Zihin – Beden Bağlantısı
Zihin-beden bağlantısının bir (pseudoscience) yalancı bilim olduğuna inanan bazı “bilimadamları” olsa da
özellikle saygın bilim adamları ve kurumlar tarafından yayınlanan sayısız hakemli inceleme çalışmalarının zihin ve bedenimiz arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu göstermesi söz konusu…
Bugün artık bir “zihin-beden tıbbı” ndan söz etmekteyiz.
Tıp Dünyasının Yeni Yaklaşım Metotları
Psikoanodinomünoloji (PENI) veya psikonöroendokrinoimmünoloji (PNEI) olarak da adlandırılan psikonöroimmünoloji (PNI),
psikolojik süreçler ile insan vücudunun sinir ve bağışıklık sistemi arasındaki etkileşiminin çalışmasıdır.
Fizikçiler, bilincin fiziksel materyal dünyasıyla doğrudan bağlantılı olduğu birçok kez gösterdi.
“Bilinci temel olarak görüyorum.
Maddenin bilinçten türemiş olduğunu düşünüyorum. . . . Konuştuğumuz her şey, varolduğunu düşündüğümüz her şey bilinç anlamına gelmektedir. ”
Sözün sahibi Max Planck,
kuantum teorisini ortaya atan teorik fizikçi,
(1918’de Nobel Fizik Ödülünü kazandı)
Meditasyonun
vücuda yapabileceği ölçülebilir etkiyi gösteren
bir takım çalışmalar vardır.
Örneğin, Harvardlı bilim insanları,
son birkaç yılda meditasyonun beynin yanı sıra
bağırsaklar üzerinde olabilecek
biyolojik / fizyolojik etkisini gösteren çok sayıda çalışma yayınladılar.
———————-
Zihin vücudumuzun sağlıklı olmasını etkiler!
Bu duru düşüncelerimizin, duygularımızın, inançlarımızın ve tutumlarımızın biyolojik işlevlerimizi olumlu veya olumsuz etkileyebileceği anlamına gelir.
Öte yandan fiziksel bedenimizle
(ne yediğimiz, ne kadar egzersiz yaptığımızı, hatta duruşumuzla) yaptığımız şey zihinsel durumumuzu
(olumlu veya olumsuz olarak) etkileyebilir.
Bu, zihinlerimiz ve bedenlerimiz arasında
karmaşık bir karşılıklı ilişkiye neden olur.
“Beyin ve periferik sinir sistemi, endokrin ve bağışıklık sistemleri ve aslında vücudumuzun tüm organları ve sahip olduğumuz tüm duygusal tepkiler ortak bir kimyasal dil paylaşıyor ve sürekli birbirleriyle iletişim kuruyor”
demekte Dr. James Gordon
(Zihin-Beden Tıbbı Merkezi’nin kurucusu)
Zihin-beden terapileri ile ilgili olarak,
yoga, tai chi, qigong ve bazı dans türleri
(bazen vücut-zihin terapileri olarak adlandırılır)
gibi zihni etkilemek için vücudu kullanan terapiler vardır.
Yoga’nın fiziksel duruşlarında,
belirli pozların belirli zihinsel durumlar ürettiği düşünülmektedir
Sonuçta zihin-beden veya beden-zihin terapileri birbiriyle ilişkilidir: beden zihni etkiler ve zihin de bedeni etkiler
——————————
Kalp-beyin senkronizasyonu da
konuya dahil
ve HeartMath Enstitüsü’ndeki bilim adamları aynı şeyi inceliyor.
Enstitüde Araştırma Direktörü Dr. Rollin McCraty’ye göre:
Araştırma bulguları, sevgi ve şefkat yaydıkça kalbimiz ister evde, ister işyerinde, ister sınıfta, isterse bir masanın etrafında otururken, toplumsal tutarlılığı kolaylaştıran yerel alan ortamına tutarlı bir elektromanyetik dalga ürettiğini gösterdi.
Daha fazla kişi kalp tutarlılığı yayarken, diğerleri kalbiyle bağlanmayı kolaylaştıran enerjik bir alan oluşturur.
Dolayısıyla, teorik olarak, bireysel ve toplumsal tutarlılığı inşa etmeye yetecek kişilerin aslında ortaya çıkmış bir küresel tutarlılığa katkıda bulunması mümkündür.
Araştırmalar, olumlu duygular uyguladığımızda
kalbin beynine benzersiz bir sinyal gönderdiğini gösteriyor.
Aslında kalbin beyinle iletişim kurmanın çeşitli yolları vardır
ve gönderdiği sinyaller
düşüncelerimiz ve duygularımız tarafından tetiklenir.
