişi olacak?
Yine uzun bir yazı.
Yine aşk, yine heyecan, yine gözyaşı…
Ya Rabbi, sen bizi güldür.
Bak şimdi, peşin peşin anlaşalım, “amaaan sende” deme, iki cümle sonra sıvışma,
şunun şurası 82 yıl kaldı, sen yazıyı bitirene kadar gelip, geçer.
Neydi soru?
“2100 yılında bizi nasıl bir gelecek bekliyor?”
Birleşmiş Milletler ’in konuyla ilgili analizlerine göre, üç farklı nüfus öngörüsü var.
Bunlardan ortada olan senaryoya göre, dünya nüfusu 2050’de 10 milyara ulaşacak, 2100 yılında da 11.2 milyar.
Yüksek seyreden senaryoda, 2100 yılında nüfus 16.5 milyar.
Aboovvv… boş ver onu.
Düşük seyreden senaryoda ise, 2100 yılında nüfusumuz 7.3 milyar (ve düşüyor …)
Her üç varsayımda da belirleyici faktör doğurganlık oranı ile yaşam süresi.
Neden üç farklı varsayım var ortada?
BM uzmanları diyor ki, “geçtiğimiz yıllarda gördük ki, ortadaki senaryo sürekli yukarı doğru düzeltilme ihtiyacı gösterdi. Yani, ortadaki senaryoda varsayılan trend, her yıl varsayılanın üzerinde arttı.”
Yani, dünya nüfusu beklenenden daha çok artıyor.
Herkesin, o ortadaki senaryoyu kabul etiğini söylemek zor; pek çok etki altında trend sürekli değişiyor. Düşük seyredene kimse inanmıyor sanırım, yüksek olan ise çok korkutucu.
Sonuç olarak, “orta yol iyidir…” diye düşünüyor çoğu, peki biz de onu alalım.
Haydi bakalım, 2100 yılı, nüfus 11.2 milyar.
Aslına bakarsan, dünyada doğum oranları düşüyor.
1970’lerin başında, kadınların her biri ortalama 4.5 çocuk sahibi iken, 2015 yılında bu sayı 2.5’e düşmüş.
Eee… doğurganlık düşüyor işte… nüfus neden artıyor?
1990’ların başında yaşam süresi 64.6 iken, 2017 yılında 70.8 olmuş.
Yaaa…!
Yani, öte aleme gitme konusunda inat ediyoruz.
Zamanla yaşam standartları değişti, beslenme, barınma ve sağlık koşulları değişti.
Bebek ölümleri düştü.
Yani, doğurganlık düşüşünü, uzun yaşam kapattı.
Şimdi gözlükleri takıp yakından bakalım rakamlara, kimler ne kadar ürüyor?
(ülkeleri fikir versin diye ben seçtim böyle, yoksa birilerinin bir amaçla yaptığı tablolar değil bunlar, acayip amatör işi yani, takılma fazla)
2017 yılı itibarıyla, en kalabalık ilk 10 ülke ve bazı ülkelerin, 2050 ve 2100 yıllarındaki durumları.
Nasıl?
Afrika’nın atağı göz alıcı değil mi?
Çin şahane kilo vermiş, Hindistan azalma eğilimine giriyor, Almanya da…
Ama Afrika var ya, Afrikaaa …!
2017 yılında 21 milyonluk Nijer Cumhuriyeti var mesela, 57. sıradan bir atak yapıyor ve 2100’de 209 milyon ile ilk 10’a giriyor.
Maşallah…!
Tanzanya keza, 56 milyondan, 299 milyona ulaşmış.
2100 yılının ilk 10’u içinde Nijerya (3), Kongo (5), Tanzanya (8), Etiyopya (9), Nijer (10) bulunuyor.
Bir de ülkelerin nüfus artış oranlarına bakalım.
Bu tablo 2015 yılı verilerini yansıtıyor, yıllar geçtikçe oran üstteki ülkelerde değişmiyor ancak özellikle Avrupa ülkelerinde artış hızı gittikçe düşüyor.
“Avrupa bitecek, Dünya Afrikalıya kalacak.”
