Zihnin Özgürlük Mücadelesi
Yaratılmış olan varlıkların tamamı özgür doğar. Afrika’da bir kölenin yada hapishanede bir mahkumun bebeği olarak da doğulması,durumu değiştirmeyecektir.
Değişmez çünkü özgürlük duvarlarla, zincirlerle kontrol altına alınabilecek bir hal değildir.Özgürlük, kimsenin sizi kontrol altına alamayacağı yegane nokta olan zihninizde gerçekleşir…Yine orada olgunlaşır ve içinizden dış dünyaya doğar. Devamında da bu durum aynı merkezde yani, zihnimizde değişir ve ruhumuzdan beslenerek dönüşür.Bunun sonucunda daha belirgin bir forma kavuşur.
Artık tüm yaşamınız süresince özgürlük algınız seçimlerinizde kendini gösterir ve bu seçimlerinizle beraber yavaş yavaş oluşan yol haritası da büyük ölçüde kader dediğimiz planınızın kendisini meydana getirir.
Aslında doğada, kendi özgürlüğünü bir başkasının ellerinde olduğu fikrine sahip olan tek varlık insandır. Bu yanılsamanın sebebi; her doğan yeni insanın aile hayatı ve sonrasındaki sosyal ilişkilerinden kendisine istem dışı aktarılan dogmatik bilgi kodları ve bunlarla oluşturulan kalıplardır.
Böylelikle her yeni ruh, istem dışı ortaya çıkan bu tutumdan ötürü, “bireyin içinde doğduğu toplumun bir parçası” olduğu fikri ile sınırlandırılır. Oysa bu gerçek dışı kurgu, dayatılmaya çalışılan toplumsal sınıf kültürünün klişelerinden ibarettir.
Her birey, üst kimliğinde toplumun bir parçası olmasının yanı sıra, temel yapıtaşını oluşturan alt kimliğinde, ”Evrensel Bütünün” bir parçasıdır ki, bireysel kimlik inşası için geçerli olan harç da budur.
Kalıplarla sınırlandırılan, kısırlaştırılan ve deforme edilen ”Yaratıcı Gücümüzü” her yeni doğanla beraber zayıflatma ve yok etme gayreti içinde olan toplum, üstü akıl aracılığıyla bireyselliğin de önüne geçmenin en kolay yolunu bulmuş olur.
Çünkü ”birey”sel gücünü fark eden hiç bir insan, toplumun ”normalleştirilmiş”, masum idealler formatındaki teknikleriyle köleleştirmeyi istemeyecek ve kabul etmeyecektir.
Zaman ve mekandan bağımsız olarak, tarihin hiç bir dönemi, ”düzen sağlayıcı ve özgürleştirici” maskesi altındaki kötü kalpli kurdu görenleri sevmemiştir…
Bireysellik sonsuza açılan bir kapıdır ve o kapının aralanması dahi, düşünme yetisi yok edilmiş kitleler için tehlike çanlarının çalmasına neden olacaktır. Çünkü rüya sandığımız gerçekliklerin vücut bulabilmeleri için gereken davranışın; uzaklarda bulunan erişilmez bir güce ait katalogdan sipariş vermemiz, üretim sırasını beklememiz, olmazsa da ”kader böyleymiş diyerek” yolumuzu değiştirmemiz, genel olarak kabul gören yegane davranış şeklidir. Ancak bu yöntemle hayallerinin peşinden giden, tutkulu bireyler ve kitleler ortaya çıkmasının önüne geçilecek ve güçlü birey oluşumları engellenebilecektir.
İslami inanışa göre Allah bizleri kendi nefesinden üfleyerek yaratmıştır ve “en şerefli varlık” olarak adlandırdığı ademoğlu’na onun esmalarına aynedarlık etme şerefini bahşetmiştir. Allah’ın bilinen esmalarından biri de El Bari ismidir ve Yaratan anlamına gelir. İşte bu esma; kaderci, mutlu olmayı günah olarak nitelendiren dönüştürülmüş İslam kisvesi altındaki ”düzen sağlayıcı ve sözde özgürleştiricilere” karşı en büyük kanıttır.
Yaratan bir gücü var olarak kabul ederken; bu gücün sadece kendi planları çerçevesinde güçsüz varlıklar yarattığı, onlara hiçbir seçim şansı vermeden, sonu belirlenmiş senaryoları oynama zorunluluğu yüklemiş olması, inananlar için bu gücün adalet ve eşitlik sıfatlarına yapılabilecek en büyük hakarettir.
Kendi öz varlığımızla, derinlerde olan gerçek ”Bizle” bağımızı koparttığınızda “Toplumun şekillendirilmiş bir parçası” olur, o engin ”Bir”in parçası olduğunuz hissini ve fikrini oldukça hızlı şekilde kaybedersiniz.
Bu sürecin sonucunda ise artık sizde ”herkes gibi” olur, büyük kitlelerin gücünden beslenmek zorunda kalacak şekilde güçsüzleştirilirsiniz…
Ancak ölümlerinden onlarca sene sonra fikirleri önemsenen, yaşadıkları dönemlerde kitlelerle sadece aynı fikirde olmadıkları ve gerçek bildikleri, gerçekten ”gerçek” olanları zamansız söyledikleri için ötekileştirilen bireyler, fikir adamları, sanatçılar, yazarlar bu kurguları algılayıp, farkında olan insanlardır… bu farkındalık onların “gerçek özgürlüklerini” hapishanelerde, işkencehanelerde, idam sehpalarında, giyotin masalarında yeşertmelerine ve sonsuzluğa haykırmalarına sebep olmuştur… Onların bedenleri sayısız tekniklerle incitilmiştir, fakat fikirleri incitilememiştir.. Onların farkları işte bu ”farkındalıklarından” ve birey olarak sergiledikleri duruşları uğruna bedel ödeyebilme cesaretlerinden gelir..
Onları incitenler ise, tarihin karanlık odalarında, sonsuz mahkumiyetlerine devam etmektedir…
Sonuç olarak gerçek tanımıyla özgürlük düşünceden, gerçek düşünce birey olarak onurlu bir duruş sergileyebilmekten, onurlu bir duruş içsel gücünü fark ederek dışarıdan içeriye değil, içeriden dışarı bakmaktan geçiyor sevgili dostlarım…
Ne mutlu içeriden dışarı bakabilenlere…