———————————–
Düşüncelerimiz ve duygularımız sağlığımızı nasıl etkiler?
Beynimiz sağlığıı geliştiren maddeler üretir.
Bu maddeler doğal ağrı kesici olan endorfinleri
ve bağışıklık sisteminizi güçlendiren gama globulini içerir.
Araştırmalar, beyninizin ürettiği şeyin
kısmen düşüncelerinize,
duygularınıza ve beklentilerinize bağlı olduğunu gösteriyor.
Hastaysanız, ancak umudunuz ve olumlu bir tutumunuz varsa ve iyileşeceğinize inanıyorsanız,
beyninizin vücudun iyileşme gücünü artıracak
kimyasallar üretmesi muhtemeldir.
Olumsuz düşünceler ve duygular
beyninizin vücudunuzun iyileşmesine yardımcı olan kimyasallardan bazılarını üretmesini önleyebilir.
Ancak bu, kendinizi bir sağlık sorunu hakkında hasta veya hissetmekten sorumlu tutmanız gerektiği anlamına gelmez.
Bazı hastalıklar bizim kontrolünüz dışındadır.
Düşüncelerimiz ve zihin halimiz,
iyileşmek için kullanabileceğiniz kaynaklardır.
————————
“Mind doesn’t dominate body, it becomes body — body and mind are one. (…) the body is the actual outward manifestation, in physical space, of the mind”.
“Zihin vücuda hükmetmez, vücut haline gelir ve zihin tektir. (…)
Vücut zihnin fiziksel alanındaki fiili dışavurumudur “diyen
ve hem beyin yani merkezi sinir sisteminin hem de bağışıklık sisteminin hücre duvarlarında,
nöropeptit – spesifik reseptörlerin mevcut olduğunu bulan
ve ortaya koyan
Sinirbilim Uzmanı ve Farmakolog Candace Pert ;
“Peptidler orkestranın – bedeninizin –
bir bütün halinde müzik yapabilmesini sağlayan notalardır.
Ve ortaya çıkan müzik de sübjektif olarak deneyimlediğiniz duygulardır.” demekte…
On yıllarca süren araştırmalarının sonunda
Dr. Candace Pert,
duyguların beden ve zihin arasındaki boşluğu nasıl kapattığını açıklığa kavuşturabildi.
Çığır açan “Duygu Molekülleri” adlı kitabında,
beden-zihin ilişkisini açık bir biçimde ortaya koydu
Candace Pert’e göre duygu taşıyan moleküller sürekli olarak beden ve beyin arasında çift yönlü bir yolculuk halindeler.
Bu moleküller, “peptid” denen
kısa amino-asit zincirlerinden meydana geliyor.
Peptidler bedeninizde özgürce dolaşıp,
beyninizde, midenizde, kaslarınızda, salgı bezlerinizde ve bütün organlarınızda hücrelerinize mesajlar gönderip duruyorlar.
Peptid ulaştığı hücrenin yüzeyiyle iletişim kurarak,
hücreye sinyaller yolluyor
ve çeşitli reaksiyonların başlamasına neden oluyor.
Düşünsenize öfke duygusundan sorumlu peptid
hücre içinde kim bilir nasıl reaksiyonlara neden oluyordur?
Bu nöropeptitler vücuttaki başka hücrelerle bağlantılı reseptörlere bağlandıkları vakit (ki bunlar bağışıklık hücreleridir)
fiziksel reaksiyonlara yol açarlar.
Dr. Pert nöropeptitlerle resptörlerin,
vücudun kendi kendisiyle haberleşmek için kullandığı
bir bilgi ağı oluşturduklarını göstermiştir.
Ve bu ağın duyguların biokimyasal bir şekli,
vücudun bir saldırgana karşı koymasını
yada tehlikeden kaçmasını kontrol eden devreler sistemi gibi bir şey olduğuna inanmaktadır.
Nöropeptitler bahsinde,
vücudu baştan başa dolaşmalarını mümkün kılan devreler sistemi,
aklın nasıl vücudun iyileşmesini sağladığını
bilimsel açıdan izah etmektedir.
Nörotransmitterler
aslolarak beyinde üretilmelerine rağmen,
vücudumuzun hemen her dokusu bu molekülleri üretir
veya onlar tarafından tetiklenir.
Böylece bedenimizdeki tüm sistemler
nörotransmitterler sayesinde bilgi alışverişinde bulunur
ve birbiriyle haberleşir.
Bu moleküller hücresel seviyede hayatımızı yönetir.
Nörotransmitterlerin en yoğun olarak üretildiği yerler
beynin duygularla ilgili bölümleridir.