Eh, bir de kalan %40’ı dolduran Asya var, ama Asya’da nüfus azalma eğilimi gösteriyor.
Ama Afrika, hızla artıyor.
Aaaa… hale bak, sen kaç milyon yıl önce çık Afrika’dan, dön dolaş, dön yine Afrika’ya.
1950 yılında Dünya nüfusunun sadece %9.1’i Afrika’da yaşıyordu.
Bu günlerde Dünya nüfusunun %15.7’si Afrika’da yaşıyor.
2050 yılında %25’i Afrika’dan.
2100’de ise %49’u[1].
Nasıl?
Seksen yıl sonra, insanların yarısı Afrikalı.
Kalanlar da Asya, az biraz Amerika.
o beklenen soruyu soralım: “Eyyy Avrupa, neredesin?”
Şu anda Avrupa nüfusunun beşte biri (%19.2) 65 yaş ve üstü.
Bu oran 2100 yılında kadar artıyor, yani Avrupa gittikçe nüfusu azalan, kalan nüfusu da yaşlanan bir kıtaya dönüşecek.
2050 yılında, Avrupa’da nüfusun %30’unun 65 ve üstü yaşta olacağı varsayılıyor.
2100 yılında da %32.[2] (kimi senaryolara göre bu oran %41 de olabilir).
Aslına bakarsanız, 2050 yılında, (Afrika hariç) tüm dünya ülkelerinde, nüfusun dörtte birinin 60 yaş ve üstü olacağı öngörülüyor.
Ama Afrika hariç.
Söylemiştim zaten, değil mi?
1950 ile 2100 arasında, yaşam sürelerinin değişim, ilginç değil mi?
Nüfusu yaşlanan ülkelerde, yaşlı bakımı ciddi bir masraf.
Toptan alzheimer olmuş bir Avrupa’yı düşünemiyoruz.
Bütün bunlara karşılık, ekonomi tıkırında.
Gel de şaşma, ama büyüme katlanarak sürüyor.
2015 yılına göre, 2100 yılında 12.000 kat büyük bir ekonomi olacağı varsayılıyor.
Artan enerji ihtiyacının da 500 ile 1000 kat daha fazla olacağı tahmin ediliyor.
Yani…?
Daha çok cep telefonu, daha çok bilgisayar, çikita muz, pantolon, sakız (bu da nerden çıktı?), araba, uçak…
Tüketim çılgınlığı daha da artacak yani.
İyi ama, kime satılacak bunlar?
Afrikalıya mı?
İşte mesele burada.
Bu gününkine göre 12.000 kat büyük ekonomiyi hangi tüketici kitle besleyecek?
Ya da o dev ekonomi ne yiyerek beslenecek?
Daha dur…!
Bir de iklim var…
Unutulmaması gereken bir faktör, iklim değişikliği.
Dünya, bu nüfus artışı ile birlikte nasıl bir ekonomik gelecek tasarlayacak?
Yukarıdaki gibi, öyle 12 bin kat büyüme, 1000 kat fazla enerji olacaksa.
Sonu gelmeyen bir refah isteyeceksek, CO2 emisyon ve konsantrasyonunu sürekli artacağını kabul etmemiz gerekecek.
Daha çok teknoloji, daha çok seyahat, daha çok üretim, daha çok tüketim … iklim değişikliğine etki ediyor.
İklim değişikliği ise, pek çok coğrafyada ciddi yaşamsal etkiler demek.
Genel çerçeveyi hepimiz aşağı yukarı biliyoruz, tekrar etmeyeyim şimdi.
Çölleşme, sel, verimde azalma, yabancı bitkiler ve istilacı türlerin artışı … bunlar günümüzde de yaşanan ancak gelişen zamanla etkisini daha büyük ölçekte gösterecek olan belirtiler.
İklim değişikliğine yönelik, kötümser senaryolara göre, sınırsız ekonomik büyüme isteğinin sonucunda kazığın büyüğünü Afrika yiyor.
Yine mi?
Sonra Asya[3].
Avrupa Çevre Ajansı’nın bir çalışmasının sonuçları: İklim değişikliğinin Dünyadaki tarımsal verimliliğe etkisi. Kırmızıya gittikçe verim düşüyor.
