Zehirli İnsanlar
Antik Yunan düşünürü Sokrates, Platon’un Sokrates’in Savunması isimli kitabında anlatıldığı üzere, şehrin tanrılarına tapmak yerine başka tanrılara inanmak, verdiği popüler derslerle (Şimdilerde TEDx konuşmalarına karşılık gelen eğitimler gibi olmalı) gençliği zehirlemekle suçlanır. Sokrates, bu suçlamalarla ölüm cezası alır (Bu cezalar TEDx konuşmacılarına verilmiyor neyse ki). Sokrates’in herhangi bir kitabı ya da notları günümüze ulaşmamıştır. Büyük ihtimalle, konuşmayı yazmaktan çok seviyordu (o dönemlerde Youtube olmaması ne kötü değil mi?). Hayat görüşü hakkında, Aristophanes gibi dönemdaşları, Platon ve Ksenophon gibi ardıllarının yazdıkları ve Sokrates’in ölümünden on beş yıl sonra dünyaya gelen Aristoteles’in dolaylı olarak aktardıklarından ibarettir.
Ölümle cezalandırılmak üzere çıktığı mahkemede Sokrates bir savunma yapmıştır. Anlatılana göre, mahkemede faydası olur düşüncesiyle bir arkadaşı Delphi’li bir kâhine gider, (o zamanlar için bilir kişilik müessesesinin biraz ilkel olması normal) “Dünya’da Sokrates’ten daha çok şey bilen ve bilge biri var mı?” diye sorar. Kâhin Sokrates’ten daha bilge birisi olmadığını söyler. Arkadaşı Sokrates’e durumu iletir. Sokrates, kendisinin bilge biri olmadığını düşündüğü için, kâhin aracılıyla Tanrı’nın mesajını anlamaya çabalar. (Aslında burada Tanrı’nın kendisine, “akıllı ol mahkemeden yırt” demek istediğini şimdi anlıyoruz tabi ama o zaman kısmet olmamış sanırım, neyse…) Sokrates, kendinden daha bilge bir insan aramaya başlar. Bilge olduğunu ileri süren, kişileri tanımaya çalışır. Genelde, cahil kimselerdir bu inceledikleri (yine şanslıyız, bunu anlamak için günümüzde televizyonda tartışma programlarını izlemek yeterli).
Yine bir gün böyle kerameti kendinden menkul şahıslardan biri hakkında: “İkimizin de gerçekten bilmeye değer bir şeyler bildiğini sanmam, ancak ben en azından bu adamdan daha bilgeyim, çünkü o hiçbir şey bilmediği halde bildiğini söylüyor. Ben de bilmiyorum ama bildiğimi de düşünmüyorum. Bu küçük fark yüzünden ben ondan daha avantajlı görünüyorum”. Daha sonra bu söz günümüze: “Bildiğim tek şey, hiç bir şey bilmediğimdir.” şeklinde, suyunun suyu olarak ulaşır (Nasrettin Hoca’ya gönderme!).
Mahkeme Sokrates’i ölüme mahkum eder. Bu önemli bir haksız karardır. Çünkü böyle bir savunma ile Amerikan dizilerindeki mahkemelerde kesinlikle jüriyi etkiler ve yırtarsınız. Zaten 2400 yıl sonra hukuktaki tek dikkate değer ilerleme, modern hukukta geri dönülemez bir kararın verilmemesi prensibinin benimsenmiş olduğudur. Örneğin, Sokrates batı mahkemelerinde şimdi yargılansa, büyük ihtimalle ceza almazdı. Oysa ölüm cezası verilip, infaz edildiği için artık buna imkan yok. Zira, ölüm cezası geri alınamaz. Burada durumun anlaşılırlığını artırmak için, 2400 yıllık geçmiş sürede kendi haline bırakılsa Sokrates’in yaşayacağını varsayıyorum. Diğer yandan, adamcağız o kadar zamanda insanlığın pek de ilerlemediğini görüp, herhalde kederinden ölürdü.
Sonuç itibariyle, Atina siyasetinin hedefi olan Sokrates, düşünmekten vazgeçmeyeceğini ve düşüncelerini yaymaktan da vazgeçmeyeceğini söyleyerek Baldıran Bitkisi Zehirini içerek yaşamına kendi elleri ile son vermiştir. Böylece ölümü seçerek ölümsüz olma becerisini gösteren sayılı faniden biri olmuştur.
Sokrates’in öyküsü ya da miti, günümüze kadar çok insanın bilgelik yolunda ilerlemesinde örnek olmuştur. Ancak yine de tarih boyunca bizzat kendisi insanlığı zehirleyen pek çok irili ufaklı insan bu dünyadan gelip geçmiştir. Çoğu barış ve kurtuluş vaad ederek gelse de ölüm ve esaret ile biten pek çok öykü yazılmış ve yazılmaktadır. En şöhretlilerinden biri Hitler’dir. Bir milleti yüceltmek için çabalarken, insanlık için binlerce yıl unutulmayacak kötülükler yapmıştır. Yaralarını günümüzde bile saramadığımız insanlık suçları işlemiş ve işletmiştir. Peşinden milyonlarca insanı sürükleyen ve mutsuzluk kaynağı olan biridir. Çoğu ideoloji de insanlar için bir tür zehir gibidir. Onlar ve biz düşüncesini pompalayıp, insanları savaşa, kötülüğe ve nefrete sürükleyen her düşünce insanlığın zehiridir.
Kurtuluş oldukça ütopiktir. Zira tüm insanların bilge olmasını şart koşar. Aydınlanmış bir insanlık biraz doğaya aykırıdır. Hala avcı, toplayıcı gibi çalışan insan beynini eğitmek ve gelişmiş insan olmayı sağlamak, kolay değildir. Beyin eğitmek derken, İstanbul Eminönü ya da Ankara Kızılay’da uzatılan mikrofona bilmiş, bilmiş saçmalayan insanların da gerçekten bilge olmalarını içeren bir durumdan bahsediyorum.
Bunun yerine ne yapıyoruz? Biraz bir şeyler bilen ve bu bilgilerini nabza göre şerbet misali aktaran kişileri baş tacı yapıyoruz. Bu hastalıklı bir durum. Çünkü birileri bilmiş, bilmiş konuşurken onları dinleyip, söylediklerine baş sallıyoruz. Cahil insanları ise kafamızın içinde hayali olarak linç ediyoruz. Oysa her şeyi bildiğini sandığımız kimseler aslında o kadar da çok şey bilmiyor. Bizler de aslında çok cahiliz. Hatta Google onlardan çok daha bilgili. Çünkü hafıza kapasitesi daha yüksek. Eğer okuduğunuz her şey aklınızda kalsa ve biraz da çok okusanız, kolayca ahkam kesmekten çenesi yorulan birine dönüşebilirsiniz. (Hala üniversitedeki bilgiler net olarak aklında kalan ve bunları satmaya devam eden insanlar tanıyorum) Oysa bildiklerinize göre bilmediklerinizin çok daha fazla olduğunu anlayıp, bunu deklare edebilecek kadar bilge biri haline gelebilirseniz, Sokrates’in 2400 yıl önce geldiği noktaya ulaşırsınız ki burada bile aslında 2400 yıl geridesiniz demektir!
Kendinizi geliştirin. Zehirli düşüncelerden aydınlığa çıkmaya çalışın. Bir gram cıva binlerce metreküp suyu zehirler. Kötülük de benzer şekilde iyiliği bozar. Yani İyiyi, güzeli yok etmek için gereken kötülük miktarı, aslında düşündüğünüzden azdır.