Böylece bilinçli veya bilinç dışı her duygumuz
hücrelerimizi ve fizyolojimizi etkileyebilmektedir.
Çeşitli nörotransmitterler ve reseptörler aracılığıyla
beyin ve çeşitli organlar ile çeşitli hücrelerin
kendi arasında bilgi alışverişi sağlanmakta;
bu sayede duygular, davranışlar ve beden fizyolojisi
birbirlerini karşılıklı olarak etkileyebilmektedir.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde
beyin bilimi araştırma programının kurucusu Francis Schmitt,
1984 yılında, çeşitli nörotransmitterler, nöropeptidler, hormonlar, faktörler ve protein ligandlarını
“enformasyon molekülleri” olarak adlandırmıştır.
Opioid reseptörünü keşfederek
reseptör kimyasının kapısını açan Candace Pert ise
bu moleküllere “duygu molekülleri” demiştir.
Bütün bu çalışmalar zihin-beden ilişkisini
elle tutulur şekilde ortaya koyarken,
zihnin beyinle sınırlı olmadığı
fikrinin de tartışılmasına yolaçmıştır.
Zihin ve beden ayrımının doğru olup olmadığı
sorgulanmaya başlamıştır.
Bu, hayat görüşümüzde,
kendimizi tanımlamamızda önemli değişikliklere yolaçabilecek uzun soluklu bir sorgulamanın başlangıcı olarak görülebilir.
———————–
Zihin-beden etkileşimi konusuna çok önemli katkıları olan bir başka bilim adamı da 1930’lu yıllarda bizi “stres” kavramıyla tanıştıran Dr. Hans Selye’dir (1907-1982).
Yüksek tansiyon, mide ve onikiparmak bağırsağı ülserleri
gibi hastalıkların stres kaynaklı olduğunu ilk söyleyen kişidir.
Araştırmaları sonucunda,
stres veya gerginliğin hastalıkların ortaya çıkmasında önemli bir role sahip olduğuna karar vermiştir.
Selye’ye göre her tür stres
günlük yaşamımızı sürekli olarak etkilemekte
ve hayat boyu karşılaştığımız sorunlar karşısında gösterdiğimiz duygusal tepkiler hasta olup olmamamızı belirlemektedir.
Selye,
bizi hasta edenin
aslında stres değil,
distres
(stres karşısındaki
korku, endişe, mutsuzluk gibi olumsuz duygular)
olduğunu söylemiştir.
Endokrinolog olan Selye,
nöroendokrin faktörlerin, yani sinir sistemi ve hormonların
pekçok hastalıkta önemli role sahip olduğunu,
beyinden gelen uyarıların
hormonları etkileyerek
vücudun çalışmasını değiştirebileceğini belirtmiştir.
Selye’nin tespitinden yarım yüzyıl sonra,
bağışıklık sisteminin çalışmasıyla ilgili bilimsel gelişmeler ile
beyin ve reseptör kimyasındaki yeni buluşlar
onun ne kadar haklı olduğunu göstermiştir.
———————
1943 yılında, İsviçreli fizyolog Dr. Walter Hess,
kedide beynin belli bir bölgesini uyardığında
saldır veya kaç cevabının ortaya çıktığını,
farklı bir bölgeyi uyardığında ise
ilkinin tam karşıtı bir fizyolojik cevap oluştuğunu görmüştür.
Hess, bu ikinci cevabın,
aşırı strese karşı koruyucu bir mekanizma olduğunu
ve vücudun onarıcı güçlerini seferber ettiğini ileri sürmüştür.
Bu çalışmaları kendisine 1949 Nobel Tıp Ödülü’nü kazandırmıştır.
———————
Ph.D. Oxford Üniversitesi’nden bir profesör David Paterson de bu alanda çalışıyor.
Yaptığı araştırmalar,
beynin duygularınızın tek kaynağı olmadığını,
aksine kalbinizin ve beyninizin onları üretmek için
birlikte çalıştığını gösteriyor.
Kalbiniz aslında beyninizdeki gibi nöronlar içerir
ve kalbiniz ve beyniniz birbirine bağlıdır ;
simbiyotik bir duygusal bütün oluşturur.
Onun araştırması, kalbiniz beyinden sempatik sinirler yoluyla sinyal gönderdiğinde daha hızlı pompaladığını
ve parasempatik sinirler yoluyla sinyal aldığında yavaşladığını gösteriyor.
HeartMath Enstitüsünün de belirttiği gibi:
Kalp tutarlı olduğunda, beyin dahil olmak üzere vücut, daha iyi karar verme de dahil olmak üzere zihinsel netlik ve yetenek arasında her türlü fayda sağlamaya başlar.