Başta hububat olmak üzere, gıda tüketiminde ciddi sorunlar yaşanması bekleniyor, çünkü zaten yetersiz olan su kaynakları iyice azalıyor, çünkü yağış rejimi değişiyor, çünkü buharlaşma artıyor ve çünkü yıl içinde yaşanan sıcak günlerin derecesi feci yükseliyor.
İstisna sıcaklıkların oluşturdukları pikler büyüyor. Ani yağışlar ve seller …
Küresel iklim değişikliğini, nüfus hareketlerinin üzerine bir tabaka olarak koyalım lütfen. Sonra da bunun üstüne kitlesel göçler eklenecek.
Peki ya gıda ?
Bu nüfusa göre, dünyayı bir açlık bekliyor mu?
Son 50 yılda, gıda talebi ciddi ölçüde yükseldi. Tamam, nüfus arttı, ama bir de yaşam standartları nedeniyle beslenme biçimi değişti.
Artan talebi, Dünya çiftçileri karşılayabilecek mi?
Tabi ki hayır…!
Gıda üretimi artık bir endüstri oldu, çiftçinin ne işi var gıda üretimiyle?
Çiftçi artık, bir avuç kalmış toprağında, hayvanat bahçesindeki dar kafeslerde stresten dönüp duran ayılar gibi, amaçsız bir şekilde dönüyor.
Dünyada gıda üretimini büyük sanayiciler yapıyorlar artık. Teknoloji, bilgi, deneyim, verimli araziler, pazarlama olanakları, pazarı oluşturma ve yönetme … hepsi onların elinde.
Çiftçi kim ki?
Zaten kır boşalıyor, tası tarağı toplayan kentlere kaçıyor.
2015’de Dünya nüfusunun %50’si kentlerde, 2050 yılında %80.
Afrikalının nüfusu artarken, beslenme alışkanlığı da değişiyor.
Çünkü, “dünya böyle, ne yapacan?”.
Afrikalı her geçen gün daha çok yemek yiyor.
Sadece çok yemekle kalmıyor, yediklerini de değiştiriyor.
Çünkü, kentlerde yaşamaya başlıyorlar, kentleşen nüfusun tüm tüketim alışkanlıkları değişiyor.
Duş almak istiyor mesela, çamaşır makinası kullanacak, parklardaki çimler sulanacak… daha çok su lazım. Klimalar ve arabalar için daha çok enerji, beş çayları için peskuvit, okul çocuğuna patetes cipsi, ucuzluk başladıysa hanıma üç çift ayakkabı …
Şu anda Batı Afrika nüfusunun dörtte biri, meyve, sebze, hayvansal ürünler gibi çabuk bozulan gıdalara ilgi duyuyorlar[4]. Bu ilgi her ne kadar orta sınıfın beslenme biçimiyle ilgili gibi görünse de, aslında tüm gelir seviyelerinde hazır ve hızlı yiyecekleri tüketmeye yönelik bir ilgi var. Onlar da artık hazırlaması kolay ve hızlı gıdaları tercih ediyorlar.
Bu da beraberinde neyi getiriyor?
Ürünlerin tedariki, paketlenmesi, soğuk zincir, nakliye … gibi süreçleri ve bunun için büyük şirketleri. Şirket kuruluyor ama ortada üretici yok?
Küçük, yerel üreticinin ürettiği iki çuval patates ile dönmüyor bu zincir.
Haydi bakalım, gıda ithalatı başlasın.
Kimden ithal edilecek? Endüstriyel üreticilerden elbette.
Afrikalının yeni beslenme sistemi böylelikle, her geçen gün daha fazla dışa bağımlı hale geliyor.
Neden Afrikalı gıda üretemiyor?
Topraklar mı verimsiz?
Kısmen… kısmen su da yok; bunların olduğu yerlerde yoğun tarım yapmak konusunda deneyim ve bilgi yok, makine yok.
Hepsi olsa, niyet yok.
Sonuç olarak, üretimde verim çok düşük.
