Zihindeki Düşüncenin Ürünleri
Algılamak var, anlamak var, bilmek var, uygulamak var.
Parasıyla değil mi?
Değil, sırasıyla.
Insan önce birşey bildiğini sanır.
Dolayısıyla da, kendini bir şeyden sayar.
Malumatfuruşlukta dipsiz kuyu olanlar vardır mesela.
Bir an gelir, bakarsın işin rengi farklıdır.
O bildiğini sandığın bilgi değilmiş, malumatmış.
Hammal olarak taşıdığın yükmüş.
Bunu önce “algı” olarak hisseder insan.
Algının ilk başlarda bir anlamı yoktur, zira onu anlama dönüştürecek olan mantık, yeni gelen algıyı kabul etmez.
“Hadi ülen” der, kapı dışarı eder.
Emek gerekir, bedel gerekir, sabır gerekir …
Bir adım sonrası, zihin yeni algılara yer açmak için, eskinin malumatlarından oluşmuş birikinti içinde düzenleme yapar, duru bir zemin oluşturma çabasına girer.
Lakin, o sırada eski mantık da yeni algı ile gelenleri kovalama telâşındadır.
“Ya o ya ben” gibi bir düşünceyle baş başa bırakır seni.
Onun derdi, kendi varlığını korumaktır.
“Bensiz yapamazsın, bunca yıldır emeğim var üstünde, etme eyleme…” diye önüne bir sürü korku dolu senaryo çıkartır.
Elindeki en büyük kozdur, korku.
İşte o büyük savaş burada başlar.
Düşman da, dost da, meydan da sendedir.
Girdiği yolda kalmaya sabırla direnen, mantığın bu dayatmasını aşar ve algılarla gelen bilgi parçalarını anlamaya başlar.
“Anlamak”, yeni mantık sistematiğinin oluşmaya başladığının habercisidir.
Anlamaya başlayan zihin, anladığı her neyse, onun bilgisini de oluşturmaya başlar.
Burası önemli, dikkat!
Bak, diyoruz ki, “anladığının bilgisini oluşturmak”.
Yeni bilgi oluşuyor, önemli.
Tekrar edelim: önce algı, sonra algı anlamaya dönüşüyor, anlama kendi bilgisini oluşturma ve yeni mantık.
Kendi bilgisi ne demektir?
Malumatın dışındaki bilgiden, neyi kast ediyorsun?
Mesela, tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar sorusunun artık bir cevabı vardır.
Kendini, adından, kimliğinden, milliyetinden, kültüründen, ideolojisinden ibaret sanan varlığın, kendine sorduğu “ben kimim?” sorusunun da bu bilgi düzleminde bir cevabı vardır.
Daha ne olsun?
Şu çiğdemin burada ne işi var? Sorusu, cevabıyla birliktedir artık.
“Zaman nasıl bir şeydir?” gibi kazık bir sorunun cevabı….?
Hepsi dedik ya …!
Işte bu bilgi, kendi maddesini ve o madde de kendi bilgisini üretme sürecine girmiştir artık.
(Bu daha da önemli)
Ne, bilgi madde mi üretiyor?
Evet, varoluşun özü bilgidir ve madde onun ürünüdür.
Bilgiden ortaya çıkan madde kendi bilgisini de üretir. (Evet, bu kısım biraz kazık, kabul)
Bu devinim nefes alıp vermek gibidir. Verilen her nefeste tut ki ölüyorsun, aldığın her nefesle yeniden doğuyorsun.
Yeniden bilgi oluşuyor, yeniden madde oluşuyor, aynı anda eskinin maddesi de miyadını doldurma yolunda ilerliyor.
İşte bilgi – madde ilişkisinin bu deviniminin olduğu bir düzlem vardır ki bu da zamandır.
Dolayısıyla, bilgi zamanı içinde maddeyi ürün olarak çıkartır, evrimsel olarak maddenin yaşamını bir sistematik kurguya çevirir (gelin biz buna ‘efsane’ diyelim) ve sunar.
Evet, ‘sunar’.
Bu, bilginin zamana sunduğu adak gibidir.
Adeta öyledir.
Efsane zamana sunulmuş bir kurbandır bu bağlamda.
Bundandır insanın hayatı bir trajedi olarak okuması.
(Zira, insan o efsanenin içinde yaşar)
Anlama aşamasından “bilme” aşamasına geçmiş olan zihin, bir bilgi nesnesi olan varlığın, kendi özüne dair, yani salt kendi olana dair farkındalığı ile donanır.
Daha ne olsun?
Daha dur daha, bu ne ki?
Bu yeni donanım içinde “zaman” sadece bellektir. Çünkü, maddenin oluşum süreci bir doğrusal akış (tarih-kronoloji) barındırır ki bu da düne aittir ve zamanda oluşur ve bellektir.
(Bu da önemli)
Bunun bir adım sonrası uygulamadır.
Diyeceksin “insan kendini inşa ediyor, varlık kendi bilgisini oluşturuyor, bu uygulama değil de nedir?”
Bir açıdan doğru gibi görünse de, değil işte.
Uygulama, yeni zaman ve onun yeni maddesinin oluşturulma sürecine dairdir.
Sonrası bildik hikaye, bir varmış, bir yokmuş ve
ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar imişim …
Kocaman bir zihinde, bir düşüncenin ürünleriyizdir velhasıl.