Zamanımız yok öyle fazla aslında…
Zamanımız yok öyle fazla aslında… Kocaman kocaman egolarımızı tatmin için de… Küçücük kalmış egolarımızı büyütmek için de… Dördüncü evimizin yanına beşincisini katmak için veya beşinci milyonumuzu altı yapmak için de… -Mış gibi yapmak için de fazla vaktimiz yok. Hani yüzümüze sahte gülümseyen maskeler takıp dünyanın en aydınlanmış insanlarıymışız gibi davranıyoruz ya. Hani başkalarının kitaplarından kopyalayıp yapıştırdığımız bilgileri birbirimize satarak derme çatma hayatlar kurmaya çalışıyoruz ya, BEN OLDUM zannederek… Bunun için de fazla vaktimiz yok… Hele ki kendimizle kucaklaşmaktan, yüzleşmeyi daha öte tarihlere ertelemek için hiç vaktimiz yok. Tüm ömrümüzü aynaya kafamızı kaldırıp bakmaktan kaçarak geçirip piç edebiliriz veya bir anda önce olan neyse görüp kucaklayıp, bambaşka deneyimler de yaratabiliriz….
Karanlığa küfretmek, lanet okumak, sövüp saymak için hele ki hiç ama hiç vaktimiz yok. İnsanlık bunu binlerce yıldır yapıyor. Hiçbir şey değişmedi. Bir gıdım ileriye gitmedi. Tarihe dönüp bakın, eğer biraz olsun ilerlediysek bu küfredenler sayesinde olmadı… Ben ne yapabilirim deyip içindeki ışığı yakanlar sayesinde bugün buralardayız. Lanet okumak da, küfretmek de, sövüp saydırmak da karanlığa hizmet eder. Eğer gerçekten niyetimiz varsa aydınlığa, hiç vaktimiz kalmadı ertelemeye, oyalanmaya, gelecek nesillerdir bizim umudumuz demeye, varsa gücümüz, varsa inancımız, varsa samimiyetimiz yakacağız içimizdeki ışığı bir an önce… Ama öyle sahte gülücüklerle değil. Önce yüzleşerek kendimizle… Açık açık görerek o ana kadar ne yaptığımızı… Artık üretmeyerek bahane… Gerçekten uyanarak, dikilerek yürümeye başlayarak bu dünyada… Cidden fazla vaktimiz yok, hele sonsuza kadar hiç…
Peki ne için mi bunlar? Var mı bu dünyanın bizim yapacağımıza ihtiyacı, var mı dış dünyanın değiştirilme şartı, bizsiz dönmeyecek mi bu gezegen, var olmayacak mı bu evren? Elbette ki var olacak… Milyarlarca yıldır olmuşsa var, elbette ki var olacak… Zaten biz bunu yapmıyoruz ki ne dış dünya için, ne evren için, ne de insanlık için… Yapıyoruz biz bunu, her şeyden önce kendimiz için… Zaten diğer türlüsü olmaktadır sahte… Siz gördünüz mü hiç kendine faydası olmayanın, başkasına olsun faydası hakikatte… Önce sen dikileceksin ki ayağa, dikebilesin, uyandırabilesin başkalarını… Çünkü uyandığında göreceksin herkesin başında vardır bir not, uyanma saati… İstemeyene dokunmayasın sakın, bırak uyusunlar sakin sakin… Ama eğer uyanmışsan sen ve gelmişse zamanı başkalarını uyandırmanın, dürteceksin onları ve diyeceksin ki geldi hayatın zamanı… Bitti artık rüya… Zamanı geldi yaşamanın…
Diyeceksiniz peki nasıl? Ne yapabilirim şimdi ben tam da şu anda… Yeter mi sadece yürekten niyet etmek bu hayatta? Dinleyeceksin sevgili kardeşim, dinleyeceksin önce… Biliyorum seviyorsun konuşmayı ama konuşurken lakır lakır, duymayı unutuyorsun sesini ruhunun… Dinlemenin içinde vardır dinginlik ve ancak dinginleşirsen duyabilirsin ruhunun sesini, evrenin sesini, Yaradanın sesini… Sadece konuşarak, atarak koca koca kahkahalar, beni dinleyin beni dinleyin diye zıplayarak, beslersin sadece geçici olanı, duymazsın asla sonsuz olanı… Ve biliyor musun? Öyle sonsuza kadar vaktin de yok bunun için… Zamanımız yok öyle fazla aslında..
Şimdi dinlemenin vakti… Dinginleşmenin vakti… Ruhun sesini duymanın vakti… Ruhtan çağlayanları hayata geçirmenin vakti… Artık zamanımız yok bahanelere de, ertelemelere de… Bunun için zamanımız yok öyle fazla fazla… Geldi yaratmanın vakti yaşamı… Sonsuz keyif, mutluluk, sevgi, şefkat ve kucaklayışla…