Mesela, buğday verimi (2016 yılı itibarıyla) Almanya: 764 kg/da; Hollanda: 798 kg/da; Nijer Cumhuriyeti: 200 kg/da; Demokratik Kongo Cumhuriyeti: 132 kg/da.
Haydi oldu olacak Türkiye’yi de verelim: 270 kg/da.
(Bizim halimiz de çok iyi değil elbet, Dünya’nın en eski, en çok kullanılmış, sıfır organik madde kalmış kıraç topraklarında buğday bu kadar olur. Bizi kurtaran, Söke, Bafra, Çarşamba, Çukurova gibi birkaç delta ovası.)
Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre, daha önceleri düşme eğilimine girmiş olan gıda yoksunluğundan etkilenen insan sayısı (aç insan yani) bir ara azalır gibi olduysa da, 2014 yılından itibaren yine artmaya başladı. 2015 yılında 777 milyona ulaştı, 2016 yılında da 815 milyon diyorlar.
En çok nerede?
Sahraaltı Afrika.
Yani? Sahra Çölü’nün güneyindeki ülkeler.
Kuzeydeki Arap ülkelerini çıkart, geriye ne kalırsa.
Özellikle Afrika’nın doğusunda nüfusun üçte birinde yetersiz beslenme var.
Yetersiz beslenme ve hijyen sorunları gibi nedenlerle, bu bölgelerde çocuklarda aşırı zayıflık, bodurluk, bulaşıcı hastalıklar, kadınlarda anemi gibi pek çok sağlık sorunu ortaya çıkıyor.
Afrika’nın yanına, kardeş olarak kim gelir?
Elbette Asya.
Asya’nın avantajı, Çin, Hindistan, Endonezya, Bangladeş, Pakistan gibi 5 ülkede toplanıyor nüfus ve bu ülkelerin iyi-kötü oturmuş bir siyasi ve ekonomik yapıları var.
Gelecek politikaları yapabiliyorlar, adalet, sağlık ve eğitim sistemleri yerleşmiş.
Hemen diplerinde Çin, Japonya, Kore gibi büyük ekonomiler var.
Çatışmaları ne yapacağız?
Şöyle bir denklem var, nerede nüfus aşırı artıyorsa, açlık ve yoksulluk da varsa, oralarda çatışma da var. Çatışma dediğimiz de, çoğunlukla iç savaş.
Çatışmalar aynı zamanda yoksulluğu ve açlığı da tetikliyor. FAO’nun açlık ve sefalet nedeniyle acil durum ilan ettiği ülkelerin tümü, yukarıdaki tabloda hızla nüfusları artarak, 2100 yılında Dünya Lideri (?) olacak ülkeler.
Mesela Demokratik Kongo Cumhuriyeti.
Şu anda nüfusu 82 milyon, ülkede 8 milyon kişi gıdaya ulaşamıyor; her beş kişiden 3’ü zorla yerinden edilmişler (şiddet ve çatışmalar nedeniyle); 4.6 milyon çocuk yetersiz beslenmeden kaynaklanan sorunlarla boğuşuyor; ülkede ciddi güvenlik sorunu var; 2018 yılında gıda yardımı için FAO acil 90 milyon ABD Doları arıyordu.
Öte yandan da ülke ciddi maden yataklarına sahip, lakin 2013 ile 2015 yılları arasında yaklaşık 1.3 milyar ABD doları tutarındaki madenlerden gelen paranın ülke hazinesine ulaşmadığını söyleniyor (Global Witness).
CARE International tarafından yayınlanan 3 Ocak tarihli bir raporda şunlar yazıyor:
“… komşu ülkelerde 620.000 kişinin sığınma talebinde bulunduğu ve 4,1 milyon Kongolu’nun yerinden edildiği tahmin ediliyor.
Yerel milis güçleri ile ulusal hükümet arasındaki çatışmalar, büyük ölçüde Başkan Kabila’nın görev süresinin sonunda iktidarı bırakmayı reddetmesi nedeniyle 2016 yılında alevlendi. Birkaç kez seçimler ertelenmesi (şimdi tarih belli oldu, 2018 Aralık ayı), şiddetin muhalif bölgelerde artmasına ve potansiyel olarak durumun kötüleşmesine neden oluyor…”
Seçim erteleme nedeni ne biliyor musunuz?