Kalbin beynin dört ana yolla iletişim kurduğunu vurgulamaktalar;
Nörolojik olarak, sinir uyarılarının iletimiyle
Biyokimyasal olarak, hormonlar ve nörotransmitterler vasıtasıyla
Biyofiziksel olarak basınç dalgaları vasıtasıyla
Enerjik olarak, elektromanyetik alan etkileşimi yoluyla
——————————
Epigenetik (gen ifadesinin değiştirilmesinden kaynaklanan organizmaların değişikliklerinin incelenmesi),
genlerin ve DNA’nın biyolojimizi kontrol etmediğini,
aksine DNA’nın hücrenin dışındaki sinyaller tarafından kontrol edildiğini gösteriyordu.
Duygularımızın genetik ifadeyi nasıl düzenleyebileceğine ilişkin önde gelen otoritelerden birisi hücresel biyolog Bruce Lipton’tur.
Kitabında harika ve kapsamlı bir açıklama yapıyor.
——————————
Lipton’a göre,
Zihin-beden etkileşimine dair
Plasebo
başka bir harika örnektir ve epigenetiktir
Lipton “Plasebo etkisi
büyük, finanse edilen araştırma çabalarının konusu olmalıdır.
Tıbbi araştırmacılar plasebo etkisini nasıl kullanacaklarını hesaplayabilirlerse, doktorları ve hastalığı tedavi etmek için etkili, enerji temelli, yan etki içermeyen bir araç vereceklerdir. Enerji şifacıları, zaten bu tür araçlara sahip olduklarını söylüyor ancak ben bir bilim adamıyım ve plaseboyu ne kadar çok biliyorsak, klinik ortamda kullandıkça daha iyi olacağına inanıyorum” demekte…
Plasebo etkisi sadece depresyon ile sınırlı değildir.
Bir araştırma, irritabl bağırsak sendromu (IBS) olan hastaların, semptomlarından Plasebo ile daha fazla rahatladıklarını ortaya koydu.
Zihnin hem kanser gelişiminde hem de iyileşmede rol oynadığını gösteren çalışmalar da vardır.
Örneğin hayvan çalışmalarında,
stres hormonları bir dizi kanserin daha hızlı yayılmasını sağlar
ve hasta araştırmaları, stres yönetimi müdahalelerinin iltihabı azalttığını gösterir.
Liste uzayıp gidiyor,
Dünyanın dört bir yanındaki araştırmacılar plasebo tedavilerinin gerçek biyolojik ve fizyolojik tepkileri uyardıklarını bulmuşlardır.
Plasebo, Kalp atışlarındaki değişikliklerden tansiyona
ve hatta beyindeki kimyasal aktivitelere kadar her şeyde ,
Artrit ve Parkinson’dan depresyona, yorgunluk, kaygıya ve daha birçok farklı rahatsızlıkta etkilidir.
—————————
Zihin-beden bağlantısına ilişkin farkındalık
hiçbir şekilde yeni değildir.
Yaklaşık 300 yıl öncesine kadar
dünyadaki hemen her tıp sistemi
zihin ve bedeni bir bütün olarak tedavi etti.
Ancak 17. yüzyılda
Batı dünyası zihni ve bedeni iki ayrı varlık olarak görmeye başladı.
20. yüzyılda, bu görüş yavaş yavaş değişmeye başladı. Araştırmacılar zihin-beden bağlantısını incelemeye
ve beden ve zihin arasındaki karmaşık bağları
bilimsel olarak göstermeye başladılar.
Stanford Üniversitesinden bütünleştirici psikiyatrist James Lake,
“Meditasyonun kapsamlı araştırması, zihinsel eğitimin, yoganın ve diğer zihin-beden uygulamalarının tıbbî ve zihinsel yararlarını doğruladı” demektedir.
Amerikan Kalp Derneği’ne göre, mevcut tıbbi kanıtlar,
zihin ve beden arasında
gerçek bir karşılıklı bağlantıyı ortaya koymaktadır.
Meditasyon ve diğer gevşeme teknikleri gibi uygulamalar,
sadece zihin -bedenin değil,
aynı zamanda zihin-kalp bağlantılarını da
değiştirdiğini göstermiştir.
————————-
Zihinlerimiz ve bedenlerimiz birbirine bağlıdır.
HeartMath Enstitüsü’nün gösterdiği gibi,
duygularımız
aslında başka bir insanda dahi
fizyolojik bir tepkiyi tetikleyebilmekte…
Zihin-beden bağlantılarımızdan haberdar olmak
ve ikisi arasında
sevgi dolu ve uyumlu bir ilişki geliştirmek
bizim elimizdedir.