Hazine Bakanı diyor ki “seçimlerin maliyeti 1.8 milyar ABD doları, biz yoksul bir ülkeyiz, bu parayı karşılayamayız”[5].
Nasıl ama?
Hatırlayalım, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin şimdi 82 milyon olan nüfusu 2050 yılında kaç olacaktı? 195.277.035.
2100 yılında da 388.732.857 nüfus ile, Dünyanın 5. kalabalık ülkesi oluyorlar.
Kim bilir o günlerde seçim kaça çıkar?
İstersen bir de Nijer Cumhuriyeti’ne bakalım.
Bir küçük hatırlatma, şimdiki nüfusları 21.563.607.
Bu nüfusla, Dünyanın 57. kalabalık ülkesi Nijer.
Dertleri neymiş arkadaşların?
Gıda yok…!
Bir milyondan fazla insan aç, Çad havzasındaki çatışmalar nedeniyle 302.000 kişi yerinden oldu.
Ne yer, ne içerler?
Halkın %80’i bir tür göçer… Tarım projeleri yapılsa da, çatışmalar ve seller, toz fırtınaları nedeniyle başarı elde edilemiyor.
Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endeksi’ne göre, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden sonra, sondan ikinci ülke Nijer.
Nijer Cumhuriyeti’nin 2050 nüfusu?
72.237.754 kişi. 32 yılda 50 milyon artıyor nüfus.
Peki 2100 yılı?
209.334.454, bu nüfusla, Dünya’nın onuncu kalabalık ülkesi oluyor Nijer.
Bu kadar kalabalık nüfusun, yerleşik tarım uygulamadan, göçebe-toplayıcı geleneği sürdürmesi, tümüyle doğanın sunduğu kaynaklara bağımlı var olmak anlamına geliyor.
Nasıl olacak?
Sadece iki ülkeye baktık ama Afrika genelinde benzer durum gözleniyor. Afrika mevcut kaynaklarını (maden, toprak, su, insan) çatışmalar nedeniyle verimli kullanamıyor, kalkınmaya yönelik bir kalıcı politika ve pratik geliştiremiyor.
Verilere göre, Afrika’da her gün 15.000 kişi, evinden çıkartılıp, göçe zorlanıyor. Nedeni, büyük ölçüde çatışmalar.
Dünyada ülkeler arası savaşların yerini, ülkelerin içinde yaşanan çatışmalar aldı neredeyse. Bunun sonucunda küresel ölçekte ciddi bir mülteci akını başladı.
Din
Artan nüfus + iklim (çevresel yıkım) + gıda yetersizliği + çatışma = kitlesel göç hareketi.
Tüm bu değişiklikler, nüfusun inanç eksenli değişimine nasıl etki ediyor?
Madde bir, 1910 yılında Dünya nüfusunun % 34.8’i Hristiyan, %12.6’sı Müslüman idi[6].
Madde iki, Dünya’da nüfusu hızlı artan ülkelerinin büyük bölümü Müslüman.
2015 yılı verilerine göre, Dünya nüfusunun %31.2’si Hristiyan, %24.1’i Müslüman, %15.1’i Hindu, kalanlar da diğerleri.
Yaş ortalamasına bakıldığında, Müslüman ve Hindu nüfuslarının çok daha genç bir ortalamada (24 gibi) oldukları görülüyor.[7]
2050 Yılı projeksiyonunda, Dünya nüfusundaki Müslüman oranı %30 oluyor, Hristiyan nüfus ise %31.
Araştırmalara göre, 2070 yılında ikisi eşitlenecek. Sonra, Müslüman nüfus Hristiyan nüfusu aşmaya başlayacak.
2100’e gelindiğinde, Müslüman nüfus %35, Hristiyan nüfus %34 olacak[8].
Şu an için dünyada Müslüman nüfusun dağılımı
Bu değişimden Avrupa nasıl etkilenecek?
Şu anda Avrupa’da (AB) toplam nüfusun %4.9’u Müslüman.
En yoğun %8.8 ile Fransa’da, sonra %7.1 ile Hollanda, %6.3 ile İngiltere ve %6.1 ile Almanya.
(Hollanda bitti, “sen kimsin Hollanda?” denilecek durumda yani)
Her şey mülteci dalgalarına ve AB’nin mülteci politikalarına bağlı.
Sıfır mülteci durumunda (ki neredeyse imkansız) 2050 yılında toplamda %7.4 oluyor.
Yani, %4.9’dan %7.4’e çıkıyor Müslüman nüfus.
Orta karar bir göç ile, %11.2; yüksek bir mülteci göçü %14’e çıkartıyor.
Orta karar bir mülteci göçü karşısında, garip ama en çok İsveç etkileniyor ve nüfusunun %20.5’i Müslüman oluyor. Fransa’da %17.4, İngiltere %16.7.
Ciddi bir mülteci akını olursa?
Evettt … alkışlarla … kazanan oyuncumuz yine İsveç, skor: %30.6[9]
Ey Budistler, eyyy Hindular, ey Yahudiler … neredesiniz, imansızlar?
Bu göçü neden Müslümanların sırtına yüklediniz, bre insafsızlar?
Şaka bir yana, Avrupa demografisinde ciddi değişiklikler olma olasılığı yüksek.
Teknoloji
Geleceğin teknolojisi artık dört alanda yoğunlaşacak: Yapay zeka, biyoteknoloji, nanoteknoloji ve iletişim.
MIT’den Rodney Brooks’un, “21.Yüzyılın İlk Yarısında Hayat ve Bilim” adlı makalesinden bir bölüm: “Müdürlüğünü yaptığım MIT Yapay Zekâ Laboratuvarı’nda, bu dönüşümün belirtilerini her gün görüyoruz. Eskiden silikon çipleri yaptığımız temiz odaları yıkıyoruz ve bunların yerine kurduğumuz ıslak laboratuvarlarda, bakteriyel robotlar yetiştirmek amacıyla programları derleyip DNA dizilişlerine ve bunları da uç uca ekleyerek genomlara çeviriyoruz. Otuz yılda varmak istediğimiz hedef, canlı sistemlerin genetik yapısı üzerinde ince bir denetim kurmak; böylece yetiştirilen bir ağacı keserek kerestesinden bir masa yapmak yerine, masanın kendisini yetiştireceğiz. Silikon ve çelik robotları monte etmeye alıştığımız laboratuvarları, silikon, çelik ve canlı hücrelerden robotlar monte ettiğimiz laboratuvarlara dönüştürmüş durumdayız. Elde ettiğimiz kas hücrelerini, sakat insan bedenlerine düzgünce takılacak protezlerin öncü biçimleri olan bu basit aygıtlarda erişim düzeneği olarak kullanmaktayız.”
Momentum Machines şirketi, gurme kalitesinde hamburgerleri robotlara ürettirmek için yola çıkmış. Normal bir fast food çalışanı donmuş köfteyi ızgaraya atarken, bu arkadaşların robotları taze çekilmiş kıymadan isteğe göre köfte yapıp, en doğru şekilde pişiriyor. Saatte 360 hamburger hazırlayan makine, ayrıca hamburger ekmeğini kızartıyor, dilimliyor, siparişe göre içine soğan, domates, ketçap, vb. koyuyor. Şirketin söylediği şu “Yaptığımız makinelerin amacı çalışanları daha verimli hale getirmek değil, tamamen ortadan kaldırmak”.
Vay terbiyesizler…!
Ya gıda üretimi? Portakalı ağaçtan teker teker toplayan robot var, çileği de topluyor, hem de olgunları seçerek topluyor … ama bunlar artık çocuk oyuncağı.
Esas konu, yapay zeka ile birleşecek olan biyoteknoloji ve dijital veri dolaşımı/işlemi. Küresel ölçekte trilyonlarca gigabaytlık veriler, dijital olarak dolaşıyor ve saklanıyor. Sırf Google sunucuları, her gün milyonlarca kullanıcının yaptığı aramalarla ilgili 24 perabayt (bir perabayt bir milyon gigabayt) veri işliyor. Veriler dünya nüfusunun tüm eğilimlerini ortaya çıkartıyor.
Bu verilerin toplanması ve işlenmesi neler sağlıyor? Belli görevlerin ve işlerin doğrudan otomasyonuna aracılık edebiliyor; bu analizler zeki algoritmaları doğuruyor. Ama daha önemlisi, şirketlerin yönetilme biçimleriyle ilgili. Deneyim ve muhakeme gibi insan vasıflarının yerini, verilerden elde edilen tahminler alacak. Veri tabanlı karar verme algoritmalarına bakılacak artık[10].
Yapay zeka işine hiç girmeyeyim…. Çıldırırsın
Bu teknoloji Dünyayı bambaşka bir yere sürükleyecek. En bariz sonuç, insan gereksizleşecek. Tarımda, sanayide, hizmet sektöründe insan ihtiyacı azalacak, neredeyse sıfırlanacak. Yapay zeka ile yüksek vasıflı işleri de robotlar yapar olacak. Örneğin, uçak pilotluğu tarihe karışacak. Mimarlık da, mühendislik de … Üniversite bitirmenin yakında hiçbir anlamı olmayacak.
(yani, özel üniversite açmaya kalkma, batarsın demek istiyorum)
Yepyeni bir ekonomi ortaya çıkacak. Yepyeni üretim – tüketim ilişkileri ve yepyeni bir insan.
“İyi” ya da “kötü” değerlendirmesini yapmıyoruz, bana sorsan evde oturup kuru fasulye bir de yanına tavuksuyuna pilav en güzeli ama … herhalde yakında kuru fasulye gaz yapıp küresel ısınmayı teşvik ediyor diye yedirmeyecekler.
Şimdi soruyorum sana ey Dünyalı, “Afrikalı ne yapsın?”
Sonuç
Önce şunu belirteyim, yazı boyunca Afrika Afrika dedik, çünkü geleceği olağanüstü etkileyecek bir aktör olmaya doğru gidiyor; ancak, tüm bunlar Asya’yı ihmal ettiğimiz anlamına gelmesin, sadece Bangladeş + Pakistan nüfuslarının toplamı 500 milyon yapıyor ve ama onlarda Çin, Hindistan ve Endonezya, Pakistan gibi ülkelerde göreceli oturmuş ekonomik ve siyasi yapılar bulunuyor.
Beyaz adamın kafasıyla düşünürsek, gelecek için üç senaryo üretmek mümkün:
Aldırmama senaryosu (amaaaan sende): Sanki bütün bu olaylar başka bir gezegende oluyormuş gibi, görmemezlikten gelerek, şimdiki durumu sürdürmek. Sorunu kaynağında çözme denemeleri yerine, kendi iç güvenliğini artırmak. Sınırları güçlendirmek, içeride ırkçı ve ayrımcı politikaları yücelterek, yabancıları yıldırmak. Yoksullara da, şimdi olduğu gibi insani yardım paketleri hazırlayıp, kalkınma hamlelerine minik destekler vermek. Türkiye gibi ülkelerde kendine yakın yönetimleri başa getirip, mülteci sorunlarında onları evsahibi rolüne razı etmek.
Bu sırada da kendi ülkelerini yoksullar için farklı bir gezegen haline dönüştürerek (teknolojik, ekonomik, kültürel), kutuplaşmayı iyice büyütmek ve ülkelerini onlar için yaşanmaz kılmak.
Acımasız mücadele senaryosu (kıyım): Sınırlara duvar örmenin, iç güvenliği artırmanın yeterli bir çözüm olmadığını görerek, çözümü kaynakta aramayı deneyerek, iç savaşları kışkırtarak, salgın hastalıklar bulaştırarak, kısırlaştırarak, zehirleyerek, savaşan robotları üstlerine salarak … bu yoksulları tez elden öte aleme havale etmek.
Bildiğin katliam.
Yerinde Çözüm senaryosu (akıl var mantık var): Yoksullar için, onları kendi topraklarında yaşayabilir kılan modeller üretip, bu modelleri işler kılmak. Afrika’yı, Afrikalı için cazip hale dönüştürmek. Kültürüne, inancına, var oluşuna saygı duymak. Daha çok ve uzun dönemli yardım programları geliştirmek … eski hataları tekrarlamayan bir strateji, eğitim, sağlık, gıda üretimi gibi alanlarda altyapıları uzun vadeli politikalarla desteklemek. Tüm bunlardan önce, dünya için (başta kendileri) yeni bir (ekonomik/sosyal) büyüme modeli oluşturmak. Bu çılgın tüketim ve büyüme isteğinin dışında bir politika.
Evet, haklısın, son senaryo çok zor.
Diyeceksin, “Adamların madenlerini hala onlar sömürüyor, rüşveti onlar veriyor, bu silahları da onlar satıyor, sen nerede yaşıyorsun? Üstelik olanlar olmuş, kim döner bu gelinen noktadan?”
Doğru, bunların hepsini onlar yapıyorlar ama bu yaptıklarının da sorunlara çözüm olmadığını bizden daha iyi onlar biliyor. Oralarda çatışma arttıkça, bunun cezasını ileride kendilerinin çekeceğini de biliyorlar.
Çatışmaları kışkırtmak çok aptalca bir politika.
Bunu kışkırtmanın sonucu işte İsveç nüfusunun %30’unun Müslüman olmasıdır.
Steril bir toplum oluşturma hayalindeki İskandinavlar buna ne kadar dayanabilir ki?
Dolayısı ile, bütün paradigmaları değiştiren yani bir model şart.
Bu çılgınca büyüme odaklı ekonomik politikalarla bir gelecek neredeyse imkansız.
Bitmedi… Diktatörleri desteklemeye de son verilmesi gerekiyor.
“Sen bana maden ver, ben sana karşılığında rüşvet vereyim” gibi cin fikirleri beyinlerinden silecekler.
İklim değişikliğini ciddiye alacaklar.
Diyeceksin, “sen nerede yaşıyorsun, uzaydan mı geldin?”
Baksana, başka alternatifleri yok.
Hakikaten yok.
Birinci senaryo orta vadede çöker.
İkinci, çözümü karmaşıklaştırarak, başlarına daha büyük belalar açar.
Zaten bu bir komplo teorisinin ötesine zor geçer.
Yine tek çözüm, zor olan son senaryoyu denemek.
Akıl, başka bir yol göstermiyor.
Ve bence, bu çözümde Türkiye’ye de büyük rol düşebilecek.
Tabii, bizim önce kendi bahçemize çeki düzen vermemiz lazım.
Olmayacak şey değil.
Peki, sence bunu yapabilirler mi?
“Hayır” diyorsun.
Birkaç gün sadece bunu düşün, yürürken düşün, arabada düşün, yatakta düşün…
Bak düşüncen değişiyor mu?
10 tane aklı başında lider elele verse, Dünya değişir.
Çünkü mecburlar.
[1] https://www.washingtonpost.com/news/wonk/wp/2015/08/17/5-ways-the-world-will-look-dramatically-different-in-2100/?noredirect=on&utm_term=.01cf4d8ef2f0
[2] https://www.eea.europa.eu/data-and-maps/indicators/total-population-outlook-from-unstat-3/assessment-1
[3] https://www.landcareresearch.co.nz/publications/researchpubs/business_unusual_rutledge.pdf
[4] http://oecdinsights.org/2016/12/15/west-africas-diet-transformation-will-the-region-capitalise-on-its-changing-food-demand/
[5] https://www.bbc.com/news/world-africa-38988632
[6] Johnson, Todd M.; Grim, Brian J. (2013). The World’s Religions in Figures: An Introduction to International Religious Demography
[7] http://www.pewresearch.org/fact-tank/2017/04/05/christians-remain-worlds-largest-religious-group-but-they-are-declining-in-europe/
[8] http://www.pewforum.org/2015/04/02/religious-projections-2010-2050/pf_15-04-02_projectionsoverview_2050sidebar_310px/
[9] http://www.pewforum.org/2017/11/29/europes-growing-muslim-population/
[10] Martin Ford, Robotların Yükselişi, Yapay Zeka ve İşsiz Bir Gelecek Tehlikesi (Halit Yıldırım derlemesiyle, kendisine teşekkür ederim)